Denizler için sonun başlangıcı: Küresel İklim Değişikliği

MDN İstanbul

Küresel İklim Değişikliği (KİD)’nin hızlanmasıyla birlikte son yıllarda dünyanın dört bir yanında ve hatta ülkemizde ciddi boyutlarda yaşanmakta olan doğal felaketler hepimizi derinden yaralıyor. Bilim insanları on yıllardır küresel ısınma diye uyarırken son yıllarda durum Küresel İklim Değişikliğine evrilmiş durumda.


Bu küresel krizin etkileri sadece sel, yangın, hortum olarak baş göstermeyecek elbette. En büyük oksijen kaynağımız olan denizlerimiz hem çevresel hem de ekonomik açıdan büyük bir tehdit altında. 

 

Yılbaşında denizlerimizde görülen, canlı yaşamının yanı sıra deniz nakliyesinden deniz turizmine, balıkçılıktan su sporlarına kadar çok geniş bir ticari alanı etkileyen müsilaj, küresel iklim değişikliğinin sonuçlarından biridir. Denizler için sonun başlangıcı olan bu olaya ehemmiyetle eğilmeli, tekrarlanmaması ve benzeri olayların yaşanmaması için mümkün olduğunca çaba gösterilmelidir. 

 

Diğer bir taraftan küresel iklim değişikliği ile birlikte yaşanan deniz seviyesindeki yükselme kıyı yapılarını etkilerken, bölgesel iklim değişiklikleri de gemilerle taşınan yükün cinsini değiştirip yeni nakliye güzergâhlarına ihtiyaç duyulmasına sebep olmuştur. Yani küresel iklim değişikliği farklı konularda ve farklı ihtiyaçlarda sürekli sektörümüzün önüne çıkmaktadır. 

 

IMO’nun küresel iklim değişikliğini önlemek için başlattığı regülasyonlar, USCG tarafından başlatılan ve sonrasında küresel ölçekte uygulanan balast suyu işletim sistemi zorunluluğu gibi tedbirler yaklaşan tehlikeyi önlemek adına alınmış olsa da hızla ilerleyen ve çok ciddi boyutlarda etkileri olacak bir dönemin içine ne yazık ki girmiş bulunmaktayız.


MarineDeal News olarak ‘zararın neresinden dönsek kârdır’ diyerek bir kez daha bu büyük soruna dikkat çekmek istiyoruz. Bu kapsamda, önceki sayılarımızda gemilerde yakıt olarak amonyak kullanımından, müsilajın deniz ticaretine etkilerine kadar birbirinden farklı haber dosyaları hazırlayıp, makaleler yayımladık. Dördüncü gücün medya olduğuna inanarak, hem kamuoyunda hem de İdare üzerinde etkili olmasını da umarak bu kez yüzümüzü doğrudan küresel iklim değişikliğine ve denizlere etkisine çevirdik. 

 


 

Prof. Dr. Firdes Saadet Karakulak / İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi

 

‘Kafeslerdeki balıklarda toplu ölümler görülebilir’

 

 

Yeni bilimsel araştırmalar, denizlerimizin yükselen sıcaklığı ile balık göçü üzerinde güçlü bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu yeni bulgulardan, normalde tropik bölgelerde gelişen balıkların daha serin denizleri keşfetme çabası içinde hızla göç ettiği anlaşılmaktadır. Bu göç eden balık türleri, daha iyi oksijenli su ve çok daha zengin bir gıda kaynağı arayışı içinde kutup bölgelerinin topraklarına doğru gitmektedir.


Çeşitli üniversiteler ve çevre örgütleri tarafından yapılan son çalışmaların sonuçlarına göre; 2050 yılına gelindiğinde iklim değişikliğinin artması ve küresel ısınmanın devam etmesi halinde önemli miktarda balık türünün kaybolacağı tahmin edilmektedir.


Balık sadece göç etmekle kalmaz, daha çok tercih edilen koşullara göç eder. Aynı zamanda diğer deniz canlıları yaşamı da toplu göçü, hayatlarının bir parçası olarak yapar. Örneğin; Virginia eyaletinde küçük bir balıkçı köyü dünyada dil balığı ile meşhurdu. Son yıllarda yükselen su sıcaklıklarından dolayı dil balıkları New York ve New Jersey yakınlarındaki daha soğuk sulara göç etmiştir.  Mavi midyeler yaz sıcaklıkları ile mücadele ederken, mavi yengeçler önceden Kuzey Amerika bölgelerinde bulunmazken son yıllarda kuzeye doğru göç etmektedir. Fakat göç kabiliyeti zayıf olan denizyıldızları, denizkestaneleri gibi deniz canlılarının yaşamları tehdit altındadır.


Türkiye’de uzun yıllara dair araştırmalar bulunmamasına rağmen, balıkçılık faaliyetlerinden bazı değişimler olduğu görülmektedir. Balıkçılık sezonu 1 Eylül’de açıldı ancak yaklaşık iki hafta boyunca avcılık faaliyeti gerçekleşmedi. Bunun nedeni su sıcaklığının yüksek olması ve balık sürüsünün dağınık hâlde bulunmasıdır. Ancak su sıcaklığının düşmesi ve balık sürülerinin bir araya gelmesiyle balıkçılık faaliyetleri başlar.  Ayrıca, palamut göçlerinde de değişimler görülmektedir. Daha önceleri eylül-ekim aylarında Karadeniz ve Marmara Denizi’nde palamut avcılığı daha yoğun yapılmakta iken son yıllarda aynı dönemlerde Çanakkale Boğazı’nda da avcılık yoğun olarak yapılmakta. Bu veriler, palamut balığının Marmara’da kalmayarak çok kısa sürede göç ettiğini göstermektedir. Doğu Akdeniz sularının ısınmasıyla birçok türün Karadeniz’e çıktığı ve Karadeniz’de yeni tür kayıtların olduğu da bilinmektedir. Mavi yengeç, sardalye, kupes balıkları bunlardan bazılarıdır. Birçok bilimsel makalelerde Karadeniz’in Akdenizleştiğinden bahsedilmektedir.


