3 beyazdan uzak durun ama denizcilerden asla!

Deniz Mehmet Irak

dmehmetirak@marinedealnews.com

Geçtiğimiz günlerde siyaset bilimcisi değerli bir Akademisyen büyüğüm ile sohbet etme imkânı yakaladım.

Biz denizcilerin senelerdir tartıştığı bir konuya değindi:

“Bu ülkenin havası ve vizyonu Genelkurmay Başkanı denizci olduğu gün değişecek, bizim denizleri karalardan değil, karaları denizlerden okuyabilen liderlere ihtiyacımız var.”

Bakınız: Amerikan Deniz Piyadeleri!

Dünya siyasetini yakından takip eden bir politik bilimcinin deniz vizyonuna sahip olması umudumu artırdı.

Geleceği görebilen, tuz kokan, mercan kayalıkları gibi pırıl pırıl aydınları var bu ülkenin!

***

3 beyazdan uzak durun

Evet, TSK içerisinde bahriye subaylarının diğerlerinden farklı(!) olduğuna ben de inanırım. Denizcilerle karşılaşan diğer kuvvet mensupları da zaman zaman bunu dile getirir.

Olayın laboratuvar, yani deney safhası benim için “Hasdal Dönemi” idi.

Poyrazköy davası başladığında Genelkurmay koridorlarında duyulan “3 beyazdan uzak durun, tuz, şeker ve denizciler” söylemi aslında sığ bir bakış açısının yansıması idi.

Denizcilerin mahkeme sürecinde gösterdiği oranda dik duruşu, bazı istisnalar dışında diğer kuvvet mensubu subaylar gösterememişti.

Bunun sebebinin doğa şartları ile mücadele yeteneği olduğunu düşündüm hep.

Çünkü deniz tabiat ile mücadele ortamıydı. Ayrıca bahriye subaylığı mesleğinde dünya ile iletişim çok daha üst düzeydeydi.

Hem mücadele azmi hem de politik analizlerde denizcilerin diğer subaylarımızdan daha başarılı olduğunu yaşayarak öğrendim.

Ayrıca çok değil, 20 sene kadar geçmişe dönersek, Türk Deniz Kuvvetleri’nin hem teknoloji hem de politika üretiminde diğer kuvvetlerin önünde olduğunu görürüz.

Milli Gemi (MİLGEM) bu anlatımın su yüzene çıkmış, ete kemiğe bürünmüş hali olarak nitelendirilebilir.

Dahası, Karadeniz Uyumu Harekatı ve Akdeniz Kalkanı Harekatları yukarıda bahsettiğim politik analizin ve strateji geliştirmenin en net göstergeleri.

Bu iki örneğin üzerine Balyoz-Ergenekon sürecinde hedef tahtasına oturtulan ve ilk saldırılan kuvvetin, Deniz Kuvvetleri olduğu gerçeğini de hatırlarsak denizcilerin fersah fersah ileride olduğunu sanırım, bir kez daha kıymetlendirmiş oluruz…

Bir darbe komplosunda neden çoğunluğu Deniz Kuvvetleri’nden olan subaylar hedef alınır ki?

Verilecek cevaplardan biri belli sanırım: Denizciler karaları denizlerden okuyabilme kabiliyetine sahiptiler ve dünyanın ve bölgenin nereye gittiğini dünden görüyorlardı.

***

“Influencing Events Ashore-Karadaki olayları etkileme stratejisi

“Karaları Denizlerden Okuyabilme” pek çoğumuzun yeni duyduğu bir kavram olsa da aslında yeni değil.

ABD soğuk savaş yıllarında stratejik bir dokumanı olmadan sahada varlık gösteriyordu.

1992’de Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Frank Kelso tarafından “From The Sea” başlığı ile bir belge hazırlandı. ABD Donanması bu belgeyi esas alarak var olan görevlerine karadaki olayları etkileme vizyonunu da ekledi.

“Influencing Events Ashore- Karadaki Olayları Etkileme” stratejisi böyle doğdu.

Bu strateji ile birlikte deniz piyadelerinin önemi farklı bir noktaya geldi.

Okyanus Harbinden, Kıyı Harbine geçen ABD Donanması’nda müşterek harekatın önemi çok daha net anlaşılmıştı.

Çünkü “Savaşı Piyadeler Kazanır!” bir sloganın çok ötesinde bir kavramdı!

1 Aralık 2009 günü ABD Başkanı Obama, 30 bin ilave askerin Afganistan’a gönderilmesi emrini verdi. Ertesi gün, ilk 10 bin kişilik kuvvet ile yola çıkmış, 20 gün içinde tüm teçhizatları ile hazır olarak yerlerini almıştı.

Deniz piyadeleri ABD’nin güç gösterisiydi! Bu savaşta deniz piyadeleri 60 bin kişi ile yer aldı. Operasyonel kuvvetlerinin neredeyse yarısı!

