Evet, evet, biliyoruz; dünyanın sonu yaklaşıyor. Ancak tek tehdit coronavirüsle gündemimize gelen salgınlar değil. Yeryüzündeki canlı yaşamı yok edebilecek, insan eliyle yaratılmış tahripkâr sorunları unutmayalım
Çok uzak değil, bugün orta yaşlarını sürenler bile filmlerde gösterilen, bilimkurgu romanlarında anlatılan distopik dünyanın varlığına şahitlik edebilir. “The End” yazısını görmeye o denli yakınız. Önce nasıl bir distopya yaşayacağız acaba; yoksulların hayatını şehirlerin dışında sürdürmek zorunda bırakıldığı türden bir düzen mi kurulacak, yoksa genetiğiyle oynanmış insanlara öncelik tanınan yeni bir yaşam hiyerarşisi mi hâkim olacak veya yeraltı sığınaklarında yeniden inşa edilmeye çalışılan bir medeniyet mi göreceğiz ya da şu sıra çok yakın hissettiğimiz salgın hastalıkların kasıp kavurduğu bir dünya olasılığı mı gerçekleşecek?
Neyse, bu başka yazının konusu olsun. Biz önce son sağlam darbeyi nereden yiyeceğimizi düşünelim…
Nobel’in gör dediği
Mesela gıda krizi birçok felaket senaryosundan önce yakabilir canımızı. Geçen ay Birleşmiş Milletler (BM) Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver’in basında yer alan açıklamasında belirttiği gibi, II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmeyen düzeyde bir kıtlık yaşanıyor; 821 milyondan fazla insan yeterli beslenmeden yoksun.
BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) raporlarına bakılırsa, her yıl dünyada kullanılan üç milyon ton tarım zehiri toprağı, suyu ve havayı kirletip sağlığımızı tehdit ediyor. Tek başına bu bile yeterince korkunç ama dahası var: Bu şekilde yaşanan gıda kaybı küresel sera gazı salınımının yüzde 8’ini oluşturuyor.
FAO’nun Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu 2020 başlıklı raporundaki tahminlere göre, coronavirüs salgınının etkileri hesaba katılmaksızın yapılan hesaplamalar bile açlıktan etkilenen insan sayısının 2030’da 841,4 milyona varacağını gösteriyor. Dünya nüfusunun yüzde 10’undan fazlası!
Hatırlayalım; BM Dünya Gıda Programı (WFP) Direktörü David Beasley bu yılın ilk yarısında, dünyanın sadece coronavirüs salgınıyla değil aynı zamanda açlık salgınıyla da karşı karşıya olduğu konusunda uyarmıştı. Beasley’in aktardığına göre, en kötü senaryoda 36 ülkede kıtlık görülebilir. Savaş bölgelerindeki milyonlarca kişinin her geçen gün kıtlığın eşiğine sürüklendiğini vurgulayan Beasley’in ifadesiyle “821 milyon kişi her gece yatağa aç giriyor ve kronik açlık çekiyor.”
Gıda Krizlerine Karşı Küresel Ağ’ın açlığın temel nedenlerine odaklanan 2020 Küresel Gıda Krizi Raporu’nda da dünya genelinde incelenen 55 ülke ve bölgede, 2019 sonu itibarıyla 135 milyon kişinin akut gıda güvensizliği yaşadığı söyleniyordu. Afrika 73 milyon kişiyle ilk sırada, Ortadoğu ve Asya 43 milyon kişiyle onu izliyor, sonra 18,5 milyonla Latin Amerika ve Karayipler bölgesi, ardından yarım milyonla Avrupa… Gıda krizi yaşanan bu yerlerde beş yaş altı 17 milyon çocuk yetersiz besleniyor.
2020 Nobel Barış Ödülü’nün BM Dünya Gıda Programı’na (WFP) verilmesi boşuna değil.
İklim de dünya da değişti
Dünyanın sonuna giden yolda en bitirici darbelerden birinin iklim değişikliğinden geldiği de herkesin malûmu artık. Aslında daha doğru biçimde söylemek gerekirse, iklim değişikliğine sebebiyet veren bir sistem kurup bunda ısrar eden insanlardan geliyor. Bu konuda tüm halklarda kısmî de olsa bir bilinçlenme yaşanıyorsa da asıl mesele parayı ve iktidarı ellerinde tutanlarda olduğu için dünya için tehlikeyi bertaraf edecek politikalar uygulanamıyor. Geçtiğimiz aylarda yayımlanan Oxfam’ın bir araştırmasını hatırlayalım. Araştırma iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonlarından en çok dünyadaki zenginlerin sorumlu olduğunu söylüyordu. 1990-2015 yılları arasındaki sera gazı emisyonlarının gelir gruplarına göre değerlendirildiği araştırmaya göre, dünya nüfusunun yüzde 1’lik en zengin kesimi, yüzde 50’lik yoksul kesiminin iki katından fazla sera gazı emisyonuna neden oldu.
Araştırmada dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’una karşılık gelen 630 milyon kişinin sera gazı emisyonlarının yüzde 52’sinden sorumlu olduğu vurgulanıyor, en zengin yüzde 1’lik kesimin de tek başına yüzde 15’lik emisyona neden olduğuna dikkat çekiliyordu. Dünyadaki nüfusun yoksul yüzde 50’lik kesiminin ise atmosfere salınan toplam sera gazının sadece yüzde 7’sinden sorumlu olduğu belirtiliyordu.
Nükleer tehdit
Nükleer tehlikeye ne demeli! Ya da nükleer enerjinin kendisinin riskleri bir yana, sadece atık sorunu bile korkutucu boyutlarda olmasına rağmen hâlâ vazgeçmemekte ısrar eden devletlere…
Dünyanın sonunu hazırlamak için ideal enerji kaynağı olan nükleere dair önemli güncel bilgiler içeren Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu 2020 geçen eylül ayında kamuoyuna duyuruldu. Raporda nükleer enerji üretiminin yüzde 70’inin ABD, Rusya, Çin, Güney Kore ve Fransa olmak üzere beş ülke tarafından gerçekleştirildiği anlatılıyor. Rapora göre, 2010-2019 arasında inşasına başlanan 62 nükleer reaktörün yarısı Çin’de bulunuyor. 62 reaktörden 18’i şu an faaliyette.
Dünyada son bir yılda kapatılan altı reaktör olduğuna ve halen operasyon halinde 408 reaktör bulunduğuna dikkat çekilen raporda, dünyadaki nükleer reaktörlerin ortalama yaşının 2020’de 30 yılı aştığı belirtiliyor. Ve maalesef işleyen reaktörlerin bakımlarının yapılmasında yeterli hassasiyetin gösterilmediği de vurgulanan noktalar arasında; dolayısıyla kaza olasılığının arttığını eklemeye gerek yok.
Nükleer demişken nükleer silahların yok ediciliğini anmamak olmaz. Stephen Hawking bir konferansında küresel ısınma gibi, nükleer silahların varlığını da dünyadaki yaşamın sonunu getirebilecek bir tehdit olarak anmıştı. İşte güncel rakamlar o tehdidin sürdüğünü gösteriyor.
İsveç merkezli Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI), dünyadaki silahlanmaya ilişkin açıkladığı son yıllık raporunda, nükleer güç sahibi devletlerin elinde hâlâ 13 binden fazla nükleer başlık bulunduğu söyleniyordu. Aynı rapor dünyada toplam nükleer başlık sayısında azalma olsa da eldeki silahların modernize edilerek daha tehlikeli hale geldiğine işaret ediyordu. Rapordaki tahminlere göre, 2020 başı itibarıyla dünya genelinde 13 bin 400 nükleer başlık bulunuyor.
Kısacası, endişeler yeryüzündeki hayatın nükleer bir felakete doğru sürüklenebileceği yönünde.
İçimizdeki virüsler
Altından kalkamayıp kıyamete koşar adım gittiğimiz meseleler bunlardan ibaret de değil. İnsanların yaşam haklarını ellerinden alan savaşlar doludizgin sürerken dünya ölçeğinde çatışmalı bölgelerin sayısı azalacağına artıyor, mülteci krizi zengin devletlerin insan haklarından uzak tavırları başta olmak üzere yanlış politikalar yüzünden giderek derinleşiyor, temiz suya erişim sorunu modern dönemlerde görülmemiş boyutta, ormanları yok edip suları zehirleyerek zenginleşeceğini düşünen zihniyetin önü alınamıyor, vs… Mevcut sistemlerin adaletsiz var olma biçimleri nedeniyle dünya yok olmadan cehennemi yaşayan toplumları henüz saymadık bile.
İnsanlığın içine sızan tek virüs corona değil.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır