Denizcileşme Devrimi!

MDN İstanbul

Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM’de yaptığı açılış konuşmasında “Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Topraklarının üç bir yanı  deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.” diyerek, ülkemizin dünyanın en önemli denizci ülkelerinden biri olması için gerekli tüm şartlara sahip olduğununun ve ancak denizcileşmenin sağlayabileceği bu refah ve başarının ülkemiz için öneminin altını çizmiştir.

Deniz gücümüzün ve denizciliğimizin gelişimi için Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında dahi yatırımlar yapıldı. Denizaltı filomuza katılarak ilk denizcilik hedeflerini de belirleyen denizaltılarımızın isimlerini o verdi:  Atılay, Saldıray, Yıldıray, Batıray. Denizde kulaç atan, mütevazi bir sandalda kürek çeken Ulu Önder, mayolu fotoğraflarıyla da halka mesajını veriyordu. Son günlerindeki en büyük sevinci Savarona’nın satın alınması ve hasta yatağının oyuncağını bekleyen bir çocuk gibi beklediği yata taşınması oldu.

Atatürk’ün hedef gösterdiği Cumhuriyet’in uygarlaşma ve aydınlanma politikaları maalesef O’nun ölümünden sonra toplumun tüm katmanlarına gerçek anlamda benimsetilemedi. Türkiye denizcileşemedi. Cumhuriyet devrimlerinin gereğini kararlı bir tutumla yerine getirecek yönetim kadroları ise gerçek anlamda hiçbir zaman görev almadı. Kalkınma hayaliyle yapılan yatırımlar hep karada gerçekleştirildi; sualtı zenginliklerimiz ve taşımacılıkta deniz yolunun kullanımı bile gerilerde kaldı. Ülkemizde bugün bile büyük çoğunluğun yüzme bilmediği düşünülürse hedefimize ne kadar uzak olduğumuz açıkça anlaşılıyor.

Atatürk’ün, ülkemiz ve milletimize hedef gösterdiği muassır medeniyet seviyesine ulaşmasının yolu ‘mavi yol’dan geçiyordu. Fakat Atatürk sonrası politikacılar, duble yolu tercih ettiler ve halkımıza bunu empoze ettiler.

Bakanlığa mutlaka bir denizci kadın bakan atanmalı

Halkımızın  denizcileşmesi  ve  denizci  bir  ülke  olabilmemiz  için  atılacak üç adım var:

I) Denizcilik eğitiminin daha ilkokul seviyesinden itibaren zorunlu hale getirilmesi. Sınıflarında deniz temizliğinin önemini, yüzmeyi, rüzgarları, gemici bağlarını, pusula okumayı öğrenen öğrencilerin ileriki yaşlarında sualtı yaşamı, seyir ve yelken bilgilerini arttırmaları, denizle barışık bir yaşama hazırlanmalarının çok daha faydalı olacağına ve dünya barışına katkı sağlayacağına inanıyorum. Lise ve üniversite eğitimlerinde daha detaylı denizcilik bilgileri ile donanacak ve bunların uygulamalarını yapacak gençlerimiz gerçek bir denizci olacak ve olaylara akıl, mantık ve bilim penceresinden bakmayı öğrenmiş, kendine her anlamda güvenen denizci bir nesil olarak hayata atılacaktır. Bu hem ülkemizin hem de dünyamızın barışı için faydalı olacaktır.

II) Genel Kurmay Başkanı’nın bir general değil amiral olması şarttır. Denizci düşünce yapısı ve olaylara, sorunlara yaklaşımı çok daha farklı; çözüm odaklıdır. Çünkü denizle barışık olmak için onu sevdiğiniz kadar uyumlu yaşamak, saygı duymak ve haddinizi bilmek zorunuzdasınızdır. Deniz, tıpkı bir heykeltraşın taşa şekil verdiği gibi insanı şekillendirir, azla yetinmeyi, şatafattan uzak durmayı öğretir.

III) Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na mutlaka bir denizci kadın bakan atanmalıdır. Böylelikle deniz gücü ve toplumun denizcileşmesi önündeki engeller kaldırılabilir. Kadınların sakin ve ihtirastan uzak, akılcı yaklaşımları günlük hayatımıza damgasını vurabilir. Anaç, sabırlı ve organizasyon becerileri erkeklerden çok daha üstün olan kadın yöneticiler inanıyorum ki ülkemiz ve dünyamızın geleceğini kurtaracaklardır.

Şehirler arasındaki uçurumu denizler kapatacaktır

Ülkemizin en büyük zenginliği farklı kültürlere ev sahipliği yapmasıdır. Bu etnik ve kültürel farklılıklar iyi bir entagrasyon ile daha geniş bir bakış açısı ve çözüm gücü getirebilir. Denizden uzak şehirlere deniz sevgisini taşımak için şehirlerde yapay göletler, yüzme havuzları inşa edilip yaygınlaştırılarak iyi sonuçlar alınabilir. Bazı sivil toplum örgütlerinin hayatında hiç deniz görmemiş çocukları sahil kasabalarına turlara götürdüğünü, onları denizle tanıştırdığını ve çocukların bundan ne kadar olumlu etkilendiğini biliyoruz. Su ile deniz ile barışık bir toplum gerginlikten de uzak olacaktır. Ülkemizde sahil şehirleri ile karasal şehirler arasındaki kültürel ve etnik uçurumu deniz kapatacaktır; inanıyorum. Bu, toplumsal barışın tesisinde de önemli bir rol oynayacaktır.

Maalesef ülkemizin içerisinde bulunduğu kutuplaşma Alevi-Sünni ya da Türk-Kürt eksenli değildir. Burada tanık olduğumuz kırılma sahil kesimlerindeki yaşam ile karasal yaşam alanları arasındadır.  Türkiye’nin denizcileşmesinin iki anahtarı vardır. Birincisi Devlet/Hükümetin iradesi, ikincisi halka denizin sevdirilmesi ve denizcileşmesidir.

Gelin her şehrimize içerisinde havuzlar olan parklar, yeşil alanlar koyalım. Parklarda çoçuklarımızın dümen tutacağı gemiler de olsun.

Peki, ‘’Denizcilik  devlet  politikası olmalı  mıdır?’’ Bu soruya ünlü deniz tarihçimiz Ali Haydar Emir Alpagut’un Balkan savaşının hemen sonrasında 1913 yılında Deniz Mecmuasına yazmış olduğu “Donanma İstemezük“ başlıklı yazısının son paragrafı ile cevap vereyim.

“Denizler tükenmez bir servet ve kuvvet membasıdır. Osmanlı milletinin tabiatında ise denizcilik olmayabilir. Ancak öyle bir memlekette oturmaktadır ki o memleket stratejik, politik ve ekonomik durumu itibarıyla denizlere hâkim bir milletle var olmak ihtiyacındadır. Osmanlı Asya’sı kendisine böyle bir sahip buluncaya kadar keşmekeşten kurtulamayacaktır. İnsanlar tabiatın kanunlarına uymazlarsa yaşayamazlar. Osmanlı Türkleri ya denizci olmaya veya eski vatanlarının kızgın çöllerinde çobanlık etmeye mahkûmdur.“

Denizin insana kattığı değerler evrenseldir; barışçıl ve kalkınmış bir gelecek kurmanın yolu bu yüzden mavi yoldur. Bu yoldan sapanların yolu ne kadar köprü de inşa etseler, duble yollar da yapsalar Ortadoğu’nun ya da Ortaasya’nın çöllerine çıkacaktır.

Bunu Paylaşın