Deniz Kurmay Yarbay (E) Özhan Bakkalbaşıoğlu, MarineDeal News için kaleme aldığı makalesinde, Türkiye’nin harita üzerindeki konumuna içinde bulunduğu coğrafyanın stratejik boyutuyla dikkat çekiyor.Beklenen yaptırım AB’den önce ABD’den geldi. Konu ile ilgili çok yorum yapıldı ancak ben sadece S-400 füzelerine bağlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Ambargonun sebebini Kafkasya’da ABD’nin çıkarlarının Rusya ve Türkiye yönünde bozulması, Azerbaycan ile daha sıkı bir yakınlaşma ve bunun neticesinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Çin arasındaki bağlantının Türkiye ve Rusya ile birlikte yeni bir oluşum olabileceği endişesinin artması olarak da değerlendiriyorum. Bunlara ayrıca, ABD’nin Orta Doğu’daki etkinliğinin azalmasını ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çalışmalarını da ilave edebiliriz. Ancak bunun çözümü ambargo değildir. Eğer bu kriz politikasını iyi yönetebilirsek kârlı çıkanın Türkiye olacağını kanaatindeyim. Aksi takdirde İsmet İnönü’nün de dediği gibi, “Yeni bir dünya kurulur Türkiye burada yerini alır,”. Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin coğrafi konumuna yeniden bakmalıyız. Konuya harita üzerinden baktığınızda size iki şey gösterir; birincisi dünya üzerindeki konumumuzu, ikincisi ise bunun bize ne anlattığını. Nasıl ki Keops Piramidi dünyamızı karalar ve denizler olarak iki eşit parçaya bölüyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde olduğu Anadolu toprakları da bize ne kadar önemli bir yerde olduğumuzu işaret etmektedir. Bu topraklarda 48 kültürün var olduğu bilindiğinde bu önem daha da artar (dünyada Anadolu haricindeki topraklarda en fazla 8 kültür bulunduğuna dikkat çekelim)
Türkiye, büyük bir yarımada olarak doğu batı yönünde bir köprü, kuzey güney yönünde ise Boğazlar nedeniyle bir asma köprüdür. Köprünün açılıp açılmamasına karar verir. Kıyılarının uzantısı olan Doğu Akdeniz ise Süveyş Kanalı’nı işlevsel hale getiren bir vanadır. Batı ve Doğu medeniyetlerini birbirinden ayıran ve birleştiren tek köprüdür. Her iki tarafa geçiş sağlar. Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in birleşmemesi için oluşan doğal bir set değildir. Tarih içinde Batı’nın Doğu’dan aldığı kültür ve medeniyet Batı’dan alınandan çok daha fazladır.
Burada esas olan bu coğrafyaya sahip olan ülkenin bunu gerektiği gibi kullanıp kullanmadığıdır. Bu bölgeye hâkim olduğunuzda kuzey ülkelerini her zaman kontrol edersiniz. Nicholas John Spykman ve Alfred Thayer Mahan’ın dünya egemenliği kuramında denizlere hâkim olan Avrasya’yı kontrol eder.
Bir yerde Doğu Akdeniz’e hâkimseniz Anadolu’yu kontrol eder ve Avrasya’yı görebilirsiniz. Önemli olan bu coğrafyayı buralara hâkim olan ülkenin, menfaatleri doğrultusunda kullanmasıdır. Bu nokta çok önemlidir eğer kullanamasanız başkaları kendi menfaatleri için kullanır ve zararı siz görürsünüz. Osmanlı İmparatorluğu bu coğrafyadaki bütün bölgelere hâkim iken bir sorun yoktu. Ne zaman ki denizlerdeki hâkimiyetini kaybetmeye başladı o zaman aktörler de değişmeye başladı. Batılı emperyalist ülkeler önce sırasıyla denizlere hâkim olma, bu bölgedeki adalara sahip olma, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birleştirme ve son olarak da esas olan ana köprüyü ele geçirmeyi istediler. Bunu ilk kavrayan Napolyon oldu ve Mısır’ı bizden almak istedi. Ancak, bunu çok önemli bir güç olan deniz hakimiyetini elde etmeden yapmak istemesi, hem İngiltere’nin bu bölgeye olan iştahını kabarttı hem de bu payı İngiltere’ye kaybetmesiyle sonuçlandı. Kıbrıs kiralandı ve Süveyş Kanalı’nın işlevselliği sağlandı. Rus Çarlığı’nın Osmanlı İmparatorluk toprakları için büyük bir tehlike teşkil etmesi öncelikle İngiltere’yi rahatsız etti. İngiltere bu coğrafyayı kullanarak Rusya’yı engellerken, sömürü anlamında kendi menfaatlerine de başladı. Dolayısı ile coğrafyayı kullanan ülke, İmparatorluğu muhtaç hale getirirken kendi hazinesini doldurmaya devam etti.
