Diplomatik bir silah: Enerji jeopolitiği – Yüzeysel amaçlar, yüzeysel sonuçlar doğurur

MDN İstanbul

Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon yatakları ve Türkiye’nin bölgedeki müttefik ihtiyacını fırsata çevirmeye çalışan Rusya’nın hamleleri, bir kez daha gösteriyor ki; enerji jeopolitiği, 21’inci yüzyılda kesinlikle bir diplomatik silah haline geldi

Çok değil, iki sayı önce bu köşede ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişki sistematiğini sizlerle paylaşmış, Çin ile Rusya arasındaki işbirliğinin konjonktürel olduğunu vurgulamıştık. Ve uyarmıştık: ABD’nin küresel hegemonyasını sona erdirmek için anlayış birliği tesis eden bu iki güç er ya da geç karşı karşıya gelecek. Devamında belirtmiştik; ABD, öncelikli rakip olarak gördüğü Çin ile rekabette hamle üstünlüğü elde edebilmek için Rusya’yı Çin’den koparmayı deneyecek…

Bu tespitlere köşemizin müdavimlerinden çok farklı tepkiler aldık. Prensip olarak her görüşe saygılıyız. Zira, strateji üretirken matematiksel zekamız ile değil, analitik zekamızla hareket etmeyi tercih ediyoruz. Her fikir kırıntısı önemli, saygılıyız ve istifade ediyoruz. Karşı olduğumuz ise; hamaset, şişkin ve yüksek ego ve de kalıpların içine sıkışıp kalınması… Ve ne yazık ki şu da bir gerçek, hoşgörü ne kadar önemli ise de meselelere ideolojik optikten bakan stratejik ve ideolojik körlüğe tahammül edecek zaman değil. Bir de ikbâl telaşı ile esneyen ve girdiği her kabın şeklini alanlar var ki, onları kâle bile almıyoruz.

Enerji jeopolitiğinin jeostratejiye doğrudan etkisi
Son dönemde küresel arenada Rusya ile Çin ilişkilerinde anlaşmazlıkların suüstüne çıktığı sıklıkla yazılmaya başlandı. İki ülkenin çıkarlarının ayrışmaya başladığı ve aralarındaki rekabetin ivmeleneceği dahi yazıldı. Mesele öyle bir noktaya evrildi ki, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “Çin ile stratejik ortaklığımız ve işbirliğimiz devam ediyor. Hiçbir güç ilişkimizi bozamaz” mealinde bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Tespitlerimizde bir kere daha haklı çıkmamızı bir köşeye koysak da belki mevcut konjonktürde değil ama orta vadede Rusya’nın, Çin’e mesafe koyması yüksek olasılık.

Rusya ile Çin arasında 21 Mayıs 2014’te imzalanan, 2020 yılında faaliyete geçecek ve 30 yıl süreyle geçerli olacak yıllık 38 milyar metreküp gaz kapasiteli “Sibirya Gücü” boru hattı projesi iki ülke ilişkilerini stratejik seviyeye getirmiş ve ABD’ye karşı birleştirmişti. 4,000 km uzunluğunda ve 50 milyar dolar yatırımla gerçekleştirilen bu proje, iki ülke arasındaki işbirliğinde önemli bir manivela görevi görecek, bunda şüphe yok. Rusya’ya göre bu anlaşma “jeopolitik başarı” olarak görülürken, iktisadi bakış açısı ile asıl kazanan Çin oldu. Dikkat çekmek istediğimiz konu ise enerji jeopolitiğinin jeostratejiye doğrudan etkisi ki ilerleyen bölümde detaylandıracağız.

Jeopolitiğin iki kavramı coğrafya ve politikadır
Güç kullanımı ve coğrafya jeostratejinin iki bileşenidir. Ayrı düşünülmeleri mümkün değildir. Esasen coğrafya stratejinin anasıdır. Jeopolitik ise coğrafyanın uluslararası ilişkilere ve dış politikaya olan etkilerini araştırır. Kısaca jeopolitiğin iki kavramı; coğrafya ve politikadır. Neden mi, böyle bir giriş yaptık? Ne yazık ki inşaatın temeli sağlam atılmazsa bina en küçük sarsıntıda çöker de ondan… Okuduğumuz ve dinlediğimiz birçok yazı ve yorumda subjektif ve bi’ o kadar da sığ yorumlar görüyoruz da ondan. Kavramlar karıştırılıyor… Bazı isimlerin bizi şaşırttığını özellikle vurgulayarak yazımıza devam edelim.

