Dosya: Denizde sağlık IV – Özgür Doğan Güneş

MDN İstanbul
  • |

‘Teknoloji araçtır; yön veren insandır'

Özgür Doğan Güneş / Columbia Shipmanagement Türkiye Genel Müdürü ve Türk Uzakyol Gemi Kaptanları Derneği Yönetim Kurulu Genel Sekreteri

Farklı gemi tiplerinde görev yaptıktan sonra, bugün dijitalleşme ve denizcilik arasında köprü kuran bir isim oldunuz. Bu yolculukta sizi en çok dönüştüren deneyim neydi? 

Kadıköy’de doğup büyüdüm. Ailemde açık deniz tecrübesi olan kimse yoktu ancak çevremde denizcilik sektörünün kiralama ve teknik denetim gibi farklı alanlarında çalışan kişilerle görüşebildim, onlardan fikir alabildim. Bu, erken yaşta sektöre dair farklı bakış açıları kazanmamı sağladı.

Mesleğe başladığım dönem aslında büyük bir dönüşüm çağıydı. 2000’lerin başında gemiye ilk adım attığımda hâlâ kâğıt haritalar kullanılıyordu. GPS cihazları her ne kadar çok daha fazlasını sunabilecek bir imkân olsa da, o dönemde yeni atılan bir adım olarak sadece basit fonksiyonları – yani enlem ve boylam okumayı – kullanıyorduk. Zamanla kâğıt haritaların yerini elektronik haritalar / ECDIS aldı, neşriyatlar dijitalleşti, ISM Code kapsamında planlı bakım-tutum süreçleri bile dijital veritabanlarına aktarıldı. Bu sürece yalnızca tanıklık etmedim; seferde olmadığım dönemlerde işletmelere uygulama geliştirme desteği verdim, seferde olduğumda ise gemi–ofis (ship–shore) yazılımlarının geliştirilmesine katkı sağladım.

Denizcilik benim temel kimliğim; lise, üniversite ve ileri eğitimlerimi bu alanda tamamladım. Yazılıma ilgim hobi olarak başladı ama kısa sürede profesyonel katkı sağlayabileceğim bir alana dönüştü. Burada kritik nokta, iki alanı birbirini besleyen şekilde görebilmek. Denizcilik bana operasyonel disiplin ve kriz anında soğukkanlı kalabilmeyi öğretti. Yazılım ise bu deneyimi geleceğe taşıyacak araçlar sundu. Sancak–iskele ayrımını kavramak denizde ne kadar temel ise, dijital dünyada 0 ve 1 mantığını anlamak da o kadar temel. Ancak bu noktadan sonra asıl mesele, yalnızca temel bilgiyi bilmek değil, o bilgiye yön verebilmek. Bugünün hızlı ve rekabetçi ortamında önemli olan yalnızca teknolojiyi kullanmak değil; aynı zamanda liderlik ederek dijitalleşmeye yön vermek. Bu sayede performansı artırmak, zamanı verimli yönetmek ve verimliliği katlamak mümkün oluyor.

Batı Afrika’da geçirdiğim yaklaşık üç yıllık dönem ise hem kişisel hem mesleki açıdan çok öğreticiydi. Bölge emniyet açısından korsanlık riski, sağlık açısından ise sıtma gibi ciddi tehditler barındırıyordu. 2010 yılında kakao yüklediğimiz limanlarda, o ürünü üreten işçilerin aslında hiç çikolata tatmamış olması, bana küreselleşmeye rağmen hâlâ erişimlerin sınırlı olduğunu hatırlattı. Bu durum, gençlere her zaman verdiğim tavsiyeyi de pekiştirdi: Ne kadar yol alırsak alalım, daima keşfedilecek yeni yerler, eklenecek yeni bilgiler ve açılacak yeni ufuklar vardır. Her zaman.