Sömürü politikasının son aşamasında ana köprüyü ele geçirmek yer alıyordu. Onu da başarıyorlardı ancak şans bu sefer Türklerden yana idi. Atatürk bu köprüyü onlara vermedi.
Atatürk bu oyununu iyi gördü ve donanmanın güçlenmesi için ilk harcı attı. Doğu Akdeniz’de varlığını hissettirmeye başladı. Ama ne yazık ki NATO’ya girince bu coğrafya Batı’nın kalesi oldu. Gelecek bir savaşta da bize zararlı olacak bir ortama dönüştü. 1963 yılı bir milat oldu Kıbrıs’ta çıkan olaylar bu coğrafyayı yeniden değerlendirmemize neden oldu, Kıbrıs Barış Harekâtı ile Doğu Akdeniz’i kontrol edeceğimiz bir yere geldik. KKTC’nin varlığı bizi yeniden Süveyş ve Orta Doğu’yu kontrol edebilecek konuma getirdi. Donanma kuvvet yapımız değişti, NATO’nun bir kalesi iken aynı zamanda kendi kalemizi de kurmuş olduk. Hidrokarbon rezervleri çıkınca da bu bölgenin vanası durumuna geldik.
Tabii ki bu durum Atlantik Paktı ve onun sözcüsü AB ile piyonu Yunanistan ve Fransa’nın işine gelmiyor. Yıllarca sadece kendi şirketleri ve kendi kuralları ile yönetmeye çalıştıkları düzen yıkılmaya başlayınca bu tür hareketlerde bulunmaları normaldir. Türkiye, 1974’den beri kendi coğrafyasını kullanmaya başladı. Rusya ile kurulan iyi ilişkiler ABD’yi tedirgin etse de Kafkasya’daki stratejik üstünlüğünü Gürcistan hariç Türkiye ve Rusya lehine kaybetmeye başladığını söyleyebiliriz. Azerbaycan ile son savaş sonrası kurulmuş olan ittifakın daha da güçlendiğini görmek, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerini de etkileyeceği bir gerçektir. Azerbaycan’ın zaferi kendine güveni artırmıştır. Çin ile olan ekonomik ve kültürel yakınlaşma da bu coğrafyadaki köprüyü çok daha pahalı bir geçiş durumuna sokmuştur.
ABD’nin yaptırım kararları ülke olarak milli siyasetimizi ve stratejimizi yeniden düşünmemize yol açacaktır. Öncelikle ekonomik olarak güçlü olmamız için değerlendirmelerimizi yeniden ele almak zorundayız. Coğrafyanın yanında ekonomimizin rahat olması da birbirini destekleyen unsurlardır.
ABD, 1962 Jüpiter füze krizinde, 1964 Jonshon Mektubu’nda, 1971 Haşhaş Krizi ve 1975 Kıbrıs Silah Ambargosu’nda, 2003 teskeresi, çuval krizleri ve son olarak 2016 FETÖ darbe girişimiyle nasıl bir politik anlayışta olduğunu göstermiştir. Hiçbir zaman güvenilir bir müttefik olmamıştır. Dolayısıyla biz, ekonomik bağımsızlığımızı mümkün olan en iyi seviyeye getirmek zorundayız ki o zaman bu coğrafyayı isteklerimiz doğrultusunda daha fazla kullanabilelim. Bu son adım coğrafyamızın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Bu coğrafyayı kendi çıkarlarımız için kullanmak, Mavi Vatan’a sahip çıkmak ve güçlü bir donanma ile mümkündür. Bu köprü ancak ve ancak güçlü bir donanmanın varlığı ile korunabilir. Türkiye partiler üstü bir devlet politikasını milli hedef haline getirmeli ve elde etmek için milli güç unsurlarını buna göre geliştirmelidir. Unutmayalım ki bu coğrafya çok kıymetli nadir bir toprak parçasıdır ve Mavi Vatan’la bütünleşmediği sürece zaman içinde ülke olarak yok olabilme ihtimalini çok yüksek olarak değerlendiriyorum.
Samuel P. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezinde yer alan kültürlerin savaşması kavramının önündeki tek engel, güçlü bir Türkiye’nin bu köprüde var olmasıdır.
Bu aslında barışın anahtarıdır ve biz güçlü olduğumuz sürece bu bölgede barış hüküm sürecektir. Batı blokunun oyunlarına gelmememiz gerekir.
Bu nedenle diyorum ki ;
Dünya haritasının bu bölümüne daha dikkatle bakalım size mutlaka bir şeyler söyleyecektir.
Şu anonim mısra her şeyi anlatıyor, “Ol mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” günümüz Türkçesi ile mealen “Balık denizin içinde yaşar fakat denizden haberi yoktur” kıssadan hisse.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.