Cumhuriyet Dönemi’ne bakıldığında her daim demokrasinin akamete uğramasının sebebi olarak askerler görülmüştür. Demokrasinin baş düşmanı olarak askerleri göstermek için siyasal İslâmcılar ve bunların elebaşı FETÖ tarafından “askerî vesayet” söylemi geliştirilmiş bu yolla toplum ve ordu arasına duvar örülmeye çalışılmıştır.
Hattâ “askerî vesayet” söylemi dayanak alınarak kanunlarda ve anayasada dahi değişikliklere gidilmiştir. Birinci çözüm sürecinin o coşkulu atmosferinden de istifade ile 2013 yılında “Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” olan TSK’nın vazifesinden “iç tehdit” ibaresinin kaldırılıp “Silâhlı kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak” şeklinde tanımlanmıştır. Askerlik tanımı “Türk vatanını, istiklâl ve Cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunlarla vaz'olunur.” iken “Harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir.” şekline sokulmuştur.
Yani siyasal İslâmcı zihniyet ve ortağı FETÖ tarafından böylece sözüm ona “askerî vesayetin” (!) önü kesilmiş ve askerlerin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak” görevi iptal edilerek, aslında bir nevî tarikat ve cemaatlere vesayet imkânı sağlanmıştır.
Etkisiz ve itibarsız, halk ile bağı kopartılmış, Atatürk İlke ve İnkılâplarının takipçisi olmasının önüne geçilmiş, “Mustafa Kemal’in askeri” olmaları suç görülen, mümkün mertebe geleneksel yapısı bozulmuş bir ordu hayâli, siyasal İslâm’ın her zaman hedefi olmuştur. Bunun için “cuntacı”, “darbeci”, “askerî vesayetçi”, “millet iradesini yok sayan”, “millet düşmanı” kullanılan sloganlar olup bunun halka yansıtılma şekli de bu söylemler vasıtasıyla olmaktadır.
Şimdi gelelim bugün askerlerin hiçbir şekilde sesinin çıkmadığı, çıkarılmadığı, emeklilerinin üzerinde dahi baskı oluşturulduğu günümüzdeki demokrasiye. Hattâ AKP ve FETÖ’nün ortak dili ile “ileri demokrasiye”.
Akademik düzeyi en temel aşamada tutalım. Ortaokul ders kitaplarında demokrasinin temel nitelikleri, adalet, hoşgörü, saygı, özgürlük, eşitlik ve sorumluluk olarak belirtiliyor. Aslında Fransız İhtilâli’nden beri çok da değişmemiş. Bunları temel alarak ülkemizde uygulanan “ileri demokrasi”ye bakalım.
Ne var bu ileri demokrasi anlayışında? Askerleri her zaman demokrasinin önünde engel görenlerin demokrasi anlayışı nasıl?
“MADDE 34- (Değişik: 3/10/2001-4709/13 md.) Herkes, önceden izin almadan, silâhsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
Anayasal hak mı? Evet… Ama bunu muhalefet yapmaya kalktığında çok da mümkün olan bir hak olmuyor. Valilik devreye giriyor ve günlerce il çapında bunu yasaklayabiliyor. Hani anayasal haktı? İktidar uygun görürse, hak; uygun görmezse, hak değil ise, “demokrasi” akamete uğruyor demektir. Ne yazıyordu ortaokul ders kitabında? Adalet, hoşgörü, özgürlük ve eşitlik…
Siyasî Partiler Kanunu, Madde 43/3:
“Aday adayları, mensup oldukları partinin programı, büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının kararları ile partinin seçim bildirisi dışında, millî, mahallî yahut merkezî çapta herhangi bir vaatte bulunamazlar ve Türkçe’den başka dil ve yazı kullanamazlar.”
Madde 81/a:
Siyasî partiler:
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
İhlâl edenler var mı? Hukuk? Adalet sadece muhalif olana işleyen, bazı şeyleri istediğinde gören, istediğinde görmeyen bir mekanizma ise demokrasinin bırakın ilerisini temeli bile yoktur.
Örnekler sayfalarca uzar gider.
Yasama, yürütme ve yargının ayrı yollarda yürümediği, tek bir elin hepsine müdâhil olabildiği bir yerde demokrasi akamete uğramış demektir. Eğer bir yerde bir kişi bunların hepsine müdâhil olabilme yetkisine sahipse savcıdan önce hukukî işlemler için tasarrufta bulunabiliyorsa, yargı üyelerini kendi tasarrufu ile atıyor, istediği şekilde görevlendirebiliyorsa, buradan ileri demokrasi beklemek çok da mantıklı değildir.
Ümit Özdağ’ın tutukluluğu vicdanlarda aklandı mı? Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığı için bu kadar öne çıkmasaydı aynı şeyleri yaşar mıydı? Muhalif gazetecilerin gözaltına alınmaları, zaman zaman tutuklanmaları çok mu masum? Muhalif belediyeler yolsuzluk çamurunda boğuluyor da iktidarın belediyeleri, bakanları pirüpak mı?
Yoksa ileri demokrasideki parola “tek bir muhalif kalmayana kadar mücadeleye devam” mı?
Demek ki, demokrasinin akamete uğraması sadece askerlere ihâle edilecek bir durum değil. Hele ki askerlerin darbe sonrası dahi en fazla iki yıl yönetimde durduğu düşünülürse, kesinlikle asker zihniyeti ve meselesinin sonucu değil. Hele ki “darbe anayasası” denilen ve suçlu ilân edilen 1982 Anayasası’nın bugün gelinen noktayla zerre alâkası olamaz.
Yanlış sistemler kurulur ve kişilere ölçüsüz yetkiler verilirse, özgürlük, eşitlik ve adalet ilkeleri göz ardı edilirse, kanunlar kişilerin bakış açısına göre işletilirse, muhalif hukuku ve muktedir hukuku gibi iki farklı hukuk varmış gibi algılanır hâle gelmişse, bunların da yansıması demokrasinin akamete uğramasıdır.
Doğru olmayan bir başkanlık sisteminde “ileri demokrasi” beklenemez. Hattâ bu kişilerin üzerine de ihâle edilemez. Çünkü böyle bir sistem aslında tek kişi iktidarından çok o kişinin gölgesinde kontrol ve denetimin çok da mümkün olmadığı pek çok kişinin tek başına iktidarıdır. AKP’li eski bir milletvekilin dediği gibi “padişahta bile olmayan yetkiler bir kişide toplanmamalıdır”. Bütün olanlar 1982 Anayasası’nın değil, 2017’de, FETÖ tarikat darbe teşebbüsünden 9 ay sonra, OHAL şartlarında yapılan anayasa değişikliği referandumunun sonucudur.
Suçlu asla 1982 Anayasası değil…
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.