Israrla belirttiğimiz önemli bir konu var: Enerji jeopolitiği… Zira, jeostratejiye etki edecek öneme sahip. Bu kavram özellikle 21’inci yüzyılda kesinlikle bir diplomatik silah haline geldi. Bu köşede önemine birçok kez temas ettik… Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları ve bunların hakça ve hukuka uygun paylaşımına yönelik milli çıkarlarımızın gerektirdiği duruşun çevresinde hemen herkes buluşunca enerji jeopolitiği de bilinir ve fark edilir oldu.

Bir dış politika enstrümanı: Rosneft
Rus milli petrol şirketi Rosneft, 22 Mart 2013’de sektörün önemli oyuncusu BP’yi 56 milyar dolara satın alınca, dünya tabiri caiz ise şok yaşadı. Tarihi süreçte her daim rekabet eden İngiltere ve Rusya’nın enerji jeopolitiği özelinde stratejik ortaklığa gitmeleri, jeostrateji kuramcılarını oldukça meşgul etti. Aslında sorunun cevabı basitti. Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısından sonra ciddi prestij kaybeden ve yüksek oranda cezaya maruz kalan BP batıyordu. Rusya, BP’yi batmaktan kurtardı. Karşılığında ise Putin, iktidarını ve meşruiyetini sağlamlaştırdı.

Gözden kaçan olgu ise şu oldu… Gelinen noktada Rosneft, Rusya için bir enerji firmasının çok ötesinde, aslında bir silah haline evrildi… Günümüzde Rusya enerji jeopolitiğini şüphesiz domine eden çok önemli bir aktör. Sadece sahip olduğu doğalgaz ve petrol kaynaklarından dolayı değil, oyunu kurabildiği için. Ve Rosneft Rusya için, Venezuela, Çin, Kuzey Irak ve hatta Mısır’ın Noor sahasına yönelik hamlesi dikkate alındığında, kesinlikle bir dış politika enstrümanı. Şunu unutmayalım: Putin rejiminin gücünü askeri kapasitesi teşkil ediyor. Bunu iten güç ise şüphesiz enerji kartı. Bu bağlamda Rosneft kesinlikle takip edilmesi gereken bir aktör haline geliyor. Not edelim…

Bakın, Rusya Enerji Bakanı Aleksandr Novak, 26 Temmuz’da Antalya’da katıldığı “Türkiye-Rusya İş Konseyi 20. Toplantısı”nda; Akdeniz’de Rus şirketlerin başarılı enerji projelerinde yer aldığını belirterek, “Eğer ticari açıdan tüm tarafların yararına projeler olursa, Rus şirketleri Doğu Akdeniz’de Türkiye ile işbirliğine yönelik kararlar alabilir,” argümanlarını kullandı. İnanılmaz bir şekilde ulusal basında karşılık bulmayan bu açıklama aslında oldukça önemli.

Savunma diplomasisi Münhasır Ekonomik Bölge ilanı için inanılmaz bir gayret harcıyor
Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de canla başla, bıkmadan ve usanmadan mücadele ettiği bir gerçek. Enerji kaynaklarının ve deniz yetki alanlarının hakka ve hukuka uygun paylaşımı mücadelesinde askeri gücüne yaslanmaktan imtina etmeyen Türkiye, bugüne dek kararlı bir duruş sergiledi ve doğal olarak KKTC’nin haklarını da gözetti ve gözetiyor. İki sondaj gemisi Yavuz ve Fatih, Kıbrıs’ın doğusu ve batısında fiilen delme işlemine başladı. Esasen bu hadise Donanmamızın koruyup kolladığı Münhasır Ekonomik Bölgemize bayrak dikmek anlamına geliyor ki, tarihi bir vakadır. Barbaros Hayrettin Paşa araştırma gemimiz ise Kıbrıs’ın güneyinde kararlılıkla faaliyet gösteriyor. Fırkateyn, korvet, denizaltı, deniz karakol uçaklarımız ve hatta IHA’larımız bölgede kesintisiz güvenlik şemsiyesi sağlıyor. Ez cümle; Bahriyeliler yine en önde…

