Daha önceki yazımızda denizcilik eğitiminin uygulamadaki sorunları konusunda düşüncelerimizi açıklamıştık. Bu yazımızda biraz daha planlama ve algılama konusuna değinmeye çalışacağız
Dünya, sanayi 4.0 ile meşgul olmaya çoktan başlamış iken, eğitim sistemlerini yeni duruma göre düzenlerken, biz üstelik bu çağda eğitim sistemimizi neden hâlâ ‘yap boz’ ile meşgul ediyoruz? Düşünüyorum ve şunu da sormaktan kendimi alamıyorum: Bu durum bir kasıt mı yoksa insanlarımıza haksızlık mı ediyoruz? İşte tam da bu nedenle son yılların ortak sorunu olan; x, y, z, w gibi harflerle tanımlanarak kategorize edilen ve suçlanan gençlerin durumunu da bu yazımızda değerlendirmeye çalışacağım. Bu konuda çokça çalışılmaya başlanmış durumda, bu kuşakların özellikleri çıkartıldı, öğrenme becerileri, dijital sosyalleşmeleri, sosyal beceri zaafları ve dijital aidiyet duyguları gibi başlıklarda eleştiri konusu oldular. Bunlara karşı argüman sunmayacağım ama bu ve benzeri çalışmalarda ‘Neden böyle bu gençler?’ sorusunun da cevapsız bırakıldığını gördüğümü üzülerek belirtmeliyim. Mevcut eğitim sistemleri maalesef gençlerin ergenlik enerjilerini doğru kullanmalarını engeller bir durumdadır. Bizim görevimiz gençlerin ergenlik enerjilerinin kullanılarak yaratıcı zekalarını akılla birleştirmelerini sağlayabilmektir.
Zaten yazının başlığının eğitimde denemeler olarak belirlenmesinin de amacı; tespitler ve değerlendirmeler üzerinden düşüncelerimizi ve önerilerimizi paylaşmaktır. Gençleri suçlamadan önce kendimizi sorgulamaya çok şiddetli ihtiyacımız vardır. Demek ki bizler, gençlere, düşüncelerimizi, yaşadıklarımızı amaç ve çıkarlarımızı aktaramıyoruz yani kısaca büyük resmi ve bu resme katkı sağlama gerekliliğini öğretemiyoruz. Bu nedenle gençler de, bireysel beklentilerini hatta küçük ama çok yakın beklentilerinin karşılanmasını ön planda tutuyorlar.
Büyük resim nedir?
Burada sözü edilen her türlü bilginin toplandığı big data değildir. Burada sözü edilen; insanların tüm çevresel paydaşları ve etkileri ile yaşadıklarının farkındalığıdır.
Kişi için; kendi öz yaşamı, ailesi, aidiyet duyduğu ülkesi veya yaşadığı topraklara aidiyeti, işi ve işinin devamlılığı ve başkaları ile paylaştığı gezegenimizin yaşanılabilir olması gibi bir öncelikler sıralaması yapılabilir. Konuyu denizcilik öğrencileri özeline indirgeyip mevcudu kabaca irdelersek, denizcilik sektörünün -ülkemiz özelinde- hayatımızdaki yeri, kişisel refahımız açısından yaşamlarımızdaki önemi, mevcut büyüklüğü ve hedefleri ve yukarıda sıralanan büyük resimdeki değerlerimizin tümünün nitelikli korunmasındaki elzemliğini demek ki anlatamıyoruz sonucuna varmak zor olmaz. 8 milyar insanın yaşadığı Dünyamızda oluşan milli gelirlerin yüzde 50’den fazlasının denizlerde taşınan mal ve hizmetlerden elde edildiğini, eğer denizciler olmasaydı bu 8 milyarın yarıya yakını soğuktan, kalanı da açlıktan ölme tehlikesi taşıyacağını anlatamıyoruz. Üstelik sektörde çalışan insan sayısının en fazla 50 milyon olmasına rağmen gençlerimize bu bilinci aşılayamıyoruz. Burada denizciliğin tüm büyüklükleri ile gösterilmesi gerek. Bir denizcinin eylemlerinin tüm (emniyet, çevre ve finansal) sonuçlarını biliyor veya tahmin ediyor olması da gerekir.
Benim kuşağım, büyük amaca hizmet etme kuşağı olarak yetiştirildi, her şey bir şekilde vatan millet meselesi idi, özel sektörün malları bile milli servet idi. Hâl bizde bu iken, yeni nesle bu ruhu ve kadim anlamı anlatabilip içselleştirmelerine maalesef önderlik edemediğimizi gözlemliyorum. Evet biz anlatamıyoruz, ‘Peki ya uygulamalarımızla örnek olabildik mi?’ diye sorguladığımda da durum ortada.
