Harp sahası evrilirken yumuşak güç kullanımı

Deniz Mehmet Irak

dmehmetirak@marinedealnews.com
1622. Avrupa’nın “30 Yıl Savaşları” olarak nitelendirdiği sürecin başlangıcı.
Protestan ve Katolik alemi arasında yaşanan derin ayrılıkların silah zoru ile bir sonuca bağlanamayacağını gören Papa XV. Gregory, “Sacra Congregatio de Propaganda Fide”yi kurdu.
Evet, belki ilk propaganda faaliyeti değildi lakin propaganda ismi ile hayat bulan ilk kurumdu.
Roma Kilisesi, bu kurumu Katolik mezhebinin halkın gönlünde yer alması maksadıyla görevlendirmişti. Basılan kitaplar, dergiler ve yayınlar bu süreci takip etti. Amaç Katolikliğin kalplerde yer bulmasını sağlamak ve Protestanlığın önünü kesmekti.
Kilise ‘soft power’ kullanıyordu.
Batı için harp sahasında propagandanın etkisi en az 500 yıllık bir geçmişe sahip.
Konu propaganda olunca değinmeden geçemeyeceğim biri var: Joseph Goebbels.
Batılı bilim insanlarına propaganda teknikleri açısından birçok çalışma alanı sağlayan ve Hitler’in iktidara gelmesinde en önemli paya sahip olan kişidir Goebbels. “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar, Hristiyanlığın bu kadar etkili olmasının sebebi 2000 yıldır aynı şeyi söylüyor olması” ve “Halk, büyük yalanlara küçük yalanlara göre daha çabuk inanır,” gibi ilkeleri ile propaganda biliminde çığır açmıştır. Bugün dahi Goebbels’in ilkeleri siyasal ve harp alanlarında yöntem olarak kullanılmaktadır.
Diğer tarafta ise, aynı dönemde BBC’nin ve Reuters’in, İngiltere’nin propaganda merkezi olarak kullanılması da döneme ait önemli propaganda örneklerindendir.
Evet, propaganda ateşli bir silah değil ancak çok daha can yaktığı ve politik süreçlerin kimi zaman kontrol dışı evrilmesine neden olduğu aşikar:
Figen Akat. Ünlü bir şarkıcı ismi değil. Ya da Yeşilçam’a adını altın harflerle yazdıran bir artist değil.
Figen Akat, Kardak kayalıkları krizinin doğmasına neden olan geminin adı.
Deniz Kuvvetleri’nin son 25 yılda gerçekleştirdiği en önemli kriz yönetimi sürecine sebep olan geminin adı.
Figen Akat, aslında Kardak.
Kardak krizinde Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine gelmesinde en önemli rol basınındı. Figen Akat’ın karaya oturması üzerine yaşanan gelişmeleri olay tarihinden bir ay sonra kamuoyuna sunan Yunan Gramma Gazetesi idi. Haberin ardından Kilimli (Kalimnos) Adası Belediye Başkanı’nın ve bir papazın kayalıklara diktiği bayrağı indiren ve yerine Türk Bayrağı dikerek bunu canlı yayınlayan ise bir grup Türk basın mensubu idi.
Ufak bir ayrıntı lakin, aradan yüzyıllar geçse Güney Akdeniz’de papazların siyasete merakı değişmemişti. Ha Roma’da, ha Kilimli’de…
O gün dün gibi aklımda. Rahmetli babam bir Deniz Astsubayı idi.
O günlerde yıllık izine çıkmıştı. Tek maaşlı bir memur ailesinin klasik tatil anlayışı bizim evde de vuku bulmuş ve anneannemleri ziyarete gitmiştik. Kardak Krizi patlayınca göreve çağırılmıştı. Ailece çok tedirgin olmuştuk. 20 yaşında Mehmetlerin kurşun üstüne yürüdüğü bu topraklarda laf değil ama 12 yaşında bir çocuk için, az şey de değildi.
Kardak’ta olanları an be an televizyondan izlemiştik, biraz korku biraz gururla.
Kim bilebilirdi ki Kardak’a çıkan o kahramanlar ile daha sonra aynı üniformayı giyeceğimi, aynı kaderi paylaşıp Hasdal’da volta atacağımı…
Neyse konumuz bu değil…
O günlerde hem Türk hem de Yunan basınında kullanılan manşetler “savaş” kavramı üzerine kurulmuştu. 27 Ocak 1996 günü Hürriyet Gazetesi Kardak ile ilgili gelişmeleri: “Yunan basını iki gündür ‘Türkiye, Yunan topraklarına göz dikti,’ başlıkları atarken, Yunan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangolos, ‘Türkiye ilk kez toprak talebinde bulundu,’ açıklamasını yaptı.” diyerek özetlemişti.
Neyse ki, korkulan olmadı ve kriz çatışmaya dönmeden önlendi.
Ancak derstir.
Basının harp sahasındaki gücünün kanıtıdır. Dün TV ve basılı yazındı. Bugün internet ve sosyal medya! Arap Baharı sürecine, boşuna “Facebook Devrimi” denilmiyor sanırım.
Diğer taraftan ya Kumpas Davalar!
90’larda yaşanan değişimi okuyamayan TSK, Kumpas Davalar sürecinde dış istihbarat örgütleri güdümlü basının planlı bir propaganda sürecini nasıl ustalıkla işlettiğini gördü.
Dönemin gazete ve yayın organları bu kadar planlı bir şekilde Deniz Kuvvetleri’nin komuta heyetinin üzerine gitmeseydi, kumpas davalar süreci bu şekilde tarihe geçer miydi?