1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra, Kızıldeniz’den birçok deniz canlısı Akdeniz’e girmeye başlamıştır. Bu türlere lesepsiyen türler adı verilmektedir. Dünyadaki iklim değişimin sonucu olarak artan su sıcaklıkları lesepsiyen türlerin daha fazla Akdeniz’e geçmesine ve dağılım alanlarının genişlemesine yol açmıştır. Doğu Akdeniz’de 775 tür kaydedilmiştir. Ülke sularımıza yeni giren bu türler ile yerli türler arasında rekabet olmakta ve bu durum balık stoklarımızın azalmasına da yol açmaktadır. Balon balığı ve aslan balığı gibi zehirli türler de yenildiği takdirde insan sağlığı için tehlike oluşturmaktadır. Balon balığı dişleri keskin olduğundan balıkçıların av araçlarına da zarar vermektedir. Yapılan bir bilimsel çalışmaya göre;   Türkiye’nin güney kıyılarında avlanan küçük ölçekli balıkçıların yüzde 92’si balon balıklarının av araçlarında hasara sebep olduğunu belirtmiş ve ayrıca balıkçıların yüzde 90’ı bu türlerinn yakaladıkları hedef ava da zarar verdiklerini rapor etmişlerdir. Küçük ölçekli balıkların yıllık zararı 2016 yılı için tekne başına 931 euro olarak hesaplanmıştır. Bu balıkçılık grubunun sermayesi oldukça düşük ve avladıkları balık miktarının da düşük olduğunu düşünürsek söz konusu bu durum balıkçıları oldukça mağdur etmektedir.


Küresel iklim değişikliği tehdidini denizler özelinde değerlendirdiğimizde;

 

  • Okyanusların fiziksel özellikleri üzerine potansiyel etkileri:

Su sıcaklığının artması ile birlikte deniz seviyelerinde, akıntı sistemlerinde, tuzluluk ve ph seviyelerinde değişim beklenmektedir. Özellikle okyanusların asitliği artmakta, tüm deniz canlılarının yaşam varlığı için gerekli olan kalsiyum gibi minerallerin azalmasına yol açmakta ve bu durum tüm deniz canlı yaşamı tehdit etmektedir. Karides, ıstakoz, yengeç gibi türler kabuk değiştirerek büyümesini gerçekleştirir. Yeni kabuk oluşumu için kalsiyuma ihtiyaç vardır. Kalsiyum deniz canlı yaşamı için çok önemli bir mineraldir.


Su sıcaklığının artması, kutuplardaki buzulların erimesiyle su seviyelerinin yükselmesi söz konusudur. Geçen yüzyılda su seviyeleri 10-20 cm yükselmişken bu yüzyılda 50-60 cm yükselmesi beklenmektedir. Bu durum deniz kıyısı ülkeleri ve ada ülkelerini olumsuz etkileyecektir. Denizlerin en verimli kıyısal alanları kaybolacak, biyoçeşitlilik ve canlı verimliliği olumsuz etkilenecektir. Küresel ısınma sadece deniz yaşamını direkt olarak etkilemeyecek, habitat kayıplarına da yol açacaktır. Su sıcaklığının artması mercan ve deniz çayırlarını da olumsuz etkilemektedir. Pasifik ve Hint Okyanusu’nda kitlesel mercan ölümleri görülmüştür. Mercanların ölümleri biyoçeşitliliğin azalmasına yol açtığı gibi karbondioksitin denizler tarafından emilimini de azaltacaktır.


  • Deniz balıkları üzerine potansiyel etkileri:

Göç yolları ve üreme modellerinde değişim ile besin zincirinde olumsuz etkiler yaşanmaktadır.


Balıkların göç yolları ile birlikte balıkçılık faaliyetleri de değişim göstermektedir. Örneğin; Karadeniz hamsisi sonbahar aylarında su sıcaklığının azalmasıyla birlikte Türkiye sularına göç etmekte ve en verimli avcılık Türk sularında yapılmakta iken son yıllarda hamsi göçü Gürcistan’a doğru kaymıştır. Bundan dolayı Türk gırgır balıkçıları, balıkçılık faaliyetlerini Gürcistan sularında özel izinlerle yapmaktadır.


İklim değişikliğinden su ürünleri yetiştiricilik sektörü de olumsuz etkilenecektir. Su sıcaklıklarının artmasıyla birlikte yüksek sıcaklıkta yaşayan bakteriler çoğalacak ve bunların hastalık oluşturma kapasiteleri de artacaktır. Kafeslerdeki balıklarda toplu ölümler görülebilir.


Marmara Denizi’nde bu sene yaşanan müsilaj olayı da iklim değişikliğinin ve deniz kirliliğinin etkisiyle oluşmuştur. Su sıcaklığının artması denizin durağan hâle gelmesi, denizde artan azot ve fosfor miktarları fitoplanktonlar için stresli bir ortam yaratmıştır.


Deniz kirliliğin önlenmesi, azot ve fosfor yükünün azaltılması, atık suların derin deşarj altında denize bırakılmaması oldukça önemlidir. Deniz ekosistemine müdahale edilmedikçe insan etkisini azalttığımız sürece sistem kendi kendini yenileyecektir. Karbon ayak izimizi mümkün olduğunca azaltmamız gerekir.


Balıkçılık ve su ürünleri yetiştiricilik sektöründen sorumlu Tarım ve Orman Bakanlığı, ekosistem temelli balıkçılık yönetim planı mutlaka uygulanmalıdır. Değişen ekosistemi izleyerek, balıkçıların sosyo-ekonomik durumlarını da dikkate alarak yeni planların yapılması gerekir.




 

Doç. Dr. Gökhan Kara / Meteoroloji Mühendisi,

İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Bölümü

 

‘Kuru dökme yük gemilerine yeni rotalar eklenecek’

 

 

Sera gazı emisyonlarında hızlı ve büyük oranda azalma gerçekleşmezse, 2050 yılına kadar küresel ısınmanın 1,5oC, hatta 2,0oC ile sınırlandırması imkânsız olacaktır. İklim değişikliği, dünyanın ortalama sıcaklığındaki değişime bağlı olarak hava olaylarının belirli bir dönemdeki davranışının değişimi ve bunun sonucunda meydana gelen olayların ve etkisinin toplamı olarak tanımlanabilir. Dünyamız milyonlarca yıl içinde şimdikinden daha sıcak ve daha soğuk dönemler geçirmiştir. Sıcaklıktaki bu değişimler milyon yıllara karşılık geldiğinden, bu sıcak ve soğuk büyük salınım dönemleri içinde binlerce yılla ifade edilen küçük salınımlar da olmuştur. Bu nedenle günümüzde 50-100 yıllık kısa ısınma trendini bunlarla karıştırmamamız gerekir. Günümüzde gerçekleşen bu son ısınma trendi doğal olmayan süreçlerle, yani insanlar tarafından inanılmaz derecede desteklenmiştir. Nüfus artışı ve buna bağlı sanayileşme ile birlikte fosil yakıtların kullanılması bu süreci önemli derecede hızlandırmış ve başta CO2 olmak üzere atmosfere bu şekilde birçok zararlı gaz bırakılmaktadır. Atmosferde sera gazı olarak bilinen CO2, su buharı, metan, ozon, azot oksitler ve kloroflorokarbonlar dünyamızın sıcaklığının dengede kalmasını sağlarlar. Isının yeryüzünden uzun dalga boylu radyasyonla uzaya kaçmasını engellerler. Bu doğal olaya “Sera Etkisi” denir. Ancak, “Greenhouse Gases” (GHG) olarak adlandırılan bu gazlar normalden daha fazla atmosfere bırakılırsa, uzaya kaçması gereken ısının atmosferde kalmasını ve dünyamızın normalden fazla ısınmasına neden olmaktadır. Bu da günümüzde yaşadığımız kuraklık, su azlığı, yangınlar, yıkıcı fırtınalar, eriyen kutup buzulları gibi sonuçlarla karşı karşıya kalmamıza neden olmaktadır.


