KÜFFAR’IN KOLU

Deniz Mehmet Irak

dmehmetirak@marinedealnews.com

1571.

Küffar’ın kolu kesildi. Kıbrıs fethedildi.

İnebahtı’da alınan yenilgiliyi tarif ederken böyle demişti Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa:

“Biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı’nda bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakalın yerine daha gür çıkar.”

Osmanlı Kıbrıs’ı Katolik Venediklilerden aldı. Venedik Cumhuriyeti dönemin denizci ve zengin devletlerindendi. Ve ayrıca adanın Katoliklerden alınması nedeniyle Ortodokslara da eski ayrıcalıkları geri verildi. Belki de bugün adadaki Ortodokslar varlığını Osmanlıya borçludur. Kim bilir…

Tabi İngiltere dönemindeki Rum göçmenlerinin adaya yerleştirilmesini de unutmamak gerekir…

H H H

Kıbrıs Osmanlı’nın kolu bacağı idi. Akdeniz’deki hareket alanlarından en önemlisiydi.

Sokullu ise stratejide deniz hakimiyetinin önemini bilen bir devlet adamıydı.

Don ve Volga nehirlerini birleştirerek Osmanlı Donanması’nın Hazar üzerinde hakimiyet tesis etmesini ve Rus genişlemesinin İran sahasına yayılmasının engellenebileceğini düşünmüştü. Rusya’nın güçlenebileceğini görüyordu. Coğrafya biliyordu.

Diğer taraftan Süveyş’e açılacak kanal ile de Osmanlı Donanması’nın Hint Okyanusu’na inişini planlamıştı. Siyaseti, stratejiyi deniz üzerinden okuyabilen ender devlet adamlarındandı.

Sokullu’nun Osmanlı’ya kazandırdığı bu kale 300 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldı.

Ta ki 1878’e kadar…

H H H

19. yüzyıl sonları.

Rönesans, reform, coğrafi keşifler ve aydınlanma süreçlerini yaşayan, bu birikimi ticaret ile birleştiren “Üzerinde Güneş Batmayan” imparatorluk olarak anılan “İngiliz Hegemonyası”nın sallantıya girdiği bir dönem. Bir yanda son iki yüzyıldır dünyaya hakimiyet kuran İngilizler, diğer yanda bu paylaşımdan pay almaya çalışan Almanya ve sonrasında ABD gibi devletler… Amiral Mahan’ın deniz öğretisi ve stratejisi ile aydınlanan II. Wilhelm’ın yeni Alman Donanması’nı fikren inşa ettiği dönemler.

İngiltere’nin tahtı sallantıda. Bu nedenle oyunu değiştirecek, kendini emniyete alabileceği hamlelerin peşinde. “Hegemonya Savaşı”nın tüm şiddeti ile sürdüğü bu yıllarda, başat güç olan bu devletlerin en büyük özelliği Oral Sander hocanın deyişi ile  “Global Eylemde Bulunabilme Yeteneği” idi.

Yani istedikleri yere istedikleri metayı taşımak ve onu korumak!

“Deniz Hakimiyeti”, “Global Eylem Yeteneği”nin kilidi idi.

Global eylem yeteneği sayesinde dünya siyasetini dizayn eden ve bunu 200 yüzyıl boyunca sürdüren İngiltere bu sürecin sonuna gelmişti. Hindistan’a inen tüm yolların güvenliğini almaya çalışıyordu. Cebelitarık’ı 1704’te, Malta’yı 1800’de ele geçirmişti.  Akdeniz’de huzur istiyordu. Kıbrıs’ı istiyordu. Nitekim 1882’de de Mısır’ı işgal etmişti.

H H H

Diğer taraftan Osmanlı’nın kuzeyinde de her geçen gün güçlenen bir Rusya vardı. Sıcak denizlere inmek Akdeniz’e ulaşmak istiyordu. Sanırım son yüzyılda çok da değişen bir şey yok! Batı bloğu ile Rusya’nın Akdeniz kapışması devam ediyor. Ve tarihler 1877’yi gösterdiğinde “93 Harbi” olarak da anılan Osmanlı-Rus Harbi Osmanlı’nın kapısını çaldı. Ağır hezimete uğrayan Osmanlı, savaş sonunda Ruslara karşı İngilizlere sığındı.

Ve Kıbrıs’ta İngiltere’nin sahne sırası gelmişti. Ancak Abdülhamit’in bir Sokullu’su yoktu.

Bahriyeyi 30 sene Haliç’e kapatan Abdülhamit’in elbette deniz vizyonundan ve de Kıbrıs’ın jeopolitik önemini anlamlandırabilmesinden söz edemeyiz.

Lakin bu dönemde, denizlerden anlayan İngilizler ’den söz edebiliriz. Berlin Konferansında Osmanlı’yı Ruslara karşı koruma sözü veren İngilizler Kıbrıs’a konmuştu.

Abdülhamit “Hukuk-u şahaneme asla halel gelmemek şartıyla.” verdim dese de Kıbrıs elden gitmişti.

Hal böyle olunca akıllarda Mustafa Kemal Atatürk’ün o cümleleri canlanıyor:

“Hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”

H H H

Ve Kıbrıs ikinci kez deniz vizyonu olan bir devletin elindeydi.

