Büyüme arzusu, adeta ekonomik bir salgın hastalık

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com
Covid-19 salgını ile tanıştığımız andan itibaren 3 ekonomik şoku birlikte yaşamaya başladık. Sağlık sisteminde yaşanan sıkışıklığa ek olarak, ihracat ve turizm hacmi azaldı, yabancı sermaye çıkışı süratlendi ve dolarizasyon arttı. Öncelikli odak noktası ise büyümek…

Bu şoklar Covid-19’un ekonomide yarattığı hastalığın belirtileridir, hastalığın ana sebebi ekonomik daralma ve fonlama ihtiyacı.

Covid-19 ülkemize ulaştığında diğer ekonomiler gibi ilk adım Merkez Bankası’ndan geldi, o da diğer merkez bankaları gibi; likit enjeksiyonu yaptı! Yani piyasaya para saçtı. İkinci adım ekonomi yönetiminden geldi; hastalığın ana sebebi olan ekonomik daralma ile amansızca boğuşmaya başladı.

Sırayla ilerleyelim, merkez bankalarının para enjeksiyonu doğru bir adımdı. Aksi takdirde iflaslar peşi sıra gelebilirdi. Bu yöntem 2008 Finans Krizinde test edilmiş ve onaylanmıştı. Fakat sürekli likit enjeksiyonunun fayda sağlamayacağı görüldü. Kaldı ki, birçok şirket belirsizlik sebebiyle likitte kalmayı tercih etti/ediyor, yatırımdan kaçıyor. Hane halklarından da aynı davranış beklenirken, oyunun seyrini değiştirmek üzere ekonomi yönetimi devreye girdi. Öncelik, yukarıdaki 3 şoktan sadece biriydi; dolarizasyon. İhracat ve yabancı sermaye çıkışı diğer ülkelerin kontrolünde olduğundan fazla bir şey yapmak mümkün değil zaten. Döviz işlemlerine yönelik vergi, ithalat vergilerindeki yükseliş hem cari açık hem de dolarizasyon aleyhine atılan adımlardı. Aynı sıralarda BDDK’dan bankaları kredi vermeye teşvik edici uygulama (aktif rasyosu) devreye alındı. Kamu bankaları da faiz oranlarını düşürünce kredi genişlemesi başlatılmış oldu!

Kredi genişlemesi ileride sorun çıkartabilir. Neden?
Ekonominin büyümesi, tüketebileceğinden fazla para yaratmasına bağlıdır. Konut, hisse, döviz veya tahvil gibi yatırımları takiben hâlâ para fazlası olunca arz ve talep kendini gösterir. İthalat ve fiyatlar yükselir. Ama bunun dönüşü de ters olabilir. Örneğin, ABD ekonomisinin 2008 çöküşünde etkili olan bir konu da oturmaya elverişli ev pazarına akan ucuz paraydı. Hükümet vatandaşları ev almaları için yüreklendirdi. Bu da 2001 yılında ev fiyatlarının füze gibi fırlamasına sebep oldu.

2005’te gerçek, yüzünü göstermeye başladı. Fiyatlar düşmeye başladı. 2007 yılına gelindiğinde 2005’te başlamış olan yumuşak düşüş, flaş çöküşe dönüştü. O sırada borçlarını ödemeyi başaramayan oyuncular da iflas ettiler.

Konut meselesi sadece bir örnek… Talep artışı ithalat yükselişine sebep oluyor. Ne zaman ki ekonomimiz tüketim tarafından büyümeye başlar o vakit ithalat yükselir. 2020 ilk çeyreğindeki büyüme bize dış talebin süratle azaldığını, iç talebin arttığını gösterdi. İkinci çeyrekte iç talebin, geçen çeyreğe kıyasla, daha da yükseleceğini kredi genişlemesinden anlıyoruz.

Yavaş büyümekten korkmayın, durmaktan korkun…
Maalesef ki tüm ülkeler ekonomik bir salgın hastalık gibi yüksek oranda büyümek istiyor. 2020’nin ilk çeyreğinin sonunda pandemi nüksetmeseydi büyüme yüzde 7 olabilirdi fakat yüzde 4,5’te kaldı. Eğer önümüzdeki 3 çeyrek sırasıyla; yüzde 5 daralma akabinde yüzde 3 ve yüzde 5 büyüyebilirsek yıllık büyüme yüzde 1,9 olacaktır. Kısacası ilk çeyrekteki pozitif değer yıllık ölçekte pozitif katkı sağlıyor.

Tuhaf bir ikilem içindeyiz. Merkez Bankası’nın yarattığı paranın bir kısmı, kredi genişlemesi öncesinde dövize kaymıştı. Çünkü reel faiz negatif. Tuhaf ki Merkez Bankası ve diğer kurumlar para yaratıyor, kredi veriyor, bunun üzerine ithalat ve dövize olan talep yükseliyor. Uygulamaların tamamı daha fazla büyüme uğruna… Oluşan döviz talebinin bir kısmı Merkez Bankası rezervlerinden karşılanıyor. Üzerine de bankacılık sektöründe bazı sınırlamalar (ör: aktif rasyosu) ve dövizin cazibesini azaltmak için vergilendirme uygulanıyor.

Enflasyon çağına geri dönebiliriz
Yıllar evvel okuduğum IMF’nin analizine göre; ülkemizde istikrarlı bir cari denge için tutarlı olan ekonomik büyüme oranı yüzde 2,75-3,5’tir. Bunun üzeri zorlama oluyor demek istemişler! Yüzde 4,5 büyümenin cari denge üzerindeki etkisi; yılın ilk 4 ayında cari açığın 13 milyar dolara dayanmasıdır. Böyle giderse yıllık açık (iyimser bir görüşle) 30 milyarın üzerine çıkar. Yukarıda yazdığımız yabancı sermaye çıkışı devam ederken, ihracat ve turizm gibi döviz kazandırıcı sektörlerin katkısı azalırken bu açığın finansmanını sağlamak geçmiş yıllara kıyasla daha zor olabilir. Örneğin, geçen yıl nisan-eylül arasındaki 6 aylık süreçte turizm geliri 17 milyar dolardı. Ekonomi yönetimi böyle bir adım attığına göre bir beklentisi olması lazım. Örneğin yılbaşından beridir çıkış yapan yabancı sermayenin geri dönüşü olabilir mi? Sonuca gelirsek üzülerek de olsa “Velev ki cari açık artmaya başladı ve finans sağlanamıyor, o zaman uygulanan ek vergiler, kredi genişlemesi, artan ithalat ekonomiyi enflasyon çağına sokabilir” diye düşünüyorum.

Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi değildir.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com