 Sağlık imkanları açısından bölgedeki sınırlılıklar çok belirgindi; hastaneler ve klinikler yetersizdi. Bu şartlarda denizcinin öncelikle “kendi doktoru” olabilmesi gerekiyor. İyi işletmeciler bu farkındalığa sahip: Afrika gibi seferlerinde gemilerin medikal donanımını, ilaç ve ekipmanlarını daha güçlü kılmaya özen gösteriyorlar. Çünkü bu coğrafyalarda sağlık ve güvenlik birbirinden ayrı düşünülemez. Bunun yanında, açık denizde çalışmak; yoğun stres, zorlu hava şartları ve uzun mesafeler nedeniyle psikolojik baskıları da beraberinde getirir. Dolayısıyla bu bölgelere seyir yapan gemilerin risk değerlendirmelerinde bu faktörleri de hesaba katması gerekir. Unutulmamalıdır ki denizde başarı, ancak güçlü bir takım çalışmasıyla mümkündür.

“Seabook” ve “SeaChief” gibi projeleriniz binlerce denizciye eğitim ve motivasyon sağladı. Bu dijital araçların mürettebatın sağlık ve refahına dolaylı katkıları sizce neler oldu? 

2013 yılında ilk versiyonunu yayınladığım Seabook, okulda okuyan ya da sektörde aktif çalışan denizcilerin, neşriyatlar ve kalın kitapların arasında kaybolmadan hızlı ve pratik şekilde bilgiye erişebilmeleri için tasarlanmış bir uygulamaydı. Belki de bu yönüyle dünyada kendi alanında ilklerden biri oldu. Bugün 1 milyonun üzerinde denizcinin kullanmış veya hâlâ kullanıyor olması, benim için ayrı bir motivasyon kaynağı. Üstelik 12 yıl geçmesine rağmen hâlâ aralıklarla güncellemeye devam ediyorum.

2018’de ise Birleşmiş Milletler Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO)’nün Dünya Denizciler Günü temasına katkı sunmak için “SeaChief” oyununu geliştirdim. Dünyada pek çok dijital oyun varken, neden bir konteyner gemisinin birinci zabitinin yükleme görevlerini konu alan bir oyun olmasın diye düşündüm. Amacım yalnızca denizcileri değil, onların ailelerini ve çevresini de sürece dâhil ederek denizciliği biraz daha görünür ve anlaşılır kılmaktı. Özellikle 25 Haziran Dünya Denizciler Günü’nde online olarak yayınlanması sayesinde, oyun kısa sürede çokça oynandı, dünyada ses getirdi ve denizcilik toplulukları arasında sohbete vesile oldu.

Bu iki uygulama, hem eğitim hem de sosyal katkı anlamında farklı rolleri pekiştirdi. Denizcilerin bilgiye hızlı erişimini sağladığı gibi, aynı zamanda onların motivasyonuna, sosyal bağlarına ve dolaylı olarak psikolojik refahlarına da katkı sundu.

Telemedicine ve uzaktan eğitim uygulamalarının önümüzdeki yıllarda denizcilerin fiziksel ve psikolojik sağlığına katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün geldiğimiz noktada ise uzaktan eğitim ve “telemedicine” artık kaçınılmaz gerçekler. Burada genç denizcilere özellikle tavsiyem, bu imkânlardan verimli şekilde faydalanmaları. Benim yetiştiğim dönemde internette yalnızca birkaç sınırlı sayfa vardı; bugün ise interaktif videolar, görseller ve efektlerle öğrenme çok daha keyifli, doğru ve erişilebilir hâle geldi. Zamanında astronomik seyir için yıldız haritalarını kara tahtaya tebeşirle çizdiğimiz günlerden, bugün üç boyutlu görsellerle yıldızlararası yolculuğu simüle edebildiğimiz bir çağa geldik. Bu sadece 15 yıl içinde yaşadığımız bir dönüşüm.

Aynı şey “telemedicine” için de geçerli. Doğru veri setleriyle beslendiğinde, bu hizmetlerin çok daha ileri teknolojiye taşınabileceğini düşünüyorum. Özellikle uzun seferlerde fiziksel muayene ve psikolojik destek eksikliğini giderecek dijital çözümler, denizcilerin sağlığı açısından hayatî bir katkı sağlayacak.

Uzun seferlerde denizcilerin yalnızlık, stres ve yıpranma ile başa çıkabilmeleri için hangi dijital çözümler öne çıkabilir? “Human Element” kavramını sıklıkla vurguluyorsunuz. Sizce insan unsurunu merkeze almayan dijitalleşme çabaları hangi riskleri taşır?