Ancak, her ne kadar Deniz Kuvvetlerimiz başta olmak üzere savunma diplomasisi Münhasır Ekonomik Bölge ilanı için inanılmaz bir gayret harcasa da Dışişleri Bakanlığının sürüklediği dış politika bürokrasisi anlaşılmaz bir üslup ile ve reaktif yaklaşımla bunu sürekli öteliyor. Konunun siyasi politik açmazlardan kaynaklandığı görülüyor. Ancak, Doğu Akdeniz’de tek başına mücadele eden Türkiye’nin müteakip aşamada masaya güçlü oturabilmesi için proaktif davranması, bu bağlamda Münhasır Ekonomik Bölge ilanını zaruri bulduğumuzu ve her geçen gün geciktiğimizi vurgulamak isteriz. Umarız bu yanlıştan tez elden dönülür.
Küresel düzlemde enerji bölgelerindeki istikrarsızlık tesadüf değil
Stratejide genel kuraldır. Her ittifak karşı ittifakı doğurur. Bugün Doğu Akdeniz’de Yunanistan-GKRY ikilisi Mısır ve İsrail ile bir eksen teşkil etmiş durumda. Bu eksen ABD ve AB tarafından koşulsuz destekleniyor ve itiliyor. Nitekim Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesinde Yavuz ve Fatih Sondaj gemileri ile delme faaliyetlerine karşı yapılan hukuk dışı, mesnetsiz ve yanlı açıklamalar, ne yazık ki bölgedeki yalnızlığımızın ispatı gibi… Rusya ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yönelik faaliyetlerine karşı düşük tonlu ve uzlaşmacı bir dil kullanıyor.

Elbette Türkiye’nin S-400 konusunda geri adım atmaması Rusya’nın Türkiye’nin hassasiyetlerini kollamasına neden oluyor. Bu nedenle Rusya Enerji Bakanı Aleksandr Novak’ın açıklamasına tam da bu optikten bakmalıyız… Bu aslında net bir teklif. Elbette Enerji Bakanımızın da Rus ve Çinli enerji firmaları ile görüşüldüğünü açıklaması da not edilmesi gereken bir hamle. Devlet aklının çıkış arayışı olarak da görülebilir.
Son dönemde ABD’nin artan GKRY ilgisinin Rusya’yı rahatsız ettiği bir gerçek. Temmuz ayının ortasında ABD Temsilciler Meclisi, 733 milyar dolarlık 2020 savunma bütçe tasarısını kabul ederken, tasarıya eklenen bir madde, ABD’nin Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırmasını öngördü. Tasarıda, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini alması durumunda F-35 uçaklarının teslimatının durdurulmasını öngören ilgili madde aynen korundu. Tasarıda ayrıca, ABD’nin Türkiye’ye Patriot füze sistemlerini satması konusunda iki ülke arasında gerekli süreçlerin devamını teşvik eden bir madde de yer aldı. Bu gelişmeler Türkiye’yi rahatsız ettiği kadar Rusya’yı da yakından ilgilendiriyor. Zira ABD’nin gerek GKRY üzerinde hegemonya tesis etme gayretlerini ivmelendirmesi gerekse Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğinde yer alma ısrar ve isteğini açıkça ilan etmesi Rusya’nın menfaatine gelişmeler değil.
Gelinen noktada; Türkiye ile Rusya’nın çıkarları Doğu Akdeniz’de bir kez daha örtüşüyor. Nitekim, Rus şirketlerin Doğu Akdeniz’de Türkiye ile işbirliğine gitmeleri bu yüzden olası. Ve belki de Türkiye için tek çıkış yolu. Doğu Akdeniz’de kuşatılan, tecrit edilme riski ile karşı karşıya olan Türkiye ve çıkarları gereği Türkiye ile hareket etmek durumunda olan Rusya. Aslında bu yaklaşım reel politik ile uyumlu bir görüntü veriyor.
Diplomasi de bazı olgular ulu orta tartışılmaz, her şeyin bir adabı vardır. Bazen teklifler aracılarla yapılır ya da ima edilir. Bakın 10 Temmuz’da yazdığı makalesinde; Suriye ve Astana üçlüsünün (Türkiye, Rusya, İran) başarıyla yürüttüğü sürecin, İdlib’de sıkıntılı bir durumdan
geçtiğini vurgulayan, bu sıkıntıların Rusya’da nasıl algılandığını belirterek devamla Moskova’nın çözüm önerilerini ortaya koyan Putin’in danışmanı Rus stratejist Dugin’in yaklaşımı dikkat çekici.

