Deniz savunma sanayinde cevabı beklenen sorular…

MDN İstanbul

Deniz Savunma Sanayi alanında son yıllarda ülkemizin yakaladığı yukarı yönlü ivme hepimiz için kıvanç kaynağı. Özel ve askeri tersanelerimizde üretilen savunma sanayi projelerinde asker veya sivil Türk mühendislerinin, tersane personelinin başarısı umut verici. Türk girişimcisinin bu alandaki vizyoner yatırımlarından gelişmeye ve ilerlemeye ne kadar hevesli oldukları gün gibi ortada. Peki bu kazanımları geliştirecek ne gibi yeni adımlar atılıyor? Bürokrasi gelişimin önünde bir engel mi, yoksa kaldıraç mı olacak? Bu ve akıllara takılan benzeri soruları derledik ve sizler için ele aldık…

Türk Deniz Kuvvetleri’nin son 15 senede yaşadığı sıçramayı görüp de gururlanmamak elde değil. Stratejik planlama, sistematik yaklaşım ve vizyon gibi kavramları emsallerinden çok daha verimli kullanan donanımlı personelinin özverisine; Araştırma Merkezi Komutanlığı (ARMERKOM), tersane ve karargâhının koordineli çalışmasını ekleyen Deniz Kuvvetleri bugün birçok milli platformu kendi inşa edebilme yeteneğine kavuşmuştur. Diğer yandan projelerde görev alan savunma sanayi firmalarının da hakkını vermek lazım! Önemli katkıları yadsınamaz.

MİLGEM ile başlayan süreçte; yeni tip karakol botları, LST amfibi gemileri, kurtarma ve yedekleme gemileri, denizaltı kurtarma ana gemisi, yeni tip denizaltılar, İ sınıfı fırkateynler ve LHD çok maksatlı Amfibi hücum gemisi… Tüm bunlar hem harekât ihtiyaçlarını karşılarken aynı zamanda deniz savunma sanayide istihdama katkı sağlamaktadır.

Son dönemde askeri projelerde gözlenen yavaşlama akıllara hemen endişeyle karışık, ‘Tüm bu kazanımlar, özellikle kalifiye insan gücü yine mi kaybedilecek?” sorusunu getiriyor. Hâl böyleyken; TF-2000, İ sınıfı fırkateynler ile Sedef Tersanesi’nde inşası devam eden ‘TCG Anadolu’nun kardeş gemisi Trakya için, tüm tersaneler ve teknoloji üreten yan sanayi firmaları çıkacak kararı bekliyorlar.

Dünya deniz savunma sanayi alanında varım demek için kaliteli işgücünün istihdam edilmesi ve sürdürülebilir olması gerek sivil gerek askeri gemi inşa sektöründe oldukça önemli. Aksi halde bu alanda yetişen mühendisler diğer sektörleri tercih edebiliyor. Ve geri dönülmez şekilde uzun zamanda yetiştirilen nitelikli insan gücü yitirilebiliyor. Bu anlamda özellikle 2008 yılı itibarıyla şiddeti her yıl daha da derinleşen, sektörün kalbine bıçak gibi saplanan krizi  milat alırsak, özel sektör tersanelerinin insan gücü kaybına askeri projelerin yetiştiği ve bu kaybın el birliğiyle aza indirgenmiş olması oldukça önemlidir öyle ki, bu milli girişim savunma sanayinde milli üretim oranını artırdığı gibi  son 10 yıldır gemi inşa sanayine de can suyu olmayı başarmıştır.

Diğer yandan askeri tersanelerin hiyerarşik organizasyon yapısında Tersaneler Genel Müdürlüğünün altına bağlanması ile de farklı bir yapı oluştu. Burada akla gelen ilk soru: Önümüzdeki dönemde üretime alınacak yeni projeler, sivil tersanelerde mi üretilecek, yoksa Tersaneler Genel Müdürlüğü altında mı? Deniz Kuvvetleri’nin yeni inşa edilen ‘ilk gemilerdeki dizayn sorumluluğu’ devam edecek mi?

Milli Savunma Bakanlığına bağlı askeri tersanelerimizin önümüzdeki dönemde vizyonu ne olacak? Yeni inşada görev alacaklar mı? İhracat amaçlı bir vizyonları olacak mı? Bu durumda SSM ile MSB arasındaki koordinasyon nasıl olacak? Yoksa, Tersaneler Genel Müdürlüğü Deniz Kuvvetleri unsurlarına bakım onarım alanlarında mı hizmet verecek? Ya da sivil tersaneler önümüzdeki dönemde bakım-onarım alanlarında da görev alabilecekler mi?

Diğer önemli bir konu da geleceğe açılan yeni kapılar. İnsansız sistemler, Milli Denizaltı (MİLDEN) projeleri… Tüm bu projeler birlikte değerlendirildiğinde Türk Deniz Kuvvetleri ve Savunma Sanayi, dizayn ve performans sorumluluğunda kendini dünyaya kanıtlamış durumda. Üretilen tüm platformlar dünyanın tüm denizlerinde bayrak dalgalandırıyor ve verilen tüm görevleri fazlasıyla yerine getirebiliyor. Ancak anlaşılan o ki, yetenek alanlarında bazı sorunlar var. Bazı firmaların milli çözümlerindeki bazı parça ve sistemlerin yurt dışından tedarik edildiği biliniyor. Dolayısıyla bu da salt milli teknoloji üretim oranını yansıtmıyor. Evet, tüm dünyada yüzde 100 oranında yerli üretim yok. Ancak temel ve kilit teknolojik alanlarda bağımlılığın kırılması da oldukça önemli. Bu alanların tespit edilmesi ve temel ar-ge süreçleri ile birleşerek yeteneklerin gerçekten millileşmesi ülkemiz için hayati önemdedir. ARMERKOM sistematiği bu anlamda örnek alınabilir.

Tüm bu süreçler birlikte değerlendirildiğinde, evet çok yol alındı. Ancak alınacak bir o kadar da yol var. Ben Sweetland’ın dediği gibi, “Başarı bir yolculuktur, bir varış noktası değil!”

Bunu Paylaşın