İklim değişikliğine neden olan emisyonlar dünyanın her yerinden kaynaklanmakta ve aynı oranda tüm dünyayı etkilemektedir. Diğer bir deyişle, ülkelerin ürettiği emisyonlar dünyamızın atmosferinde sınır tanımadan bir yerden bir yere taşınmakta ve üretildiği yerin dışında küresel ölçekte iklim değişimine katkıda bulunmaktadır. Her ülke atmosfere farklı oranda emisyon bırakmaktadır. En az emisyon yayan 100 ülke, toplam emisyonların yüzde 3’ünü oluştururken, en büyük emisyon üretimine sahip 10 ülke yüzde 68 emisyon oluşturmaktadır. Bu yönden bakıldığında ülkelere büyük sorumluluklar düşmektedir.


‘Limanlara yeni yatırımlar gerekecek’


İklim değişikliği, denizyolu taşımacılığına ve küresel intermodal taşımacılık ağlarının direncine yönelik ciddi riskler oluşturmaktadır. Özellikle aşırı meteorolojik hava olayları denizyolu taşımacılığı operasyonlarında önemli aksamalara yol açma potansiyeline sahiptir. İskelelere, rıhtıma, terminal binalarına, gemilere ve kargoya doğrudan zarar verebilir. Özellikle limanlar, kasırgalar ve tropikal fırtınalar gibi afetlere karşı oldukça savunmasızdır. 2018 yılının Eylül ayında Güney Çin’i vuran Mangkhut tayfunu Shenzhen Limanı’nı ve Hong Kong Limanı’nın üç gün boyunca kapanmasına neden olmuştur. Bu limanlar dünyanın en büyük konteyner limanları içinde ilk sıralarda olduklarından, küresel tedarik zincirinin gecikmesine sebep olmuşlar ve önemli ekonomik kayıplar meydana gelmiştir.


İklim değişikliği denizcilik sektörünün tüm alanlarına doğrudan veya dolaylı olarak etki edecektir. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz;


Yüksek hızda esen rüzgârlar, dalgalar, aşırı yağışlar geminin yanaşma manevra ve yükleme boşaltma ve vinç operasyonlarını olumsuz etkileyecek ve gemi servis hizmet süreleri artacak, 

 

Açık denizlerde uzun süreli ağır hava koşulları kaza riskinin artmasına, seyir sürelerinin uzamasına, dolayısıyla yükün gecikmesine, yakıt tüketiminde artışa,  dolaylı ek maliyetlere neden olacak,


Limanlarda; hâkim rüzgâr, dalga ve akıntı yönleri değişecek ve yeni yatırımlar gerekecek,

Ortalama deniz seviyesinin yükselmesi, limanlarda ve diğer kıyı ulaşım altyapılarında kalıcı veya tekrarlayan deniz taşkınlarına neden olacak, kıyısal dip taşınımı ve buna bağlı deniz dibi tarama ihtiyacı artacaktır.


Kuraklık nedeniyle nehirlerin seviyesinin düşmesi nedeniyle, yanaşma yeri ve nehir gemilerinin yeniden dizayn edilmesi gerekecektir.


Küresel iklim değişikliğinin denizyolu taşımacılığı üzerindeki dolaylı etkilerinden biri de, tarımsal ürünlerin üretildikleri bölgelerin değişmesine bağlı olarak, gemilerin ticari rotalarının değişmesidir.  Özellikle tahıl ürünlerinin üretimi son yıllarda küresel sıcaklık artışı nedeniyle kuzey ülkelerinde önemli bir artış göstermiştir. Bu da toplam gemi sayısının yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan kuru dökme yük gemilerinin sefer bölgelerine yeni rotaların dâhil edilmesini gerektirecektir. Ayrıca, iklim değişikliği nedeniyle nüfus yoğunluğu ve dağılımında olabilecek değişiklikler uluslararası ticarette kapasite, üretim ve tüketim noktalarının değişmesine neden olacaktır. Bunların dışında küresel sıcaklıklarının artmasına bağlı olarak, 2050 yılından sonra Arktik Okyanusu’nda deniz buzunun daha kuzey enlemlerine çekileceği ve kuzey deniz rotasının (Northern Sea Route-NSR) denizyolu taşımacılığına daha elverişli hâle geleceği tahmin edilmektedir[1]. Özellikle yaz aylarında deniz buzlarının erimesi ve çekilmesi sonucu Arktik Okyanusu (NSR) rotası üzerinden yapılan denizyolu taşımacılığının, Süveyş Kanalı üzerinden yapılan geleneksel rotaya kıyasla Asya’dan (Yokohama) Avrupa’ya (Rotterdam) seyir mesafesini yaklaşık yüzde 40, seyir süresini 48 günden 35 güne kadar düşürebileceği öngörülmektedir (Şekil1).

Şekil 1. Kuzey Denizi Rotası ve mevcut kullanılan rota2.

 

Sera gazı emisyonları yükselmeye devam edecek


Sera gazı emisyonları son üç milyon yılın en yüksek seviyelerindedir ve hâlen de yükselmeye devam etmektedir. Dünyamız 1800’lü yıllara oranla yaklaşık 1.2oC daha sıcaktır. Karbondioksit emisyonları günümüzdeki oranda artmaya devam ederse, yüzyılın sonuna kadar sıcaklık 3oC ila 5oC arasında artacağı beklenmektedir. Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change –IPCC)’nin 6’ncı raporuna göre; sıcak hava dalgaları, yoğun yağışlar, kuraklık ve tropikal fırtınalar gibi aşırı hava olaylarının meydana gelmesinde insan faktörünün etkisi bir kez daha vurgulanmıştır. IPCC’nin beşinci raporundaki sıcaklık artışı tahminlerine, 9 Ağustos 2021’de yayınlanan son raporunda ortalama 0.1 oC daha eklenmiştir3. 

 

Küresel iklim değişikliğinin bu kadar hızlı ilerlemesinin nedenlerinden biri de, meydana gelen olayların sonuçlarının diğer olayların gerçekleşmesine olumsuz katkıda bulunmasıdır. Örneğin; kutup bölgelerindeki buzulların erimesi okyanus suyunun sıcaklığını düşürerek ve buna bağlı akıntılar meydana gelerek aşağı enlemlerin havasının değiştirmesine neden olmaktadır. Ayrıca, güneş ışınlarını yansıtma özelliğine sahip ve dünyanın albedosunu dengeleyen buzulların erimesi, gelen enerjinin yansıtılmadan absorbe edilmesine imkân verecektir. Bu da dolaylı olarak küresel ısınmaya katkıda bulunmaktadır. Tüm bu olaylar birbirine bağlı zincirleme olarak biri diğerini tetikleyen unsurlardır. Bunlar sıcaklığın son 50-100 yıl içerisinde logaritmik bir artış göstermesinin en önemli nedenlerindendir.


İklim değişikliğinin ileriye dönük sonuçlarından biri de kuraklığa bağlı tarımsal alanların azalması ve su eksikliği nedeniyle yakın gelecekte insanların daha verimli alanlara göç edecek olması ve “iklim mültecilerinin” sayısı artmasıdır. İklim değişikliğinin sonuçlarını meteorolojik olaylar açısından değerlendirecek olursak; ekvatora yakın enlemlerde meydana gelen tropikal fırtınaların sayısı ve şiddeti daha da artacak, deniz ve okyanusların sıcaklığının değişmesine bağlı olarak daha yüksek enlemlerde de bu tür yıkıcı fırtınalar oluşmaya başlayacaktır. Bazı yerlerde kuraklık artarken, buna bağlı orman yangınları artacak, tarımsal ürünlerin üretimleri düşecek, su kaynakları azalacak, toprak ve su kaynaklı birçok hastalık ortaya çıkacaktır. Bazı bölgelerde aşırı yağışlara bağlı seller, toprak erozyonu oluşacaktır.  Hatta son zamanlarda ülkemizde de şahit olduğumuz gibi hortumların, aşırı yağışların, kuraklığın, orman yangınları vb. doğal afetlerin şiddeti ve görülme sıklığı artmıştır. Bundan sonra ülkemiz de alışık olmadığımız bu olaylar ile çok daha fazla karşı karşıya kalacaktır.


‘Her ülke acil eylem planı oluşturmalı ve uygulamalı’

 

1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin imzalanmasından bu yana enerji ve endüstriden kaynaklanan CO2 emisyonları yüzde 60 oranında artmıştır. Maalesef gerçek çok önceden anlaşılmasına rağmen, artan nüfus ile birlikte ülkeler insanlarının ekonomik ve sosyal refahları için atmosferi, denizleri ve karaları kirletmeye devam etmişlerdir.


2050 yılına kadar sıfır emisyon taahhüdünde bulunan ülke sayısı gittikçe artmaktadır. Ancak ülkeler bu hedeflerine ulaşsa bile dünyanın küresel ısınma artışını 1,5oC’ye kadar sınırlayabilmektedir. Bu şu anlama gelmektedir. İklim değişikliğini önlemeye yönelik tüm önlemleri şimdi uygulamaya başlasak bile,  1,5oC ısınmanın altına inmemiz mümkün görülmemektedir. Bu yönde öncelikle; 

 

Her ülke acil iklim eylem planları üzerinde çalışmalı veya bir an önce planlarını uygulamaya geçirmesi, 

 

Ülkelerin tamamının özellikle en büyük emisyona sahip olan bazı ülkelerin uluslararası sözleşmelere taraf olması,

2030 yılına kadar karbondioksit emisyonlarının yüzde 50 azaltılması ve bunun için de 2030 yılına kadar fosil yakıt üretimini yılda yaklaşık yüzde 6 oranında düşürülmesi4, 

 

Yine bu süre içerisinde yenilenebilir temiz enerji teknolojilerinin araçlarda, enerji verimliliği sağlayan binalarda, sanayide, limanlarda, gemilerde kullanımının büyük oranda yaygınlaştırılması,


Fosil yakıtlardan güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına hızlı bir geçiş yapılması, 

 

Net sıfır emisyon hedefi için kömür, petrol ve gaz kullanımında büyük düşüşler gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Bunun için, 2035 yılına kadar içten yanmalı motorlu binek otomobil satışlarının durdurulması ve 2040 yılına kadar tüm kömür ve petrol santrallerinin aşamalı olarak devre dışı bırakılması gibi yani fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapılması,


En önemlisi bu sürecin bir an önce uygulanmaya başlanması gerekmektedir.

 

KAYNAKLAR

  • Kara G., (2015), “The Impact of Climate Change on Maritime Transport Routes”, International Conference on Engineering and Natural Sciences (ICENS 2015), Skopje, Macadonia, 15-19 May 2015, pp:50-55
  • Northern Sea Route Information Office; National Snow and Ice Data Center, Cosco, Lloyd’s List.
  • IPCC, 2021: Climate Change 2021: The Physical Science Basis. Contribution of Working Group I to the Sixth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Masson-Delmotte, V., P. Zhai, A. Pirani, S. L. Connors, C. Péan, S. Berger, N. Caud, Y. Chen, L. Goldfarb, M. I. Gomis, M. Huang, K. Leitzell, E. Lonnoy, J. B. R. Matthews, T. K. Maycock, T. Waterfield, O. Yelekçi, R. Yu and B. Zhou (eds.)]. Cambridge University Press. In Press.
  • Net Zero by 2050. A Roadmap for the Global Energy Sector. Reserved. International Energy Agency (IEA). Flagship report, May 2021.



Doç. Dr. Nur Eda Topçu / İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi


‘İklim değişikliği müsilajda kirlilikten daha etkili’




Özellikle deniz canlılarının yaşam döngüsünde sıcaklık çok önemli bir parametredir. Bu bir sinyaldir aslında. Ne zaman üreyeceklerine ya da ne zaman göç edeceklerine sıcaklık karar verir. İlk parametre sıcaklıktaki değişimlerdir. Deniz canlıları sıcaklık değişimlerini algılar ve buna göre hayatlarındaki değişimleri ve geçişleri gerçekleştirirler. Dolayısıyla sıcaklıktaki bu değişimler başta üremeyle ilgili olan değişimleri oldukça etkiler. Balıklarda yumurtlama zamanı çoğunlukla ilkbaharda gerçekleşir. Üremenin başlangıç sinyalidir, yumurta geçişleri sağlanır. İlkbaharların erkene gelmesi bunun zamanını değiştirecektir. Bahar aylarının 3 ay sürmesi beklenirken bu süre oldukça kısalmış durumda. Dolayısıyla daha erken bir üreme periyoduna girilmesine sebep olabilir. Bu da üreme aralıklarını kısaltacaktır. Sonuçta da bu balıkların popülasyonları etkilenecektir. 