İnsan sosyal bir varlık. Uzmanlar bunu çok daha detaylı açıklayacaktır ama temelde insan, konuşarak anlaşıyor; kendini ifade ediyor, karşısındakini dinliyor ve yaşamı paylaşıyor. Denizcilikte de bu durumun yansıması ekip yönetiminde görülüyor. Liderliğin en temel alanlarından biri aslında iletişim ve takım çalışmasıdır.

Uzun seferlerde yalnızlık, stres ve yıpranma gibi sorunlarla başa çıkmak için eskiden gemilerde zabitan ve personel salonlarında çeşitli etkinlikler düzenlenirdi. Ortak turnuvalar yapılır, birlikte film izlenir, küçük yarışmalar organize edilirdi. Çalışanların birbirine sadece iş arkadaşı değil, aynı zamanda bir aile gibi yakın olması sağlanır, denizde birbirini desteklemesi teşvik edilirdi. Bu sosyalleşme kültürü, gemi yaşamına farklı bir neşe katardı. Ancak zamanla teknoloji bu dengeyi değiştirdi. Laptop ve telefon gibi cihazların yaygınlaşmasıyla bireylerin sosyalleşmesi yüz yüze etkinliklerden çok cihazlar üzerinden gerçekleşmeye başladı.

Aslında o yıllarda da bu dönüşümün işaretleri belliydi. Örneğin, 2010 yılı olmalı… Bu röportajla yeniden anımsadım: gemide çok basit bir batch script kodlamasıyla bir chatbot yazmıştım. Muhtemelen 50 soru–cevap üzerinden çalışan bu küçük yazılım, psikolojik destek değil ama motivasyon sağlayan bir unsur olmuştu. İçine kattığımız mizah sayesinde zabitler arasında keyifli bir köprü kuruyor, iş dışında ortak bir sohbet ortamı yaratıyordu. Bu bile, teknolojinin doğru kullanıldığında moral ve motivasyonu artırabileceğinin küçük bir örneğiydi.

Bugün ise bu basit chatbot sistemleri, yapay zekâ ile bambaşka bir boyuta evrilmiş durumda. Artık yalnızca sâbit sorulara yanıt vermiyor; arka planda araştırıyor, öğreniyor ve çok daha gelişmiş cevaplar üretebiliyor. Açık teknolojiler sayesinde yazılı değil, sesli olarak bile yapay zekâ destekli sohbet mümkün hâle geldi. Hattâ doğru platformlarda bir psikolog gibi yanıt verebiliyor. En büyük avantajı ise her zaman erişilebilir olması. Bu, özellikle uzun seferlerde denizciler için ideal bir destek unsuru. Elbette burada kritik nokta, yapay zekânın beslendiği veri setlerinin güvenilirliği. Akademisyenler ve doktorlar da tıpkı denizciler gibi bu değişim çağını yakalamalı ve doğru adımları atmalı. Meslekler bitmeyecek, fakat çalışma biçimleri değişecek.

Denizcilikte sıkça konuştuğumuz “Human Element” kavramı da bu noktada önem kazanıyor. Dijitalleşme ve yapay zekâ bazı alanları üzerine alabilir ama insana düşen rol, yön verebilmek. Teknoloji bir araç; liderlik ve insan unsuru ise asıl belirleyici faktör olmaya devam ediyor.

Aileler açısından da gelişen uydu teknolojileri sayesinde iletişim artık çok daha mümkün hâle geldi. Ancak burada çok önemli bir husus var: mesleğin aileler tarafından da bilinmesi gerekiyor. Eşlerin “denizci eşi” olabilmesi, mesleğin yükünü ve doğasını anlamaları çok kritik. Bu yüzden yıllar önce yaptığım çağrıyı burada yinelemek isterim: Denizciliği ve bu yaşamı anlatan, ailelere yönelik bir kaynak hazırlanmalı. Böylece denizcinin yakın çevresi, mesleğin gerçeklerini daha iyi kavrar ve denizde çalışan kişiye ek bir psikolojik yük getirmekten kaçınır.

Hong Kong’da bazı armatörlerin veri tabanlarındaki güvenlik açıklarını ortaya koyan çalışmalarınız çok dikkat çekmişti. Sektörde siber güvenlik zafiyetlerinin denizci sağlığı ve güvenliğiyle ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?  

