Bu dünya nasıl doyacak?

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Dünya çapında gıda sorunu, Afrika’nın bitmeyen çilesi, yeni bir tür sömürgecilik… Yakın gelecekteki tablo hiç de iç açıcı değil, ama kimsenin iştahı kapanmıyor

Geçtiğimiz ay, ABD’de 1962 tarihli B-53 tipi, yaklaşık 4,5 tonluk bir atom bombası parçalara ayrılmaya başlayınca basında dünyanın bir dönemeci daha döndüğü haberleri yazıldı. Elbette Soğuk Savaş döneminden kalan son atom bombasının yok edilmesi iyi bir gelişmeydi. Gel gör ki ABD ve Rusya’nın, Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması çerçevesinde ellerinde bulunan kullanıma hazır durumdaki nükleer başlık sayısının üst sınırını 1550 olarak belirlemiş olduklarını hatırlayınca hiçbir rahatlama duygusu uyandırmıyordu insanda. Yine de meşhur Küba Krizi esnasında yapılan, gücünün Hiroşima’ya atılan atom bombasından 600 kat fazla olduğu bildirilen bu bombanın ortadan kaldırılıyor olması önemliydi elbette. Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Nükleer Güvenlik Dairesi Müdürü Thomas D’Agostino bomba parçalandıktan sonra “dünyanın daha güvenli bir yer haline geleceğini” söylüyordu.
ABD ve Rusya dışında atom bombası yapabilecek teknolojiyi ve resmen açıklanmasa da atom bombasına sahip olduğu iddia edilen ülkeleri bir yana koyalım. Üstüne de konvansiyonel silahların giderek yayıldığı dünyanın farklı coğrafyalarındaki yöresel silahlanma yarışlarını ekleyelim ve bir an için onların olmadığını düşünerek başımızı başka yana çevirelim. D’Agostino haklı mı, şimdi dünya daha mı güvenli? Bakalım…

Açlık ve gelecek korkusu

Birleşmiş Milletler’e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) ve Dünya Gıda Programı (WFP)’nın geçtiğimiz ekim ayında yayımladığı Dünya Açlık Raporu öyle söylemiyor. Raporda ürkütücü bir geleceğin ipuçlarını görmek mümkün. Art arda birkaç bilgiyi okumak bile dünyanın sürüklendiği yeri anlamak için yeterli:
-Dünyada açlık çeken insanların sayısındaki artış 2008 yılından bu yana 75 milyon.
-Gıda krizinin en yoğun yaşandığı bölgelerin başında Afrika Boynuzu’ndaki ülkeler geliyor. Somali’de 750 bin insan açlıktan ölme tehdidi altında. Somali’yi Cibuti, Etiyopya ve Kenya takip ediyor.
-Tahminlere göre, her yıl açlık ve yetersiz beslenmeden hayatını kaybeden insan sayısı 10 milyon. Yaklaşık 1 milyar insan açlık çekiyor. Birleşmiş Milletler bu sayının 2015 yılında 600 milyona düşürülmesini amaçlıyor ama kendi uzmanları bile bunun gerçekçi olmadığını itiraf ediyor.
-Dünya ölçeğinde yılda 1,3 milyar ton yiyecek çöpe atılıyor. Gelişmiş ülkelerde çöpe atılan gıdaların yüzde 40’ı aslında yenebilecek durumda. Çöpe giden miktar küresel olarak üretilen gıdaların üçte birini oluşturuyor.
-Gelişmiş ülkelerde yılda yaklaşık 220 milyon ton yenebilir ürün boşa gidiyor. Bu miktar Sahraaltı Afrika ülkelerinin yıllık toplam gıda üretimine çok yakın.
-Gelişmekte olan ülkelerde her yıl heba olan buğday miktarı 150 milyon ton. Bu rakam, tüm fakir ülkelerdeki açlığı ortadan kaldırabilecek buğday miktarının altı katı.
Bir başka rapor, eylül ayında Uluslararası Kızıl Haç ve Kızıl Aylar Federasyonu’nun yayımladığı Dünya Felaketler Raporu, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’inin açlıkla karşı karşıya olduğunu söylüyor. Açlığın nedenleri olarak yükselen gıda fiyatları, israf ve dağıtım problemleri gösteriliyor.
Raporun kayda geçtiği birkaç nokta akılda kalıcı:
– Dünya üzerinde tüketilen besinlerin yarısını üreten köylülerin ciddi bölümü açlık içinde.
– İngiltere’de yetişkinlerin yüzde 25’i, çocukların yüzde 10’u obez.
-Obezite pek çok gelişmiş ülkede ve Çin, Hindistan gibi hızlı gelişen ülkelerde sağlık sistemleri üzerinde ciddi bir yük yaratıyor.
-Her şey şu anki gibi devam ederse, 2030’da ABD’lilerin yaklaşık yarısı, İngilizlerin yüzde 40’ı obez olacak.

