Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölgemiz olmadan haklarımızı koruyamayız

MDN İstanbul

Hakan Mehmet Köktürk
Dz. Kur. Kd. Alb. (E) Hakan Mehmet Köktürk, Akdeniz’de Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne aykırı yaşanmakta olan MEB paylaşımını değerlendirirken, Türkiye’nin MEB ilanına gidecek süreci başlatmasının önemine dikkat çekiyor

Karasuları dışında kıyı devletinin haklarından bahsedildiğinde Doğu Akdeniz için “Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)” kavramları ön plana çıkmaktadır. Kıta sahanlığı kavramı, ABD Başkanı Truman tarafından 1945’de ortaya atılmış ve kısa süre içerisinde kabul görmüştür. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ise bu kavramı formüle etmiştir. Kıta sahanlığı 200 metre derinliğe veya doğal kaynakların işletilebildiği, bunun ötesindeki bir derinliğe kadar sualtı alanlarının yatağı ile toprak altının araştırma ve kaynaklarının işletilmesi konusunda münhasır egemen haklar vermektedir. Doğu Akdeniz konusu özelinde ise kıta sahanlığı hangi ülkeye ait ise hidrokarbon kaynakların işletilmesi hakkı da o ülkeye ait olacaktır.
MEB kavramı ise ilk defa 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’nde yer almıştır. MEB, karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz miline kadar uzanan bir alan içinde kıta sahanlığında kazanılan haklara ilave olarak, canlı doğal kaynaklar üzerinde de egemen haklar tanımaktadır. Yani kıyı devleti MEB’indeki hidrokarbon kaynaklarının kullanım hakkına sahip olduğu gibi balıkçılıkla ilgili düzenlemeleri yapma hakkına da sahiptir. Bir ülkenin MEB’i içerisinde, kimse o ülkeden izin almadan balıkçılık dahi yapamaz.
Ülkemiz bahse konu sözleşmelere taraf olmayıp, örf ve adet hukuku kuralları haline gelen hükümlerinden doğan hak ve yetkilerini kullanmaktadır.
1982 BMDHS, kıta sahanlığı tarifine derinlik kavramı yerine genişlik ölçütünü getirmiştir. Kıyı devletine 200 deniz millik saha kıta sahanlığı olarak verilmiş, kıta sahanlığı ile MEB çakışmıştır. Doğal uzantının önemi ise 200 deniz milinden sonra söz konusu olmaktadır.
1982 BMHDS’de bitişik veya karşı karşıya sahilleri bulunan devletler arasında MEB’in sınırlandırılmasının, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşılması amacıyla, uluslar-arası hukuka uygun olarak antlaşma ile yapılması gerektiği hükmü mevcuttur. Doğu Akdeniz’de de karşılıklı devletlerin sahilleri arasında mesafe 400 deniz milinden az olduğu için hakkaniyet açısından bir antlaşma yapılması gerektiği anlaşılmaktadır.
Kıta sahanlığı içinse, kıyı devletleri arasında antlaşma zorunluluğu olmayıp “kıta sahanlığı dış sınır bilgilerinin Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreterine tevdi edilmesi” yeterlidir. Ülkemiz tarafından 2013’de Kıbrıs Adası batısından geçen (32°16’18” D) boylamdan başlayan, Mısır ile ülkemiz kıyıları arasındaki ortay hattı takip eden ve Rodos Adası üstünden geçen 28° D boylamı arasında kalan alanın Türk kıta sahanlığı olduğu, 28° D boylamı batısında kalan alanda ise ilgili ülkelerin katılımı ile yapılacak antlaşmalarla belirleneceği Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler nezdinde verilen notalarla deklare edilmiştir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 2003 yılında Mısır, 2007 yılında Lübnan ve 2010 yılında İsrail ile MEB sınırlandırılması antlaşmaları imzalamıştır. Yunanistan’ın halihazırda MEB sınırlandırılması antlaşması olmayıp; GKRY, Mısır ve Libya ile antlaşma için görüşmelerini sürdürdüğü bilinmektedir.
GKRY’nin Mısır, Lübnan ve İsrail ile antlaşma yapabilmesinin altında ise Doğu Akdeniz’de ülkemiz ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarının yok sayılması yatmaktadır. Yoksa herkesin hakkı, hukuku korunmaya çalışılsa bu antlaşmaların bu kadar sorunsuz yapılabilmesine imkân yoktur.
Ayrıca 1982 BMDHS’de kıyıdaş devletler arasında nihai antlaşma akdedilinceye kadar, geçici düzenlemelerin nihai MEB sınırlandırılmasına halel getirmeyeceği yer almaktadır. Ülkemiz ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin içinde olmadığı antlaşmaların Doğu Akdeniz’de nihai antlaşma olamayacağı da ayrı bir gerçektir.
Her ne kadar kıta sahanlığı ve MEB’de kıyı devletinin kazandığı münhasır egemen haklardan bahsedilmiş olsa da, özü ülkelerin denizlerde egemen oldukları bölgelerin sınırlarının belirlenmesidir. Bu bölgelerin isimleri ne olursa olsun, bugün hangi ülkeye diğerine göre daha çok hak verildiyse ileride yine onun kazancı artacaktır. Bu şartlarda Mavi Vatan’ımızın sınırları belirlenirken, birkaç ülke aralarında antlaşma yaptı diye egemenlik haklarımızdan vazgeçilmesi mümkün müdür? Vatanımız üzerine bu tip paylaşım antlaşmaları tarihte önümüze çok konmuş ve akıbetleri herkesçe gayet iyi bilinmektedir.
Uluslararası hukuka uygun olması açısından; Doğu Akdeniz’de bizleri yok sayanların oyununu bozmak için bir an önce Doğu Akdeniz’de Libya’nın meşru hükümeti ile MEB sınırlandırılması antlaşması imzalanması, gerekirse MEB sınırlandırılması ile ilgili nihai bir antlaşmanın ülkemiz olmadan olamayacağını göstermek için tek taraflı olarak MEB ilanına kadar gidecek sürecin başlatılması gerekliliği ön plana çıkmaktadır.
Ancak üzerinde düşülmesi gereken esas konu ise uluslararası hukuk açısından neyin uygun olduğu ile ilgili tartışmalar kendi mecrasında devam ederken, Doğu Akdeniz’de tartışmalı bölgelerde bulunan/bulunacak doğalgaz ve/veya petrolün kimin olacağıdır. Akla gelen soru ise doğal kaynakları bulan, sürecin kazanan tarafı mı olacaktır?

Bunu Paylaşın