Geçiş süreçleri, yani transition period, her zaman dikkat edilmesi gereken en kritik dönemlerdir. Risk assessment ve çeşitli analizler ne kadar titizlikle yapılmış olsa da, süreç mutlaka sürekli takip edilmeli; ortaya çıkan veya ortaya çıkma ihtimâli olan hatalar hızlıca giderilmelidir.

Hong Kong tecrübem de böyle bir döneme denk geldi. Hong Kong Armatörler Birliği (HKSOA), üyeleri için yeni bir yazılım projesi başlattı ve bunu dışarıdan bir ekibe teslim etti. En büyük riskleri, sıfırdan henüz doğru testlerden geçmemiş bir yazılıma topluca geçiş yapmalarıydı. Doğal olarak, yazılımda ortaya çıkan bir güvenlik açığı doğrudan tüm üyeleri etkiledi. Benim o süreçte fark ettiğim bu açık, birden fazla armatörü kapsıyordu. Şanghay’da yaşamam ve doğrudan iletişimde olmam sayesinde konu büyümeden ve zararsız şekilde çözüldü. Ancak bu örnek, test edilmeyen sistemlerin ne kadar büyük bir riske dönüşebileceğini gösteren somut bir örnekti.

Bugün GDPR veya KVKK gibi düzenlemeler olsa da, veri sızıntısı – özellikle personel bilgilerinin sızması-kesinlikle kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü siber güvenlik yalnızca ticarî verilerle sınırlı değil, aynı zamanda denizcilerin sağlığı ve güvenliğiyle de doğrudan ilişkili.

Bu farkındalıkla hazırladığım “SeaIT” kitabı ise benim için ayrı bir deneyim oldu. İsmi bile (pun intended) bir kelime oyununa dayanıyor: İngilizce’de “SeaIT” okunuşuna göre “Deniz Bilişim Teknolojileri” anlamına da geliyor, “See it” yani “Gör onu” olarak da algılanabiliyor. Kitapta her bölümün içine küçük gizli mesajlar bıraktım, riskli satırlar hariç gerçek kod örnekleri paylaştım. Yarı teknik bir dil kullandım; akademik jargondan ziyade denizcilik pratiğine uyarlanmış bir anlatımla. Örneğin başka kaynaklarda “ürün veri seti” diye okuyacağınız kavramları, bizde “gemi listesi” gibi sektöre özgü karşılıklarla örneklendirdim. Bu sayede denizcilik dünyasının kendi dilinde, her kademeden sektörde meraklı kişilerin temel yazılım, bilgisayar ve siber güvenlik farkındalığı kazanmasını sağladım.

Türkiye’de armatörler ve kurumların da bu konuda atması gereken adımlar açık: Siber güvenlik yatırımları, iyi bir risk assessment ile başlamalı ve doğru kontrol mekanizmalarıyla desteklenmelidir. Ancak o zaman hem ticarî operasyonların hem de denizcilerin sağlık ve güvenliğinin bütünsel olarak korunması mümkün olur.

Sizce önümüzdeki 10 yılın denizcilik gündeminde “Denizde Sağlık” başlığını en çok hangi teknolojik gelişmeler şekillendirecek? 

Yakın gelecekte “Denizde Sağlık” başlığını en çok şekillendirecek alanın psikoloji olacağı kanaatindeyim. Çünkü uzun seferlerin getirdiği yalnızlık, stres ve yıpranmanın yönetimi, teknolojik destek olmadan neredeyse imkânsız hâle gelecek. Yapay zekâ, bu alanda kusursuza yakın destek sağlayarak en önemli rolü üstlenecek.

Diğer taraftan sağlık sektöründe ekipmanların da çok daha ileri bir noktaya gideceğini düşünüyorum. Lazer tabanlı ameliyatlar gibi yüksek hassasiyet gerektiren operasyonların taşınabilir cihazlarla yapılabilir hâle gelmesi, gemi üzerindeki revirlerin de tamamen dönüşmesini sağlayacak. Daha ergonomik, daha küçük ama çok daha güçlü cihazlarla gemide sağlık hizmetleri yepyeni bir boyut kazanabilir. On yıl bu dönüşüm için gayet makûl bir süre.