Batan Afrika’nın malları bunlar
Dünya ölçeğinde gıda sorunu üretim/tüketim/dağılım eşitsizliği içine hapsolmuş durumda ve maalesef bu durum başka sorunları da beraberinde getiriyor. Daha fazla üretim için yeni tarım alanlarına ihtiyaç duyuluyor. Bu amaçla çokuluslu şirketlerin seçtiği yer Afrika. Elbette çokuluslu şirketler bu noktada tek başlarına hareket etmiyor, hükümetlerin desteğiyle çalışıyor, hükümetler doğrudan müdahil oluyor. Afrika’da uzun süreli kiralanan ya da satın alınan geniş araziler bu şirketlere çok ucuza mal oluyor.
Açlığın ve yoksulluğun pençesindeki Afrika’nın seçme şansı yok. Çokuluslu şirketler kaderine, geleceğin tahıl ambarı olmasını yazdılarsa büyük olasılıkla bu gerçekleşecek. Dışarıdan gelecek tarım yatırımlarını iş ve ekmek olarak görenler belki bu yöndeki gelişmeleri olumlu değerlendiriyor ancak yeni bir tür sömürgeciliğin ortaya çıkışı olarak görenler de var.
Yakın dönemdeki bir BBC haberinde, yabancıların, gözlerine bir fırsatlar ülkesi olarak görünen Zambiya’dan kapış kapış arazi aldıkları ve arazi kapma yarışının kıtanın başka yerlerinde de sürdüğü söyleniyordu. “Sadece Zambiya’da değil Afrika’nın diğer ülkelerinde de şu an Çinli, Hintli, Avrupalı yatırımcılar büyük çiftlikler kuruyor, toprak satın alıyor. Zambiya gibi nüfusun yüzde 60’ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülke için kıymetli bir sermaye akışı. Ancak bu süreç binlerce Afrikalıyı topraksız bırakarak daha da yoksulluğa itecekse tarımla kalkınma vaatleri pek inandırıcı gelmiyor.”
BBC’nin ortaya koyduğu soru çok anlamlı doğrusu. Afrika bu sürecin sonunda dev bir tarım merkezine dönüşebilir belki, ancak Afrikalılar kendi topraklarındaki üretimden ve bunun ekonomik getirisinden ne denli faydalanabilecek; tarih yanıtın olumlu olmayacağının örnekleriyle dolu.

Yemek kuyruğu uzun olacak
Gıda sorunu devasa bir boyutta ve giderek daha fazla hissedileceğini söylemek belli ki yanlış olmayacak. Hele dünya nüfusunun artışını da göz önüne alırsak…
Ekim ayı sonunda açıklanan Birleşmiş Milletler Dünya Nüfus Raporu’nda dünya nüfusunun 2100 yılında 15 milyara çıkacağı öngörülüyor. Birleşmiş Milletler’in 2050 tahmini ise daha önce 9 milyar olarak açıklanmıştı. Teknoloji o zamana kadar çözüm bulur umudu taşıyanlara teknolojinin bugüne kadar bulduğu çözümlerin büyük bölümünün devasa boyutlarda sağlık sorunlarına yol açtığını hatırlatalım.
Daha yakın verilere bakacak olsak bile rapor iç açıcı bir tablo çizmiyor. 1999 yılında 6 milyar sınırını aşan dünya nüfusu bu yıl 1 milyar daha artarak 7 milyarı bulacak. Rapor son 50 yılda ortalama yaşam süresinin 48 yıldan 68 yıla çıktığını da gösteriyor. Bir başka okumayla dünya ölçeğinde yaşlı sayısı artıyor. 2012 itibarıyla 60 yaşını geçmiş insan sayısı 893 milyon. 2050’de bu sayının 2 milyar 400 milyona çıkacağı tahmin ediliyor. 25 yaşın altındaki nüfus ise bugün, dünya çapında yüzde 43 civarında. Genç nüfustaki artış çocuk ölümlerinin üçte iki oranında gerilemiş olmasına bağlanıyor. Buna paralel olarak 1950’de bir kadının ortalama altı çocuk yaptığı, bugün ise bu ortalamanın 2,5’e düştüğü belirlenmiş.
Raporda yer alan önemli noktalardan birkaçının daha altını çizmek gerekli:
-Bugün her üç kişiden ikisi Asyalı.
Bu yüzyılın sonunda Afrikalıların sayısı 1 milyardan 3 milyar 600 milyona, Asyalıların sayısı ise 5 milyar 200 milyona çıkacak.
-2025 yılında Hindistan Çin’i geçecek, 1 milyar 460 milyon kişiyle dünyanın en büyük nüfusuna sahip olacak.
-Kırsaldan şehirlere göç artarak sürüyor. Denge giderek bozuluyor. 40 yıl sonra Amerika kıtasının kuzeyinde ve güneyinde yaşayan insanların yüzde 90’ının şehirlerde olacağı tahmin ediliyor. Avrupa’da ise bu oranın yüzde 73’ten yüzde 85’e çıkacağı öngörülüyor. Bu durum her şeyden önce büyük olasılıkla kentlerde su sıkıntısı olacağı anlamına geliyor.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com