Osman Karabacak
Türkiye'de son dönemdeki tartışmalı gözaltı kararları ve yargı uygulamaları yalnızca demokratik gerilemeyi değil, ağır bir ekonomik faturayı da beraberinde getiriyor. Merkez Bankası, son 2 ayda yaşanan kur ve faiz baskılarını sınırlamak amacıyla yaklaşık 60 milyar dolar döviz sattı. Ancak bu müdahaleler yetersiz kaldı; politika faizi 3,5 puan artırılarak yüzde 46 seviyesine çıkarıldı. Yaşanan tüm bu maliyetin asıl yükünü ise hâlâ enflasyon karşısında ezilen dar gelirli yurttaşlar taşıyor
Ekonomistlerin hesaplamalarına göre Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras’ın 19 Şubat’ta gözaltına alınmalarının ardından, piyasaları sakin tutabilmek için 10 milyar dolar sattı.
19 Mart’ta İBB Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yaşanan ise ekonomik dalgalanmayı durdurmak içinse tam 50 milyar dolar harcandı. Yani, Türkiye’deki tartışmalı tutuklamaların ve gözaltların maliyeti 2 ayda 60 milyar dolara, yani 2 trilyon 280 milyar liraya dayandı. Bu parayla 1 milyon aileye ev yapılabilirdi. Gıda enflasyonunu düşürecek çok önemli tedbirler alınabilirdi.
Kaynakların erimesi faizin yükselişini tetikledi
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, her ne kadar “Kaynaklar harcanmak için vardır,” dese de tüm bu tartışmalı kararların ekonomik bedeli, Merkez Bankası’nın aylardır düşürmeye çalıştığı politika faizini 3,5 puan artırarak yüzde 46’ya yükseltmesiyle sonuçlandı. Banka ayrıca, gecelik faiz oranını yüzde 46’dan 49’a, gecelik vadede borçlanma faiz oranını ise yüzde 41’den 44,5’e yükseltti.
Faiz artarsa ne olur?
Merkez Bankası faiz artırdığında, ticari bankaların faizleri de artar. Bu da kredi kartı ve kredi faizlerinin artışı, piyasadaki üretim maliyetlerinin artışı anlamına gelir ve enflasyonu tetikleyebilir. Vatandaşın yüksek borçlanma maliyeti nedeniyle de iç tüketim azalır, özellikle asgari ücretle çalışanlar veya emekliler kemerleri biraz daha sıkar ve ülkemizde birkaç yıldır devam eden zorunlu tasarruf dönemi uzar.
Buğra Gökce: Maliyeti ezilen halk ödüyor
Bütün bu maliyeti düşük gelirli, enflasyon altında ezilen halkın ödediğine dikkat çeken İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Doç. Dr. Buğra Gökce, tepkisini şöyle dile getirdi:
“19 Mart darbesinin halka bedeli: yüksek faiz, artan yoksulluk. Gıda enflasyonu yüksek. Fiyatlar her gün artıyor. Gelir artmıyor. Asgari ücretli gıda alışverişinde giderek daha fazla kredi kartı kullanıyor. Faiz yükseldiği için de ücretinden bankaya ödeyeceği pay da artıyor. Çalışanlar artık gittikçe daha fazla oranda kredi kartı borcu ödemek için çalışıyor. Biz bu yüzden hukuk ve özgürlük diyoruz.”
Hukukun zedelenmesiyle ekmek de küçüldüğüne dikkat çeken Gökce, Hukuk ortadan kalktıkça milletin boğazından daha az lokma geçiyor, cebine daha az para giriyor. Bu dönem bitecek. Halkın refahının artacağı, herkesin can ve mal güvenliğinin korunduğu yeni bir sayfayı birlikte açacağız,” ifadelerini kullandı.
Yiğit Onay: Geçici sıkılaşma kalıcı hâle geldi
Deutsche Bank Türkiye Ekonomisti Yiğit Onay, CNBC-e’de katıldığı yayında, şahin bir yaklaşım olarak nitelendirdiği faiz artışını, “TCMB döviz kurundaki şok sonrası gerçekleştirdiği, geçici olarak nitelendirdiği sıkılaşma adımını kalıcı hâle getirmiş oldu,” şeklinde yorumladı.
AB neden sessiz?
Antalya Diplomasi Forumu’nda Gazete Oksijen’e konuşan AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Thomas Ossowski, AB’nin İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına dair sakin olmasının nedeni şu cümlelerle açıkladı;
“AB ve Türkiye geçen sene tekrar yakınlaşma kararı aldı ve üst seviyeli diyaloglar için bir yol haritası belirledi. Tabii ki bizim için bu tekrar yakınlaşma çok önemli. Aynı zamanda İstanbul ve ülkede olanları da gördük. Türkiye uzun süredir ayakta olan bir demokrasi, aynı zamanda AB için bir aday ülke ve güvenilir bir NATO müttefiki. O yüzden Türkiye’de sonunda demokrasinin galip geleceğine inanıyoruz. Bu krizden çıkış bulunacağına inanıyoruz. Umudumuz bu. O yüzden kapıyı kapamak istemiyoruz ama Türkiye’nin bir aday ülke olarak Kopenhag Kriterleri gibi taahhüt ettiği değerlere uyması gerektiğine inanıyoruz.”
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.