Türk denizciliğinin uluslararası arenada özellikle dijitalleşme konusunda çok daha etkin olabileceğine inanıyorum. Bunu başarmak için ise doğru bir yol haritası çizilmeli. İlgili kurumların bir araya gelerek ortak noktaları belirlemesi, sektöre yön verecek işbirlikleri kurması şart. Ben de kendi adıma, ayda bir defa ofisimde genç denizcilere neredeyse tüm günümü ayırarak onların gerek teknolojik gerekse geleneksel denizciliğe dair bakış açılarını dinliyorum. Gerçekten çok güzel hayâlleri olan gençlerimiz var. Eğer bilgi akışını doğru şekilde toparlayıp gerekli yönlendirmeleri yapabilirsek, Türk denizciliğinin hak ettiği çok daha iyi yerlere geleceğine yürekten inanıyorum.

Türkiye’nin “denizde sağlık” perspektifini daha görünür kılması için ortak bir proje de geliştirilebilir. Örneğin, ücretsiz bir yapay zekâ altyapısı ile medikal neşriyatlar dijital platformlara aktarılabilir, gemilerin de bu doğru veri setlerinden destek alması sağlanabilir. Neden olmasın? Böyle bir proje, Türkiye’nin bölgede “Mavi Vatan” ve ötesinde ses getirmesini, denizcilikte öncü bir ülke olduğunu net bir şekilde kanıtlamasını sağlayabilir. Düşünsenize, Atlantik Okyanusu’nda seyreden yabancı bir gemi bile güvendiği kaynağa, Türk Sağlık İstasyonu uygulamasına bağlanıyor. Bu topraklar tıbbın başladığı topraklar: Anadolu. İşte bu vizyon, hem ulusal hem küresel ölçekte fark yaratacak bir adım olabilir.

Mürettebatınızdan aldığınız en unutulmaz sağlık veya güvenlik geri bildirimi neydi?

Son yıllarda ciddî bir sağlık veya güvenlik problemiyle karşılaşmadık. Bu da aslında ofiste elimizden gelen en yüksek performansı göstermemiz, riskleri önceden görüp destek mekanizmalarını sürekli çalışır tutmamız sayesinde oldu. Bence asıl başarı, sorun yaşamamak için gerekli önlemleri zamanında alabilmek.

COVID-19 sürecinde dijitalleşmenin denizcilerin sağlık yönetimine katkısına dair kendi gözleminiz nedir?

Pandemiden önce Çin’de yaşanan epidemiler sırasında bile bilgi kirliliğinin ne kadar tehlikeli olabileceğini görmüştük. COVID-19 döneminde ise denizcilerin aylarca, hattâ kimi zaman bir yıldan fazla süre gemilerden ayrılamadığını çok net hatırlıyoruz. İlaçları, hammaddeleri ve enerji kaynaklarını taşıyan denizcilerin “key worker” ilan edilmesi önemliydi. Ama öte yandan, birçok denizcinin limanlarda rıhtıma dahi adım atamaması, psikolojik ve fiziksel açıdan ağır bir yıpranma getirdi. Unutulmamalıdır ki dünyayı denizcilik taşıyor. Dijitalleşmenin katkısı, bu dönemde en çok iletişim kanallarında hissedildi. Geleneksel olarak yüz yüze ilişkilere dayanan sektörümüzde dijital çözümler, mesafeleri kısmen de olsa kapatmaya yardımcı oldu.

Kendi ifadenizle: “Denizde sağlık yatırımları, dijitalleşmenin ayrılmaz bir parçası mıdır?”

Sağlık benim uzmanlık alanım değil ama çok büyük ve çok boyutlu bir sektör olduğunu biliyorum. Denizcilikte sağlık yalnızca gemi revirlerinden ibaret görülmemeli; kıyı devletlerini, liman otoritelerini, hattâ yatlardan araştırma gemilerine kadar tüm unsurları kapsayan bütüncül bir alan olarak ele alınmalı. Denizcilerin sağlığı yalnızca denizde değil, karada da devamlılık göstermeli; spordan beslenmeye, sosyal hayata kadar uzanmalı. Bugün hâlâ bazı denizciler, vize kısıtlamaları nedeniyle karada sağlık hizmetlerine erişemiyor. Bu konu, Dünya Sağlık Örgütü düzeyinde bile kapsanması gereken bir mesele. Eminim Türkiye, bu alanda öncü ülkelerden biri olabilir.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın