Deniz Kurmay Yarbay (E) Özhan Bakkalbaşıoğlu, deniz ile ilişki içerisinde olan ülkelerin nasıl güçlü bir devlet olacağını, bu güce giden yolda da deniz sevgisinin nasıl kazanılacağını MarineDeal News okuyucuları için değerlendirdi
Yüzyıllardır ihmâl edilen deniz sevgisi ile deniz alâka ve menfaatlerimizi nasıl kaybettiğimizi tarihte acı olaylarla yaşadık.
Bugün yeniden bir ivme kazanan ve adı artık bir ulaşılması gereken büyük hedef olan Mavi Vatan kavramı ile denizlere olan ilgimiz yön değiştirmeye başlamıştır.
Şimdi hepimiz ‘‘devlet insanları denizci yapar’’ diyoruz. Bir yerde doğru ancak eğer bir alt yapı yani denizle uğraşan hatırı sayılır bir kitle varsa o zaman devlet kurumlarını yatırımlara zorlayacak ve konu devletin bir politikası hâline gelecektir. Özellikle Cumhuriyet kurulduktan sonra Türk halkının Osmanlı Dönemi’nde azınlıkların hâkim olduğu deniz sporlarını ve deniz ile ilgilenmeyi devraldığını görmekteyiz.
Bunu 1954 yılından, benim 6 yaşındaki çocuk yıllarımdan bahsederek açıklayacağım.
Benim ailem 1856 yılından beri İstanbul Kadıköylüdür.
O dönemde Moda, Kalamış ve Fenerbahçe deniz sporlarının yapıldığı yoğunluklu yer olarak göze çarpar. Kurbağlıdere ‘nin iki yakasında sandal ve yelkenli gibi tekne yapım yerleri vardı.
Bizim de bir motorlu teknemiz bir de sandalımız vardı. Kalamış Koyu hafta sonu sandal ve yelkenli tekneden geçilmezdi, denize girilirdi. Yarışlar yapılır eğlenceler olurdu.1 Temmuz Kabotaj Bayram’ında Moda önü ve Kalamış Koyu savaş ve ticaret gemileri ile çok sayıda yelkenli ve irili ufaklı teknelerle dolardı. Bayrama özgü yarışmalar yapılırdı. Hatta Atatürk sağlığında zaman zaman buraya gelerek denizciliği adeta teşvik eder ve Moda Yat Kulübü’nden izlerdi. Bunun yanı sıra 1933’lü yıllarda İstanbul’da Florya’dan Yenikapı’ya, Salacak’tan Pendik’e kadar çok sayıda plaj mevcuttu. Atatürk Florya Köşkü’nden halk ile birlikte denize girerdi. Atamız giriyorsa biz de gireriz klasik anlayışı insanları denize yöneltti. Lider her zaman öncüdür ve Atatürk’ün denizciliğe olan ilgisi her zaman öncü olmuştur. Sadece İstanbul değil tüm sahillerimizde sayısız tekne ile denizle buluşma hep vardı. Bu güzel deniz severlere maalesef 1960’lardan sonra devlet öncü olamadı.
O potansiyel Türkiye’de bir daha yakalanamadı ve o dönem sahil kentlerinde yaşayıp da yüzme bilmeyenlerin sayısı oldukça azdır dersek pek yanılmış olmam.
Denize olan ilgisi 1923’te başlayan ve araya dünya harbinin girmesine rağmen sıkıntılarını atlatabilen halkımızın 1950’li yıllardaki potansiyeli dikkate alınsaydı şimdi hem bir ‘Deniz Gücü Bakanlığı’ kurulmuş olur hem de Mavi Vatan sıfırdan değil daha bilinçli olarak gelişirdi. Unutmayalım çocuk bebekken su ile oynar ve sakinleşir. Deniz rahatlatır, dinlendirir, huyuna giderseniz size nimetlerini sunar.