Ve şimdi de gözlerini Asya-Pasifik hattına diktiler. Deniz piyadelerinin 35. Komutanı Emekli Orgeneral James F. Amos, bundan sonraki süreçte deniz piyadelerinin dikkatlerini ABD’nin yükselen Pasifik ilgisine odaklanmaları gerektiğini çok net belirtiyor.

ABD emperyalizminin niyetini piyadelerinin postal izlerinden takip etmek mümkün sanırım.

Bugün Amerikan Deniz Piyadeleri kolordu seviyesinde ABD’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinden sonra 4. Kuvveti! Ordunun yüzde 13’e yakın bir kısmını oluşturuyor.

Amerikan Deniz Kuvveti’nin, Deniz Kuvvetleri ve Sahil Güvenliği ile birlikte 3 ana unsurundan biri!

Çıkarma harekatlarında, hava-yer harekatlarında, yurtdışı sefer gücü olarak kullanılmaktalar.

Bugün ABD tarafından uygulanan birçok hibrit savaşın merkezinde de onlar var! 

Dün Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta. Bugün Rakka’dalar.

Karalardalar. Ama denizlerden geliyorlar…

Arap Baharını Denizlerden Okusak, Ufkumuz Fazla mı Açılır Acaba!

Bu bölgeden bahsederken, Arap Baharı sürecine dikkat çekmek istiyorum

Süreci karalar üzerinden oluyoruz. Tunus, Mısır, Libya, Cezayir, Suriye…

Oysa hepsi Akdeniz Çanağı ülkeleri!

Bugün kanıtlanmış gaz rezervlerinin neredeyse yarısı Orta Doğu ve çevresinde! Akdeniz’de İsrail-Mısır-GKRY ve Yunanistan üzerinden yeni planlamalar yapılıyor.

Arap Baharı’nı denizlerden okusak,

ufkumuz fazla mı açılır acaba!

Avrupa Birliği’nin “Energy: A Shaping Factor For Regional Stability In The Eastern Mediterranean?” başlıklı raporu sanırım bir ipucu verebilir! Raporda ülkemiz hala Antalya Körfezi’ne sıkıştırılmış durumda!

Ve biz hâlâ “Denizleri karalardan mı okuyacağız!”

Kendimize has kavramlar ve

yönelimler geliştirmeliyiz!

Deniz Piyadeleri, dünya jandarması ABD’nin, emperyalist gücünün tesisi ve idamesi için yarattığı bir kavram.

Peki, bizler için bu sistem uygun mu?

Sanmam. Lakin o da tartışılsın. Fikirler tartışıldıkça büyüyor…

Biz, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini düstur edinmiş bir millet olarak, tarihimiz süresince emperyalist bir güç olmadık. Din kitabı verip, maden almak şükür ki düşünce sistematiğimiz içinde yer almadı.

Ve tekrar şükür ki; Türk Tarihi’nin için de “zenciler ve köle” içeren hikâyeler yok!

Bu sebeplerle yeni yapılanmalarımızda, gelecek okumalarımızda kendimize has kavramlar ve yönelimler geliştirmeliyiz.

Geçen yazımda, konvansiyonel harbin yanına koymamız gereken Enformasyon, Ağ Destekli Savaş, Asimetrik Harp, Siber Güvenlik ve 4. Kuşak Savaşlardan bahsetmiştim.

Asimetrik harp yeteneklerinin kendimize has bir vizyon ile bu süreçte en hızlı edinilmesi gereken yetenekler olduğuna inanmaktayım.

Evet “Donanma” klasik konvansiyonel büyümesini sürdürmeli, peki, ya vatan bekası ile doğrudan ilişkili, çarpan etkisi yaratabilecek yetenekler?

Dış politikamızın ekseni tartışılırken, KKTC hâlâ uluslararası bir sorunken, Ege’de sağlanmış bir anlaşma yokken, Doğu Akdeniz’deki enerji sürecinin nereye gideceği belli değilken farklı yeteneklere ihtiyacımız yok mu?

Tüm bu sorular “Nereden çıktı?” diyenlere Milli Mücadelede Türk Yurdu’nu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan tehdidin denizden geldiğini de hatırlatırım!

Kıyıların ve yakın deniz alanlarının öncelikle koruma altına alınabilmesi için bir tartışma sürecine, fikir kumbarasını doldurup taşırmaya ihtiyacımız var!

“Littoral Warfare” kavramını tekrar düşünmeye ihtiyacımız var.

Piyadelerin denizcileşmesine, belki de Genelkurmay Başkanları’nın Amiralleşmesine ihtiyacımız var!

Tozlu piyadelerin yanına, tuzlu bahriyelilerin gelmesine ihtiyacımız var!

3 beyazdan korkanlara inat, “Beyaz” sayfaları maviliklere doğru açmaya ihtiyacımız var!

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
dmehmetirak@marinedealnews.com