Bu ulvi amaç nasıl sonuçlandı?
Denizcilik şirketleri büyüdü, gelişti, zenginleşti ama biz hizmet edenler yerimizde kaldık, aynı şekilde maalesef, “devlet malı deniz,…” anlayışıyla gücü elinde bulunduranlar da zenginleşip olanakları ve güçlerini artırırken bazılarımız emekli maaşımıza şükrettik. Kişiler kendi geleceklerini devletin geleceğinde görmezlerse devlete olan aidiyetleri sarsılır.
İşte bu durum ciddi olarak sorgulanmaktadır. Oysa ki toplam refahı bugün ve yarınlar için düşünülmeli, bir zümreye değil tüm toplumun faydasına ve geleceğine hizmet edecek şekilde “toplam kalkınma” olarak planlanmalı. O halde yeni neslin bireyselliğini sorgulamadan önce, büyük ülküye neden katkı yapmaları gerektiğini, onlara iyi anlatmalıyız. Ama nasıl? Eğer genç insanı, emeklerinin bir şekilde karşılığının kendisine de faydası olacağına ikna edemiyorsak, bu ikna için bizlere düşen gerek ve şartları bilinçli olarak toplumun genelinin refahı için samimiyetle ortaya koyup düzenleyememişiz demektir. O halde bu genç insanın bireysel hareket edip kendi küçük ya da büyük çıkarlarını kovalamasına laf edemeyiz.
Bu temel sorunun, kartopu gibi büyüyüp ülkelerin geleceklerini tehdit ederken, şirketlerinde sadık ve isteyerek çalışan eleman bulmadaki sorunun temel kaynağı olduğu da gözden kaçmamalıdır.
O halde, denizcilik eğitimi yeniden yorumlanırken;
Büyük resim olan denizciliğin önemi ve büyüklüğünü bütüncül kalkınma olarak görüp büyüme planlamaları içinde toplumun geneline yayacak şekilde sahiplenmeliyiz.
Bunun başta ulusal ve dünya içinde sürekli bir kalkınma olacağı ruhunu gençlere anlatabilmeliyiz.
Gençlerin sisteme olan katkılarının kendileri için de yararlılığı bilincini aşılamalıyız. Bu konuda zorlanıyoruz. (Bunu anlatabilmek için uygulamada karşılığının olması gerekir. Kıdem tazminatlarını dahi risk olarak gören işveren mantığı burada karşımıza çıkacak engellerin en basit olanıdır.)
Eğitim kurumlarının sektörle olan işbirliğinin öğrenci düzeyinde kalması çok zayıf bir alan yaratmaktadır. Sadece stajla sağlanan bu ilişkinin, eğitici düzeyinde de sürmesi gerekmektedir.
Denizcilikte ortak eğitim zorlaması olan STCW eğitimi akademisyenlerin deyimi ile şu anda eğitim sisteminin önünde engel gibi durmaktadır. Buna çözüm olarak hazırlık sınıfları, mutlaka STCW temel eğitimlerinin tamamlanacağı şekilde planlanmalıdır.
En büyük sorunlardan biri, gelişen teknolojilere uyumlu eğitim verememek. 20 yıl önce simülatörler bir devrim özelliği taşıyor olmasına rağmen günümüzde sanal ve artırılmış gerçeklik, simülatörleri önemsiz bir araç haline getirmiştir. Dijitalleşen teknolojilerde, gemi personelinin tamir ve bakım için yapabilecekleri sınırlanırken, onlarla sürekli haberleşebilen ve problemlere çözüm üretme bilgisi olan ara yüz elemanlara (enspektörlere) ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır. Ama bu enspektörlerle ilgili hiçbir düzenleme veya eğitim programı bulunmamaktadır.