Tüm bunlara ulaşabilmek küçük yaşta başlar. Önce denize ayağını sokacak, yüzme öğreneceksin. Bazıları sandal alacak, denizde balık avlayacak, bunun tadına varacak; bir kısmının daha sonra hep hayatında deniz olacak ve sonunda belki bir ikisi de armatör olacak. Döngü budur ama büyük çoğunluk denizin ne mânâya geldiğini bilecek, deniz alâka ve menfaatleri dediğimizde ne anlama geldiğini anlayabilecekti. Denizine sahip çıkacak, çöp dökmeyecekti.
Üzülerek söylüyorum, ben 1954 yıllarında bunları yaşadım. Üzülerek dedim çünkü gerisi gelmedi. Deniz yerine karayolları denildi! Emperyalist güçlerin daha çok para getirecek otomobil ve benzin satışları nedeniyle, menfaatlerin denizde değil karada olduğu bilincinin empoze edilmesiyle denizlere olan ilgi azaldı. Eğer devlet zamanında buna el atsaydı bugün balık nesilleri tükenmez, deniz kirlenmez ve ulaştırmamızı kabotajın verdiği avantajlarla yapar, çok sayıdaki malları deniz yolu ile limanlarımız arasında taşıyabilirdik.
Bir yüzme ile başlayan bu denizi sevme öyküsünün nerelere varacağını öngörü olarak anlayabilseydik şimdi Mavi Vatanın dış politika boyutuna çok daha zaman harcardık.
Her şeye rağmen denizi seven, ilgi duyan ve denizlere önem vermediğimizde tarihte neler yaşandığını bilen herkesin bu vatana bir borcu vardır. Denizcileşmeye yardım etmek herkesin görevidir. Bu satırları okuyan herkes bu konuyu ilgi alanına koymalıdır. Biz artık denizlerimizi kaybetmek istemiyoruz. Bunun diyetini çok ağır ödedik. Asıl amaç deniz alâka ve menfaatlerini bilenlerin kendi aralarında konuşması değildir, amaç bu bilgileri bilmeyenlere anlatmaktır. Artık ülkemizi denizlerden korumak istiyoruz. Çanakkale’de olduğu gibi on binlerce şehit vermek istemiyoruz. Bu sebeple altını çizerek ‘vatan borcudur’ diyorum. Denizi seviyorum demek birilerine şirin görünmek için olmamalıdır. Başka deyişle denizle ilişkili olan askerî ve sivil kuruluşlarda ilgi alanları deniz olduğu hâlde çalışanlar deniz alâka ve menfaatlerinin neler olduğunu özümsemezlerse sadece tabela denizcisi olurlar. Bu nedenle sadece denizci olmak yetmiyor. Sadece onların tekelinde olmamalı, toplumun tüm katmanlarına yayılmalıdır. Dünyaya hâkim olan uluslar denizlere önem verdikleri için var olmuşlardır. Eğer Almanya iki dünya savaşında da denizlerin önemini kavramış olsaydı savaşı kaybetmezdi çünkü hedefleri farklı yerler olurdu.
Her yazımda belirttiğim Mavi Vatan idealini tekrarlamak istiyorum.
Yunanistan’ın nasıl bir büyük megali ideali varsa ve denize dökülseler bile vazgeçmiyorlarsa bizim de büyük idealimiz Mavi Vatan olmalıdır.
Hiçbir zaman unutmamalıyız Türkiye’nin bekası denizlerdir yani Mavi Vatandır. Mavi Vatana sahip olursak tüm Balkanlar, Karadeniz, Ege ve Orta Doğu’yu kontrol eden merkez ülke oluruz. O zaman Avrasya’yı kontrol eder ve Türk devletlerinin denize ulaşmasını sağlayarak ekonomik, kültürel ve siyasi bağlar ile güçlü bir devlet oluruz.
Su insana hayat, denizler toplumlara refah ve uygarlık getirir.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.