Mercanların üreme periyodlarında yaz aylarında bir durağanlık olur. Haziran civarında üremesini gerçekleştiren hayvan durağan bir devreye girer. Bu durum sıcaklıklar sürdüğü sürece devam eder. Daha sonra sonbaharın gelmesiyle birlikte tekrar yumurta gelişimi başlar. Kış ayları boyunca beslenir, o yumurtalar büyür, ilkbaharda özellikle pikaplanktonların büyümesiyle birlikte hız kazanır. Tam olgunlaşma dönemine girer, yumurtalar iyice olgunlaşır ve yazın tekrar o yumurtaları atıp dinlenme evresine geçer. Bu şekilde bir yaşam döngüsü var. Yazın uzaması ve sonbaharda havaların bir türlü soğumaması durumunu biz de günlük hayatımızda yaşayarak tecrübe ediyoruz. Yaz uzun bir süre devam ediyor ve sonra birden pat diye kış geliyor gibi hissediyoruz. Bu aynı şekilde deniz canlıları için de kafa karıştırıcı oluyor. Hayvanlar yaz dinlenmesinden ne zaman çıkacağını şaşırabilir. Bazı türler üreme sürecine bir türlü giremeyebilir. Göç eden balıkların göç düzenleri ciddi anlamda etkilenebilir. 


Sıcaklık, akıntıları da oldukça etkiliyor. Bu sene Atlantik’teki akıntıların çok büyük bir oranda hız kaybettiği gözlemlendi. Son derece kaygı verici bir şey. Bu durumun bizim için çok ağır sonuçları olacak ve denizlerle içindeki canlıları da etkileyecek. Göçleri ve popülasyonları da etkileyecektir. 



Yapılacak fazla bir şey yok. İnsanların endüstriyel çağa geçmesiyle başlayan bu karbon salınımı süreciyle ilgili olarak 1920’lerde, 30’larda yazılmış makaleler var. Karbondioksit salınımlarının ciddi sonuçları olabileceği o zamanlar da değerlendirilmiş. Ayrıca, 70’lerde insanların iklimi değiştirdiği kanıtlandı ancak kimse bu durumu ciddiye alıp harekete geçmek istemedi. 2020’lere geldik ve bu durumun etkisini günlük hayatımızda oldukça şiddetli bir biçimde hissetmemize rağmen gerekli önlemleri hâlâ almıyoruz. Bu durum oturmuş bir sistem halini almış vaziyette ve birden ortadan kaldıramayız ancak bir yerden de başlamamız gerekiyor. Bilim insanlarının tavsiyeleri dikkate alınmalı. Karar vericiler üzerinde gerekirse toplum baskısı oluşturulmalı. 


Mercanlar üzerinde ilk toplu ölümler 90’larda gözlemlendi. İlk büyük toplu ölüm 1999 yılında gerçekleşti. Özellikle Batı Akdeniz’de. Çünkü orası daha hızlı ısınıyor. Mercanlar ve süngerler dediğimiz, renkli alglerin arasında yaşayan bir katman var. Posidonia’dan sonraki en önemli ikinci habitattır. Çok zengindir. Koralijen denir. Koralijenlerin ana unsuru rengarenk yosunlardır. Örtü şeklinde bir kabuk gibi yapısı bulunan bu canlıların arasında da mercanlar ve süngerler olmak üzere birçok canlı yaşar. Çok önemli bir habitattır. 


Bu habitat bizim sularımızda daha derinlerde bulunuyor. Şu an için toplu ölüm vakaları yaşanmadı ancak önümüzdeki süreçte daha dikkatli inceleyeceğiz. Çünkü başlayabilir. Batı Akdeniz daha hızlı ısındığı ve daha sığ olduğu için orada çoktan başladı. Ağustos ayında ve yaz sonunda da devam eden 24 derece üstü sıcaklar bu canlılar için ölümcül düzeyde. Dokuları bozulmaya başlıyor ve bütün canlı doku yok oluyor. Her sene giderek artan ölümler görülüyor.  


Akdeniz dünyada en hızlı ısınan deniz. Biz çoktan sınırlara dayandık. Okyanuslar sıcaklık olarak Akdeniz’in gerisinden geliyor. Bulunduğumuz bölge iklim değişikliği açısından bir laboratuvar niteliğinde. Çünkü çok daha hızlı yanıt veriyor ve etkilerini de daha çabuk görüyoruz. Ben Marmara’daki müsilaj sorununda iklim değişikliğinin doğrudan etkili olduğunu düşünüyorum. Evet, kirlilik oldukça önemli bir etken ancak Marmara’nın 1980’lerden beri kirlilik toleransına doyduğuna dair veriler mevcut. 


Çözüm olarak iklim değişikliğini doğrudan durduralım demiyorum, çünkü tek seferde durdurabileceğiniz bir şey değil. Öncelikle kirliliği ortadan kaldırmalıyız. Özellikle ileride bir iklim değişikliği yaşansa da geçtiğimiz dönemdeki gibi bir müsilaj problemiyle karşılaşmayız.


Mercanları koruyabilmek için önce denizlerimizi temiz tutmalıyız. Balıkçılığı sınırlamalıyız. Kontrollü balıkçılık yapılmalı ve mercan yatıklarında balıkçılık yapılmamalıdır. Bu bölgelerin koruma altına alınması gerekir.  Mercanlar birçok balık için barınma alanı oluşturuyor. Bu habitatlar gidince balık popülasyonu da etkilenecektir.




os


Prof. Dr. Osman Azmi Özsoysal / İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi


‘Denizden yaşamını sağlayanların da yaşamını zorlaştıracaktır’