Türkiye’nin stratejik çıkarları önündeki engeli İdlib olarak gören Dugin, Türkiye’nin İdlib’deki silahlı gruplara destekten vazgeçmemesini, bizzat kendisiyle ve bütün yürüttüğü politikalarla jeopolitik bir çelişki olarak görüyor. Şam’la ilişkilerin düzeltilmesinin, esasında Türkiye’nin Suriye’nin siyasi geleceğinin belirlenmesinde faal rol alabilmesinin önünü açacağı tespitinde bulunan Dugin, mevcut konjonktürde Türkiye için stratejik açıdan Doğu Akdeniz’de destek bulmanın hayati bir önem arz ettiğini, nitekim bölgede ABD, İsrail ve GKRY ile ilişkilerin keskin bir şekilde kötüye gittiğini, Ankara’nın Doğu Akdeniz’de müttefiklere ihtiyacı olduğunu, bu müttefiklerin de Suriye ve Mısır olduğunu ifade ediyor.
Artık pazılın parçalarını birleştirebiliriz. Rusya açıkça; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sıkışıklığını aşması için işbirliği öneriyor. S-400 meselesinde Türkiye’nin tutumu iki ülke arasındaki güveni perçinledi. Rusya, Suriye sorununun çözümünde de Türkiye-İran-Rusya sinerjisinin sürmesinden yana. Suriye’de Esat ile Türkiye’nin masaya oturması karşılığında açıkça Doğu Akdeniz’de ittifak öneriliyor. Rusya, Türkiye ile Mısır’ı da barıştırabileceğinin sinyallerini veriyor. Sözün özü, Suriye ve Mısır ile barışan bir Türkiye’nin; Suriye, Levant Bölgesi ve Doğu Akdeniz’de Rusya ile işbirliğini genişletmesi söz konusu… Son kertede, Rus Enerji Bakanı Novak’ın belirttiği üzere; bu işbirliğinin enerji boyutuna taşınması Doğu Akdeniz enerji jeopolitiği üzerinde ABD’nin olası hegemonya tesis etme olasılığının başlamadan bitirilmesi.

Kulağa hoş gelen bu argümanlar muktedir görülebilir. Lâkin yeterli değil. Türkiye için Rusya ABD’nin alternatifi olarak görülmemeli. Türkiye milli çıkarlarını gözeterek herkesle kazan-kazan prensibi ile işbirliği yapabilmeli. Rusya, Doğu Akdeniz’deki yalnızlığımızı aşmamıza vesile olabilir. Ama bu yeterli değil. Rusya ile gelişen ilişkilere ve yaratılan sinerjiye eklenecek önemli başka opsiyonlarımız da var. Misâl KKTC. Türkiye artık Kıbrıs’ta müzakerelerin bir fayda sağlamayacağını görüyor. Üstelik AB’nin apaçık GKRY’ye koşulsuz destek verdiği ortadayken… Çıkış yolu; artık KKTC’nin egemen bir devlet olarak tanınması. Türkiye artık bu kartı oynamalı. Nitekim Maraş’ın yeniden iskâna açılmasının gündeme gelmesi, KKTC’de deniz ve hava üslerinin açılması gibi hamleler bunun ispatı.

Öyleyse, Dugin özelinde Rusya’ya soralım:
İdlip meselesini dilinize fazla dolamayın. Kastınızı anlıyoruz, lâkin İdlip iki ülke ilişki sistematiğinde taktik bir detay. Stratejik olan ise şu, KKTC’yi tanımaya hazır mısınız? Bunu düşünün. Nitekim, muhtemelen bu soru Çin’e de sorulacak.

Bunu Paylaşın