Deniz Kuvvetleri, Komuta heyetinin büyük bir kısmını kaybeder miydi? Bu yaşananları unutacak mıyız? Önlemini almayacak mıyız? Bu anlamda bir çalışmamız var mı? Hâlâ harp sahasını konvansiyonel bir bakış açısı ile mi okuyoruz?
Sorular öyle çok ki…
Durum bu kadar açık, yaşanmış acılar bu kadar taze ve göz önünde iken, basının gücünü harp sahasından ayırabilir miyiz?
Asla.
Peki, TSK bu dönemde bu saldırıya cevap verebildi mi? O dönemin komuta heyetine sorsanız, mutlaka planları ve yolları vardı.
Ancak Mike Tyson’ın söylediği gibi: “Herkesin bir planı vardır. Ta ki ağzına yumruğu yiyene kadar!”
Hazırlıksızdık. Planlarımız yetersizdi. Ağzımızın ortasına yumruğu yemiştik. Değişimi okuyamadık.
Dünyanın evrildiği yeri göremedik. Konvansiyonel savaşların etkilerinin siyasal sistemler üzerindeki etkilerinin azaldığını göremedik. Enformasyon çağının geldiğini okuyamadık. Dünyanın “Hibrit Savaş” dediği kavramın kobayı olduk.
Evet, konvansiyonel olarak kendi teknolojimizi üretmeli ve her türlü senaryoya hazır olmalıyız ancak harp sahası evriliyor.
Uzun süre Rand’da da çalışmış olan Pentagon Net Değerlendirme Ofisi Lideri Andrew Marshall 1993 yılında harp sahasında önemli bulduğu iki değişimi; “Biri uzun menzilli çok hassas güdüm (ÇHG) silahlarıyla vurmanın ‘dominant operasyon yaklaşımı’ haline gelmesi, diğeri ise belki ‘enformasyon savaşları’ adını alacak yaklaşımın ortaya çıkmasıdır,” şeklinde özetliyordu.
Enformasyon savaşları bugün yönetilmesi çok zor bir alan olarak karşımızda. Veri toplamak, analiz etmek, buradan bilgi üretmek ve bu bilgileri komuta heyetine sunmak bir mesele.
Veri Toplama Mimarileri, Bulut Teknolojileri, Sosyal Medyanın Analizi, Artırılmış Gerçeklik, Bilgi Füzyonu, Anormallik Tespiti, Davranış Modellemesi ve daha onlarca yeni kavram.
Enformasyon savaşlarını bir başka boyuta taşıyan ağ destekli savaş ise donanmaları platform merkezli savaştan yeni bir konsepte sürüklüyor. Ve tüm bu yetenekler siber güvenliği olmazsa olmaz bir noktaya taşıyor. II. Dünya Harbi’nde Alman sinyal şifrelerinin çözülmesinin harp sahasında yarattığı etki unutulmamalı!
Ki hayal edin, yaşanacak bir siber saldırı ile tüm elektronik sistemlerinizin gayri faal kaldığını, gemilerin makinalarını çalıştıramadığını, füzelerin ateşlenemediğini ya da yanlış hedefe yöneltildiğini, karar alıcılara gerekli bilgilerin iletilemediğini, harp sahasının resminin tesis edilemediğini…
“Allah Korusun!” dediğinizi duyar gibiyim. Lakin korur mu, bilemem…
Tabii tüm bu sistemi işletecek, koruyacak ve karar vericilerin önüne sunacak olanlar, bilgi teknolojilerine hakim, iyi yetiştirilmiş, liyakat nispetinde değerli ve ortak aklı kullanan bir ekip olmalı. Peki biz, bu ekibe sahip miyiz? Evrende dolaşan veriyi toplayıp, değerlendirip önümüze sunan bir elektronik tabana sahip miyiz?
Amiral Cem Aziz Çakmak bu görüşünü şu cümle ile ifade etmişti: “Öyle bir sistem kurmalıyız ki, dünyanın neresinde olursa olsun Türk Donanması ve Türk Denizciliğine karşı bir kalem oynarsa anında önüme getirilmeli.”
Ruhu şad olsun!
Ve dünya şimdi yeni bir kavramı daha konuşuyor. “4. Kuşak Savaş”.
Pentagon analistlerinden Chuck Spinney 4. Kuşak savaşçıları tarif ederken;
“Bunların konvansiyonel saldırıda önemli hedef sayılabilecek pek az noktayı ortaya koyduklarını ve genelde davaları uğruna savaşıp ölmeye daha hevesli olduklarını belirtmektedir. Nadiren üniforma giyerler ve genel nüfus içinde bunları ayırt etmek zor olur” demektedir. Ayrıca, “Konvansiyon onları çok az etkiler ve amaçlarına ulaşmak için yenilikçi yolları tercih ederler” diye eklemektedir.
Harp sahası değişiyor. Konvansiyonel gücü muhafaza edip, geliştirirken bütünleşik bir bakış açısı ile dışarıdan gelişmeleri takip etmeli ve öne almalıyız.
Enformasyon, Ağ Destekli Savaş, Asimetrik Harp, Siber Güvenlik ve 4. Kuşak Savaşlar…
Dünya yeni bir dil konuşuyor.
Ve biz buna hazırlıklı olmalıyız. “Bizim de planlarımız var,” diyenleri duyar gibiyim.
Lakin, papaz her gün pilav yemez, bazen de Tyson’ın yumruğunu yer.
ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
dmehmetirak@marinedealnews.com