Kıbrıs İngilizler için çok mühimdi. Çanakkale’ye, Süveyş’e ve Mısır’a yakın stratejik bir noktadaydı. Ve dahası Rusların Akdeniz’e inme hayali önüne set çekebilirdi. Evet İngilizler adayı aldı. Ama Kıbrıs Türkü’ne de pek hoş davranmadı. Bu dönemde binlerce Kıbrıs Türkü’nün adadan ayrılmak zorunda bırakılması yürekleri dağlayan acı bir hikayedir. Bunca soykırım palavrasının içinde Balkanlar’dan, Girit’ten, Adalar’dan, Kafkaslardan, Bulgaristan’dan sürülen Türkler aklıma geldikçe hayıflanıyorum. Neyse, konumuz bu değil…

H H H

İngilizler Kıbrıs’ın kaderinde belki de mihenk taşıdır. Çünkü İngilizler bir tek “İstiklal Harbi”ne konu olan topraklardan geldikleri gibi gittiler. Kıbrıs’tan ise ayrılmadılar ve bugün hala adadalar.

1959/1960 anlaşmalarından sonra Yunanistan ve Türkiye ile birlikte garantörlük hakkı elde ettiler.

İngiltere’nin 1960 yılından bu yana adanın güneyinde 2 askeri üssü var. Dekelya ve Akrotiri bölgelerindeki üslerde 10 bine yakın asker ve sivil görev yapıyor. Bu üsler adanın 254 kilometrekaresini yani yüzde 2,7 sini kaplamaktadır. Hatta bunlardan birinde, dünyada tüm ülkelerdeki telefon görüşmelerinin dinlenebildiği İngiltere’deki Cheltenham istihbarat merkeziyle ilişkili “ECHELON” sisteminin yönetildiği söyleniyor.

Annan Planı’nda bile, sadece adadaki İngiliz üslerinin sahip olduğu toprağın yarıya yakınının yeni oluşacak Birleşik Kıbrıs Devletine devri yazıyordu. Yani Annan Planı kabul olsaydı bile İngilizler adadaki varlıklarını sürdüreceklerdi. Sanırım Bob Amca için “Yes be annem” anlamsız bir slogandı.

Bir İngiliz atasözü der ki, “Futbol 90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur”. Sanırım İngilizler kendileri dışındaki milletlerin sadece oyunlarda kazanmasına müsaade ediyorlar!

H H H

7-10 Şubat 2005 tarihleri arasında HMS Enterprise isimli oşinografi ve hidrografi gemisinin Dekelya ve Akrotiri bölgesindeki iki üs arasındaki deniz alanında petrol aradığı haberleri basına yansımıştı.

Dünün İngiltere’si bu eylemi bugün ya da yarın gerçekleştiremez mi?

İngiltere’nin Birinci Körfez Krizi sırasında Kıbrıs’taki bu üslerini kullanmış olması kabiliyeti ve alacağı kararlar açısından yeterli delil içermez mi?

Peki… ABD’nin İncirlik/Adana, Suda/Girit, Gaeta/İtalya ile Akdeniz’de dolaştırdığı uçak gemileri…

Ya da Rusya’nın Tartus’ta konuşlanması.

Ve de Fransa’nın 1 Mart 2007’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Baf kentinde bulunan “Andreas Papandreu Hava Üssü”nün kullanımını da içeren bir askeri iş birliği antlaşması imzalaması…

Doğu Akdeniz’in batı nezdindeki öneminin en önemli işaretleri değil mi?

Bunca sözün özeti, yazılan kelimenin kerameti İngiliz ya da batı düşmanlığı üretmek değil. Bir “bilince”, “kültürel ve jeopolitik mirasa sahip çıkan” bir ulusa dikkat çekmek.

“Neden biz de farkına varmayalım?” bilincini uyandırmak!

Geçen ayki yazımda Türk Donanması’nın “Açık Denizlere Doğru” yönelimine paralel olarak Mersin bölgesine yeni bir üs kurma ihtiyacından bahsetmiştim. Şimdi ise İngilizlerin daima sahne aldığı Kıbrıs’ta Türkiye’nin neden donanımlı bir üssü olmadığını sormak istiyorum.

Yunanistan’ın bölgedeki politikalara etki eden Meis’i varken…

Konuşlandığı Rodos’u ve Girit’i varken…

Akdeniz’e 2500 mil mesafedeki İngiltere’nin bile bir üssü varken, burnumuzun dibindeki KKTC’de neden bizim bir üssümüz yok!

İsrail GKRY’de tatbikat yaparken biz neden bu yönelime bir cevap vermeyelim?

Biz neden Mersin ve KKTC’ye iki yeni üs inşa etmeyelim? Barışın anahtarı güç dengesi değil mi?

Doğu Akdeniz’de daha da güçlenen Türk Donanma’sı bu dengeye hizmet etmez mi?

Kaldı ki, bölgede Mısır ve İsrail Donanmaları ile karşılaştırıldığında nisbi büyük kalan Yunan Donanması bile fersah fersah gerimizde değil mi? Kısaca bir bilgi vermek gerekirse Yunanistan’ın 13 fırkateyn ve korveti varken, bizim 24 adet var. Onların 16 hücumbotu varken bizim 19 adet. Onların 11 denizaltısı varken bizim 12 adet.

Diğer taraftan AB donanmaları ile de başat durumdayız. Materyal olarak eksiklerimiz olsa da personel kalitesi olarak önlerindeyiz. Bilerek yazıyorum! Dahası, farkındayım, harp sahada kazanılır. Nusret’in 26 mayınının koca bir armada üzerinde yarattığı etkiyi unutmadım. Ancak gücümüzü göstermeliyiz. Hızlı, atak ve gerektiğinde dengeli olmalıyız. Sahip olduğumuz caydırıcı Türk Donanması’nı, fikri hamleler ile desteklemeli ve ön almalıyız.

“Kıbrıs Barış Harekatı” gibi, dünya barışına katkı için…

Huzurlu bir gelecek için.

Sokullu belli ki sözü yarım bırakmış lakin Atalarım tamamlamış: “YAVAŞ TÜKÜRÜĞÜN SAKALA ZARARI VARDIR!”

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
dmehmetirak@marinedealnews.com