Rating diye tanımlanan gemi personelinin de önemi artmaktadır. Teknolojinin gemilerdeki uygulamaları kaçınılmaz olarak, dijital çalışan vinçler ve ırgatlar, otomasyonla çalışan köprüüstü seyir cihazları, bir sürü gösterge ile çalışan seperatörlerden, pompalara ve yeni gelişen BWT ve EGCS (scrubber) gibi sistemleri çalıştıracak ya da gözlemleyecek personelin kapasite ve kalitesi maalesef kurslar düzeyinde karşılanacak bir durum değildir. Sadece beden gücü ile yapılan işler için yeterli olan mevcut personelin yeni ekipmanlar için yeterli olmadığı çok aşikârdır. O halde sisteme ara eleman yetiştirilmesi gerekmektedir. Ki bu noktada artık ilginin azalmış olduğu denizcilik meslek liseleri tam da bu işin öğretileceği yerlerdir. Siz meslek lisesine girecek olan bir öğrenciye kendini geliştirme olanağı vermezseniz, öğrenci orada geçici olarak durur. Hepimiz sadece beden ile çalışacak bir şekilde kısıtlanacağımızı düşündüğümüz bir eğitim kurumuna girmeyiz, yetenek ve becerilerimizle değerlendirileceğimizi görmeliyiz. Siz meslek lisesine gelen öğrenciye “personel olabilirsiniz” derseniz o zaman o öğrenci, ilkokul mezunları da bu işi yapabilir, ihtiyacım olursa her zaman yapabilirim diyerek bu mesleği seçmez. Oysa ona, ara eleman formasyonu verilir (maddi- manevi), dikey geçişler için yeterlilikler önceden belirlenirse denizcilik meslek liseleri de daha cazip ve isteyerek eğitim alınan kurumlar haline getirilir. Zaten, yakın gelecekte bu olay kendiliğinden gerçekleşecektir.
Temel eğitimin 12 yıl olduğu ülkemizde, yakın gelecekte herkes zaten lise mezunu olacak. O halde denizcilik meslek liseleri, sağlık meslek liseleri örneğinde olduğu gibi değerlendirilerek, denizci olmanın ön şartı haline gelecektir. İsteyen öğrenciler eğitimine devam eder, istemeyenler mesleğe geçiş yapar ve tonaj ve sefer bölgesi sınırlamaları içerisinde mesleğine devam eder. Buna şimdiden hazırlıklı olunarak gerekli önemin verilmesi gerekir.
İleri teknoloji ile üretilmiş gemilerde, iyi eğitim almış, uygulamayı bilen mühendisler artık olmazsa olmaz noktasına gelmiş olup her geçen gün önemleri artmaktadır, bu mühendisler teknoloji ve bilimin ışığında yetiştirilmeleri her geçen gün daha da önem kazanmaktadır.
Sakın ola ki madem gemilerde bu kadar otomasyon var mühendislere ne gerek var diye düşünülmesin. Mühendisler; denizcilikteki birikmiş bilgi ve uygulamaları usta çırak ilişkisi ile elde ederken, bilimin uygulayıcısı olarak da denizlerdeki bilinmezliklere karşı yine bilimi kullanarak yapacakları aksiyonlarla, insanı, gemiyi ve çevreyi koruyacakları asla unutulmamalıdır. Mühendisler bilimdeki ve teknolojideki yenilikleri takip ederek uygulamalarda daha doğru verimli sonuçlar alabilme kapasiteleri mühendis olmayanlara göre tartışılmayacak bir üstünlüğe sahiptirler. En önemlisi enerji verimliliği ve kayıpların önlenmesi yöntemleri ile çalıştıkları gemilerin var olma sebepleri olan finansal kârlılıklarını artıracaklardır. Mühendisliğin kalitesini düşürürseniz, mühendislere olan ihtiyaç artacaktır.
Denizcilik eğitim müfredatları detaylı incelendiğinde, yakıt konusunun makine bölümlerinde bile detaylı öğretilmediği bir gerçektir. “IMO 2020 Sülfür Regülasyonu” bu gerçeği bizim yüzümüze vurmuştur. Gemilerin sefer maliyetlerinin yüzde 50’sinden fazlasını oluşturan yakıt maalesef genel katalog bilgileri ile öğretilmektedir. Bu konunun da uzmanları tarafından verilmesi gerekmektedir. (Örneğin; bir rafineri mühendisinin denizcilik okullarında misafir edildiğini ve eğitim verdiğini hiç duymadım.)
Sonuç olarak, eğitim sistemimizin sektörün gelişmelerine uygun yapılandırılarak, ihtiyaç duyulan konularda sektör ile eğitici düzeyinde daha fazla işbirliğine ve bilgi aktarımına ihtiyaç vardır. Yakıt eğitiminin bağımsız bir ders olarak yeniden planlanması gerekir ve denizcilik meslek liselerinin dijitalleşen sektörde ihtiyaç duyacağı ara eleman sorunu için gerek otomasyon gerekse makine ve güverte personeli olarak yeniden değerlendirilmesi elzemdir.
Bunlar yapılmadığında; eğitim kurumlarımızın çıktıları olan mezunlarının eksiklikleri davranışlarında olumsuz sonuçlar doğuracağından, eğitim kurumlarına olan ilginin azalması ve yok olması tehlikesi ile karşı karşıyadır.