İklim değişikliklerinin arkasında yatan sadece ve sadece tek bir neden vardır: Küresel ısınma. Küresel ısınmada bir tek etken, baskın rol oynamaktadır: Karbon elementi. Sıcakkanlı memeliler kendi metabolizma hızlarına bağlı olarak vücutlarına aldıkları besinleri sindirirken, bir kimyasal reaksiyonla glikozu (C6H12O6) su (H20) ve karbondioksite (CO2) parçalamaya çalışırlar. Dünyada en fazla karbondioksitin deniz yüzeyinde olduğu ve deniz canlılarından üretildiği yönünde bilimsel araştırmalar var. Karbondioksitin karbon ve oksijen moleküllerine dönüştürülmesini ise ancak ve sadece bitkiler yapabiliyor. Günlük üretilen karbondioksit miktarını oksijene dönüştürmeye yetecek kadar yeşilliğe, bitkiye, ağaca yani ormanlara ihtiyacımız var. Terazinin bir kefesi dengeyi bozacak şekilde ağır bastığında sorun başlıyor ve biz bunu küresel ısınma olarak tarif ediyoruz. Karbondioksit tek başına küresel ısınmaya nasıl neden oluyor diye bir soru akla gelebilir. Gerek karbondioksit ve gerekse su buharı sera gazı olarak nitelendirilmektedir. Karbondioksitin özgül hacmi su buharı ve oksijene göre daha fazladır. Sıcaklık veya basınç değişimleri özgül hacim değerlerini de değiştirir. Çıplak gözle görmediğiniz karbondioksit yeryüzünde veya kara yüzeylerinde bir tür alçak bulut gibi tabaka oluşturur. Güneş ışınları sözünü ettiğimiz tabakadan dik açıyla geçip yeryüzüne ulaşır ve burada kırılıp yansıyarak tekrar sera gazı bulutuna yani karbondioksit tabakasına döner ancak bu defa tabakadan geçip atmosfer dışına çıkabilmesi ışının kırılma açısı nedeniyle pek mümkün olmaz. Bu nedenle yeryüzü ile sera gazı tabakası arasında yoğun bir ışın demeti ve ısı artışı olur. Sera gazı tabakasının bir tür şemsiye gibi kapladığı yüzey alanı ne kadar fazla olursa, küresel ısınma da o kadar artmaktadır. Doğa bir şekilde kendisini korumaktadır ama doğadaki dengeyi bozan insanoğludur. Günümüzde gerek dünya nüfusundaki hızlı artış, gerek sanayi kuruluşlarının karbon ayak izine neden olan üretim yöntemleri atmosferdeki karbondioksit miktarını her geçen gün artırmaktadır. Üstelik karbondioksiti oksijen ve karbon molekülüne dönüştürebilecek ormanlarımız azalmaktadır. Ormanlar azalmasın diye ikame enerji olarak yer altından kömür çıkarılmaya başlanmasına rağmen hâlen ağaç kömürü üretim sevdamızın devam etmesi ise ironiktir. Üzerinde yaşadığımız ancak kendi evimiz gibi bakmayı ve korumayı henüz geniş kitlelerce bir türlü öğrenemediğimiz dünyamız küresel ısınma tehdidi altındadır. Üstelik bu tehdit yeni olmayıp uzun yıllar öncesine dayanmaktadır. Bilim insanları tarafından araştırma, inceleme ve ölçümler sonucunda küresel ısınmanın varlığı somut olarak akademik ortamlarda ve eş zamanlı olarak yazılı/görsel medyada yer almıştır. Ne var ki küresel ısınma konusunda bilim insanlarının görüşlerine tüm dünya kamuoyu yerine, başlangıç aşamasında sadece gelişmiş ülkeler ve özellikle Arktik daireye yakın ülke halkları duyarlı davranmıştır. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun gelişmiş ülke vatandaşı olmadığı da yadsınamayacak bir başka gerçektir. Küresel ısınma tehdidini algılayan insanlar yazılı ve görsel yayın organlarının da yardımıyla önemli bir kamuoyu oluşturup, kendi ülkelerindeki yönetimleri küresel ısınma konusunda daha etkin önlemler almaya zorlayabilmiştir. Bunun en somut göstergesi olarak günümüzde dizel yakıt yakan araçların kullanımına sınırlama getirilmesi veya yasaklanarak yerlerine elektrikli araçların kullanılmasının öngörülmesidir. Bunu sağlamak için duyarlı ülkeler önemli vergi indirimleri ve teşviklerin yanı sıra yasal mevzuatlarında da gereken değişiklikleri yapmışlardır. Doğayı tehdit eder ve ona savaş açarsanız, doğanın yaşı insanoğlunun var olduğu süreden kat be kat uzundur ve daha dünkü çocuk bile diyemeyeceğimiz insanoğlu kaynaklı her türlü tehdit doğa tarafından yok edilir. Dünyadaki yaşamın sürdürülebilirliği küresel ısınmanın önüne geçerek sağlanabilir. Başlangıçta ozon tabakası delikleri gündemdeydi. Kloroflorokarbon içerikli gazların salınımı engellenerek ozon tabakası deliği küçültülmeye çalışıldı. Yani hastanın ilacı verildi ama neden hastalandığı pek önemsenmedi. 1980’lerin ortalarına geldiğimizde yani orta-yakın geçmişte NOx olarak bilinen azotoksit emisyonlarının egzoz gazı içerisindeki oranının azaltılması gerektiği gündem oldu. Çözüm için taşıt yakıtlarındaki kükürt içeriği azaltıldı. Bu sayede 700 ppm’nin çok üzerinde gerçekleşen azotoksit salınımı düşürülebildi. Eskiden 1 ton yakıtta 350 gram kükürt içeriğine izin verilirken bu değer önce 150 grama, sonra 50 grama ve nihayetinde kükürtsüz olarak nitelendirebileceğimiz şekilde 10 grama kadar düşürüldü. Deniz taşıtları kaynaklı kükürt salınımının tamamen yasaklandığı ticaret bölgeleri mevcuttur. Gemi donatanları ve işletmeciler ticari faaliyetlerini sürdürmek amacıyla çok yakın bir geçmişte yani 1 Ocak 2020 tarihinde fiilen yüzleştikleri bu yasak engelini aşabilmek için gemilerine scrubber adı verilen egzoz yıkama/süpürme sistemlerini gemilerine 6-8 milyon dolar arasında değişen bedel karşılığında monte ettirdiler. Peki, küresel ısınma önlendi mi? Cevabımız tek ve nettir: Hayır. Peki, ne yapılmalı? Yakın gelecekte ne olacak? Bu gibi soruların yanıtları MarineDeal News’te geçmişte de ayrıntılarıyla ele alınmıştı. 


‘Önümüzde 14 yılımız var’


Dünya Denizcilik Örgütü IMO kükürt salınımının kısıtlanması yetersiz kalınca bu defa egzoz gazında karbon salınımının kısıtlanmasına karar verdi. İyi ama dünyanın önde gelen gelişmiş sanayi ülkeleri ihtiyaç duydukları enerjinin büyük kısmını halen fosil yakıtlardan yani petrolden ve kaya gazı denilen doğalgazdan sağlıyor ve bu yakıtların tamamında karbon var. Yani yakıldığında egzoz gazında CO, CO2 gaz formlarında karbon salınımının oluşmaması mümkün değildir. Dünya Denizcilik Örgütü 2050 yılından itibaren uygulamaya koymayı kararlaştırdığı karbon salınımını yasaklama kararını gelişmiş ülke kamuoylarının baskısıyla erkene çekti. Karbon salınımında son tarih 2035 yılı oldu. Önümüzde 14 yılımız var. Acaba dünya ülkeleri bu yasaklamaya ne ölçüde hazır olacak ve yasağa ne kadar uyacak? Geçmişte acılara yol açan petrol savaşları bitecek mi? Petrol yerine amonyak yakan motorların kullanımı gerçekten sorunsuz ve verimli mi olacak? Yenilenebilir enerji kaynaklarının kapasitesini nasıl artırabileceğiz? Önümüzde dağ gibi kocaman soru yığınları var. Bu sorulara bilim insanları gece-gündüz çalışmalarıyla cevap bulmaya çalışıyorlar ve çalışacaklardır da. Uzun bir giriş oldu belki ama konu kısa cevaplamayla geçiştirilemeyecek kadar önemli. 


‘Sorunlar yumağı kapımıza dayandı’


Küresel iklim değişikliğinin denizlerdeki yaşamı nasıl etkileyebileceği sorusuna verilecek cevap çoğu kimsenin hoşuna gitmeyebilir ve hatta ütopik de bulunabilir. Ama hoşa gitsin veya gitmesin küresel ısınma önlenemezse, denizlerde ve karada yaşam ölür. Su kaynakları azalır, tarım alanları azalır. Kuraklık ve kıtlık ister istemez çatışmaları doğurur ve nihayetinde nasıl ki geçmişte dinozorlar yok oldu, dünya üzerinde devasa artış gösteren nüfusuyla insanoğlu da bunun en büyük zararını görür. Zaten görüyor olduğunu da inkâr edemeyiz. Zamansız ve anormal doğa olaylarıyla artık hemen her gün karşılaşıyoruz. Kuzey yarımkürede kışı yaşarken, yaz mevsiminin hüküm sürdüğü güney yarımküredeki yangınları tıpkı bir sinema filmi gibi seyrediyoruz. Bahar mevsimini kuzey yarımkürede kısa ve yağışsız geçirip yaz mevsimine hızlı geçiş yapıyoruz. Aşırı sıcaklar nedeniyle bir anda büyüyerek önlenemez hâle dönen orman yangınlarına şahit oluyoruz. Yazın en sıcak günlerinde ani bastıran şiddetli yağmurlara ve su baskınlarına şahit oluyoruz. Bu yaz başlangıcında özellikle Marmara Denizi’nde yoğun görülen müsilaj, bizlere küresel ısınmanın vardığı boyutu çarpıcı bir şekilde gösterdi. Küresel ısınma etkilerini geçmişte uzaktan izlediğimiz ve hep uzağımızda kalacak zannettiğimiz sorunlar yumağı kapımıza dayandı. Hem de öyle böyle değil. Keşke kapımızı çalmakla yetinseydi de uyanıp alabileceğimiz ölçüde önlem alabilseydik. Çıkan yangınlar küresel ısınma nedeniyle kolayca büyüdü ve hektarlarca ormanlarımızı küle çevirdi, sayısız canlıyı yok etti, bizi can evimizden vurdu, şiddetli yağmurlar ve sel ise evimizi barkımızı başımıza geçirdi. Sonunda bizler de olayın büyüklüğünü ve dehşetini çarpıcı ve bir o kadar da acı şekilde yaşadık ve gördük. Peki, ama bitti mi? Keşke bu soruya verebileceğim olumlu bir cevap olsaydı. Küresel ısınmanın önüne geçmenin yolu tüm insanların bilinçlenerek olayın öneminin farkına varmasında yatıyor. Bunun için yazılı ve görsel tüm medya organlarına büyük görev düşüyor. Ticari kaygıları bir tarafa bırakıp, gündemlerinde sürekli küresel ısınmayı işlemeleri gerekiyor. İnsanların düşüncelerini etkilemenin diğer bir yolu da inanç sistemleri üzerinden onları ikna edebilmektir. Bu konuda din adamlarına da büyük görev düşüyor. Bilime saygı duyan ve öngören birey olarak çağrılarımız yetersiz kaldığı için küresel ısınma felaketinin önüne geçebilmek adına din adamlarının da bunu görev bilmesi ve hiç gecikmeksizin insanlara uyarı ve çağrı yapması gerekiyor. Küresel ısınmaya hâlen inanmayan veya algılayamayan insanlar olursa onlara da “cehenneme hoş geldiniz” demekten başka çare yok gibi. 



‘Müsilaj küresel ısınmanın sonucudur’


Deniz suyundaki oksijen oranı deniz ekosistemi sağlığı ve varlığı için en önemli göstergedir. Müsilaj açısından önümüzdeki fotoğrafa bakacak olursak, müsilaj küresel ısınmanın nedeni değil sonucudur. Müsilaj denizde bulunan mukus (yapışkanımsı sümük) benzeri organik madde topluluğudur. Krem renkli, jelatinimsi bir yapıya sahip olup deniz yüzeyinde tabaka halinde görülür. Virüs ve bakteri üremesi için konaklık yapabileceği gibi tabaka kalınlığı artınca güneş ışınlarının geçişini engeller. Yapraklı deniz bitkilerinin yeşil gözükmesini sağlayan bir tür pigment olan klorofil, o bitkinin fotosentez yaparak karbondioksitteki oksijen molekülünü açığa çıkarmasını sağlar ve bunun için foton yani güneş ışını gereklidir. Dünyada fotosentez yaparak en fazla oksijen üreten canlı varlık planktonlardır. Yani dünyamızın akciğerlerinin ormanlar olduğu kadar planktonlar olduğunu da unutmamalıyız. Tek hücreli bitkisel planktonlara fitoplankton adı verilir. Fitoplanktonlar karbondioksit ile beslendiği için oksijenin az olduğu ışıklı ortamlarda hızla çoğalır ve oksijen üretmeye çalışır. Denizin farklı derinliklerinde piko, nano ve mikro gibi ön takılar alan fitoplanktonlar vardır. Synechococcus ise deniz ortamında çok yaygın olan mavi renkli ve tek hücreli bir siyanobakteri olup boyutu 0,8 ila 1,5 µm arasında değişir ve tıpkı bitkiler gibi fotosentez yaparak besinini sağlar. Sorun nerede başlıyor diye soracak olursanız cevabın küresel ısınmada yattığı sonucuna ulaşırsınız. Kurak ve sıcak geçen günlerin ardından olası şiddetli yağışlar denizdeki fosfor dengesini değiştirir. Fosforun az olduğu ortamlarda siyanobakteri bir tür polisakkarit yapılı ipliksi uzantılar oluşturur. Bu ipliksi yapılar fitoplanktonlarla birleşerek mikron boyutlarında da olsa bir tür mikroorganizma gibi polisakkarit yumaklara dönüşür. Planktonların hareket kabiliyeti yoktur, sadece akıntıyla yer değiştirebilir. Dalganın veya akıntının olmadığı bölgelerde yığılma olur. Küresel ısınma yüzünden sıcaklık artınca deniz yüzeyinde daha fazla sıcaklık oluşur, besin zinciri bozulur, yüksek ısının erişemediği yerlerde yani deniz yüzeyinden daha aşağı kısımlarda planktonlar için yaşamsal öneme sahip olan besinler bulunduğu için yüzeyde kalan fitoplanktonlar beslenemez ve ölür. Ölen fitoplanktonlar yüzeyde krem renkli, yapışkanımsı müsilaj adı verilen tabakayı oluşturur. Tabaka yüzeyde durduğu sürece alttaki deniz yaşamı için tehdit oluşturur, ışık geçmediği için bu defa diplerde bulunan planktonlar ile siyanobakteriler fotosentez yapamaz. Ölen tek hücreli deniz canlıları yüzeye çıkarak müsilaj tabakasının daha da kalınlaşmasına neden olur. Planktonlar ölünce denizde oksijen azalır ama bu defa ışık da olmadığı için o bölgede deniz yaşamı tamamen ölür. Zaten MARPOL kurallarında yıllar önce konulan bir kuralı denizcilik sektöründekiler bilecektir. Soğutma amacıyla gemiye alınan deniz suyu tekrar denize basılırken 55oC sıcaklığı geçmemelidir. Bu kural denizdeki planktonların ölmemesi içindir. Tasarım yapan Gemi İnşaatı ve Gemi Makinaları Mühendisleri deniz suyunun geri atım sıcaklığını 45~50oC arasında tutmaya çalışırlar. Ana makinalar, dizel jeneratörler veya diğer gemi yardımcı makinaları devingen makinalar oldukları için çalışırken ısı üretirler. Bu makinaların sabit parçaları tatlı su ile hareketli parçaları da yağlama yağı ile soğutulur. Isınan tatlı su ve yağlama yağı ayrı ısı değiştiricilerde deniz suyu ile soğutulur. Düşür devirli dizel makinalar hariç deniz suyu makinalara doğrudan gönderilmeyip borulu veya plakalı tip ısı değiştiricilere yollanır. Müsilaj, ihtiva ettiği yapışkanlık yüzünden soğutucuların iç yüzeylerini kaplayarak ısı geçişini zorlaştırır ve istenilen ölçüde soğutma yapılamazsa ana ve yardımcı makinalar normal çalışma rejiminden daha düşük kapasitelerde çalıştırılmak veya durdurulmak zorunda kalınır. Gemi trafiğinin olduğu deniz yüzeylerinde fazlaca müsilaj tabakasının oluşması, bu müsilajın deniz suyu pompaları aracılığıyla gemi boru devrelerinin içine dolmasına yol açacaktır. Boru devresinin tamamen tıkanması geminin hizmet dışı kalmasına neden olur. Deniz suyu alıcı devrelerin kısmi tıkanması ise makinaların hararet yapmasına, yüksek sıcaklıklarda çalışılamayacağı için geminin yol keserek hız azaltımına gitmesine yol açacaktır. Özetle, müsilaj denizde yaşamı bitirdiği gibi denizden yaşamını sağlayanların da yaşamını zorlaştıracaktır. 


‘Yelkenli gemiler modernize edilebilir’


Küresel ısınma dünya üzerindeki yaşamı tehdit etmektedir. Bir BM örgütü olan IMO tarafından küresel ısınmaya karşı denizcilik sektörü için acil eylem planı oluşturulacaktır ve uyulması gereken kuralların denetimi son derece sıkılaştırılacaktır. Muhtemelen 2035 olarak belirlenen karbon ayak izinin denizcilik sektöründe tamamen yok edilmesi sınırı en az 5 yıl daha öne çekilecektir. Son orman yangınlarından sonra bu sürenin daha da öne çekilmesi gerektiğini düşünüyorum ama mevcut altyapımızın dönüşümü bu hıza yetişemeyecektir ve küresel ısınma önümüzdeki yıllarda etkisini çok daha fazla hissettirecektir. Belki de nostaljik takılıp eski yelkenli gemilerin daha çağdaş ve teknolojik örneklerini denizcilik sektörüne uygulamayı başaran bir öncü kurum/kuruluş olur. Kim bilir?


‘Akıntılarla enerji ihtiyacı karşılanabilir’


Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye bahse konu sözleşmeyi 4990 sayılı Kanun ile uygun bularak 24 Mayıs 2004 yılında kararını BM’ye bildirmiş ve Sözleşmeye 189’uncu taraf ülke olarak katılmış ve sözleşmenin 1 nolu ekinde emisyon azaltma yükümlülüğü olan ülkeler listesinde yer almıştır. Sayısallaştırılmış emisyon hedefleri 1997 yılında Kyoto Protokolü ile belirlenmiş olmasına rağmen Türkiye’nin protokol bağlamında emisyon azaltım taahhüdü olmamıştır. Kyoto Protokolü 2020 yılında sona ermiş, onun yerine Paris Anlaşması yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz Paris Anlaşması sonrasında Sözleşme Sekretaryasına 30 Eylül 2015 tarihinde ulusal katkı niyet mektubunu sunmuş ve 2030 yılında egzoz gazındaki sera gazlarının miktarında yüzde 21 oranına kadar azaltma yapacağını bildirmiştir. Bu konunun bir an önce TBMM’de ele alınarak gerekli her türlü yasal mevzuatın hazırlanarak yürürlüğe girmesi ve yürütme eliyle uygulamasının takibi elzemdir. Acil eylem planı çerçevesinde ülkemizin coğrafi yapısında hava akımı istatistiki bilgilerinin derlenmesi ve rüzgâr enerjisi santrallerine hem teşvik primi hem de vergi indirimi uygulanarak desteklenmesi gereklidir. Bir diğer acil eylem uygulaması da güneş enerji panellerinin yer aldığı güneş çiftliklerinin kurulmasıdır. Bu yöntemler karasal enerji ihtiyacını karşılamaya yeterli olabilir. Bir başka acil eylem uygulaması olarak denizlerimizdeki veya nehirlerimizdeki akıntı hızından faydalanarak pervaneler yardımıyla enerji ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu konuda gelişmiş ülkelerin son derece başarılı uygulamaları vardır. Ancak gemilerde gerek rüzgâr ve gerekse güneş enerjisinden faydalanma oranı, ihtiyaç duyulan enerjinin en iyimser tahminle ancak yüzde 30’luk bir kısmını karşılayabilir. Çünkü güverte üzerine yük alındığı için yenilenebilir enerji kaynaklarının yerleştirilebileceği alanlar son derece sınırlıdır. Deniz taşımacılığında küresel ısınmaya karşı en iyi çare olarak şu anda amonyak yakan motorlar gözükmektedir.


Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın