Kısaca hatırlayalım…
Teröristbaşı Öcalan, birkaç zaman önce ‘beklenen’ açıklamayı yaptı; örgütün silâh bırakması ve kendini feshetmesi gerektiğini duyurdu. Devlet Bahçeli’nin “terör eylemlerine son vererek lağvedilme” çağrısına gönderme yaptı… “Sayın Cumhurbaşkanı’nın iradesi” dedi… “Barış ve demokratik toplum” adı altında kongre toplanması gerektiği ve bu çağrının hayata geçirilmesi için tarihî bir sorumluluk üstlendiği söylendi.
PKK terör “yürütme komitesi” ise bu tavrı havada bırakmadı: Öcalan’ın çağrısına katıldıklarını, sürecin gereklerini yerine getireceğini duyurdu. 1 Mart’tan itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilân edildi. Karşılık olarak da Öcalan’ın serbest bırakılması istendi.
Dün… 23 Nisan’ın parlak ışıkları altında, resepsiyon masalarında ‘tokalaşmalar’ sürerken bir cümle âdeta havada asılı kaldı: cümlede Mehmetçik vardı, drone, ölüm ve bir ‘yokoluş’… Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler’in ağzından dökülenler, sanki bir ‘devlet’ yetkilisinin değil, oradan geçen sıradan birinin özensiz lâfları gibiydi:
“… drone da geliyor, bizim bi’ tane Mehmetçiğe …”
O tuhaf cümle değil, donuk bir duygusuzluk yankılandı Büyük Millet Meclisi’nde… Bu, devletin bir şehit hakkındaki cümle düşüklüğü ya da ifade eksikliği değildi, anlatımda vicdan eksikti.
Henüz 23 yaşındaki Piyade Uzman Onbaşı Berat Mecit Day şehit oldu.
Irak'ın kuzeyindeki Pençe-Kilit operasyonu bölgesinden önce Hakkari’ye, sonra Trabzon’a getirilen naaşı, 23 Nisan’da Meclis’te kendisi hakkında konuşan Bakan Yaşar Güler’in ağzından dökülen cümlelerden daha sıcaktı. Devletin dili soğuk, soluk ve hissizdi: “…dün bir tane drone atmışlar, drone da geliyor, bizim bi’ tane Mehmetçiğe çarptı, ve… sonra hastaneye götürdük. Kurtaramadık şehit oldu.“
Bu açıklamalar, şehidimizin son kez ‘memleketine dönüşü’ ile aynı güne rastladı.
Ve işte tam o anda, bir ülkenin rûhunun ikiye bölündüğü daha net olarak görünür oldu.
Bir yanda, görev başında can veren Mehmetçik… Diğer yanda, silâh bırakma çağrılarıyla yeniden şekillenen siyasî iklim…
Silâhlar bırakılıyor olabilir… ama kelimeler hâlâ hedef gözetiyor.
Düşünmek gerek: ikinci çözüm sürecinde görevli aktörlerden, teröristbaşı için “babamsın” diyen, Sırrı Süreyya Önder hâlen çok daha sıcak sözlerin ve ilginin muhatabı olurken…
‘Belki’ ya da belli ki, Türkiye’de önce dil düzelmeli. Çünkü ‘düşüklük’ sadece bir cümle ile sınırlı değil…
Öyle ki, her yanlış cümlede, her maksadı aşan sözde son dönemlerde pek sevilen devlet aklı görünmez olurken, ‘devlet vakarı’ parça parça ediliyor.
… elbette, hâlâ rûhu olanlar için…