Çelişkili politikalar

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com

Yatırımların sadece politik faktörlerle kısıtlanmadığı bilinmesine rağmen, yatırımcı açısından politik risklerin önemi malumunuz. Bahsi geçen politik riskler, mikro ve makro olmak üzere iki gruba ayrılır. Birçok sektörden farklı olarak liman yatırımlarında, yatırımcılar mikro risklerin makro unsurlara karşın daha tehlikeli olduğu görüşündeler. Diğer bir deyişle, ülkelerin limancılığı geliştirmeye yönelik tecrübeleri ve uygulamaları, bütünleşmiş politika ve ekonomik kondisyondan daha hassas bir husustur. Bunun temeli ise, serbest pazar ekonomilerinde yerel çıkarların koruma altında olmasıdır.
Mikro unsurları ön planda tutan yatırımcıların başında, global terminal operatörleri bulunur. Liman özelleştirmeleri ise, bu yatırımcıların küresel yapıya bürünmesine ciddi katkı sağlar. Ancak, özelleştirme uygulamaları firmalar arası evliliklerden biraz farklılıklar gösterir. Özelleştirme uygulamalarında, masanın diğer tarafında kamu kurumu olması, makro çıkarlarında ön planda tutulmasını gerekli hale getirir.
Ancak, ülkemiz liman özelleştirmelerindeki İşletme Hakkı Devri Sözleşmeleri’nde, tarife oluşturma da kamunun onayıyla kapasite kullanım oranlarındaki boşluklar, makro politikaların göz ardı edildiğini gösteriyor. Keza, özelleştirme sonrasında kapasite darlığıyla oluşan yoğunlukların liman kullanıcılarına faturalandırılması, konuya yönelik bir örnek teşkil edebilir. Halbuki ülke politikaları geleceğe yönelik terfi ettirici nitelikte, ulusal yaklaşımlar olmalıdır.
Kimi zaman ise, ülkelerin makro yaklaşımlarının yarattığı politikalar liman yatırımını proje başlamadan kısıtlayabilir. Bu duruma gösterilebilecek en yakın iki örnek; ABD’deki bazı limanların DP World tarafından devralınması ve Hutchinson Port Holdings’in (HPH) Hindistan’daki konteyner terminal yatırımına yönelik girişimidir.
Malumunuz, DP World’ün İngiltere’nin P&O firmasını satın almasıyla birlikte birkaç ABD limanındaki stevedor faaliyetleri de devralması konusu, Amerika Kongresi’nde tatsız tartışmalara neden olmuştu. Firmanın Arap orijinli olmasının güvenlik zafiyeti oluşturacağı görüşüyle oluşan tartışmalara rağmen, otorite DP World’ün New York, New Jersey, Philadelphia, Baltimore, Miami ve New Orleans limanlarındaki stevedoring hizmetlerini devralmasına izin vermiş, ancak DP World bu haklarını “AIG- Highstar Harbor Holdings” firmasına satmıştı. Hatta bu adı geçen firmanın yüzde 10’dan az hissesinin son ekonomik krizle kamulaştırılmakta olan AIG’a (American International Group) ait olduğunu yazmadan geçemeyeceğim.
Hindistan’daki hikâye de ABD’dekinden pek farklı değil. Mumbai konteyner terminalinin işletilmesi amacıyla yapılan ihalede teklif veren HPH firmasının Çin kökenli olmasına bağlı güvenlik endişesiyle ihale dokuz defa iptal edilmek suretiyle Hindistan, HPH firmasının ihaleye katılmasına yönelik bariyerler oluşturdu.
Görülüyor ki, ülke politikalarının belirlenmesindeki vizyon hataları birtakım tezatları da beraberinde getiriyor. Örneğin; yakın tarihte ABD’deki stevedor haklarının DP World’e devrinin güvenlik altyapılı tartışmalara sebep olmasına karşın, günümüzde ABD’nin ithalatına yönelik güvenlik kontrollerinin yapılacağı iki pilot limanın DP World tarafından işletilmesi şaşırtıcıdır. Sovyetler Birliği’nin ağır regülasyonlarına benzetilen bu uygulama kapsamında, ABD’nin ithal yüklerinin çıkış limanlarında taranarak kont-rol edilmesine yönelik seçtiği iki pilot liman DP World’ün de terminal hizmeti vermekte olduğu Southampton ve Port Qasim limanlarıdır.
Sonuç olarak, ülkenin geleceğe bakışı, problemi ortaya koyabilmek ile bunu uygun şekilde çözümlemek olmalıdır. Bunun aksi uygulamalar ise, mevcutların kaybından başka çözüm üretemez.

Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com