“Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol Git gidebildiğin yere” diye yazmıştı ya Orhan Veli. Öyleyse yazılarda kaybolup denizlerde buluşalım…
Günlük hayatın tarihinde planlamaya sığmayan, tesadüf yanlışlık veya anlık tercihlerin yol açtığı, sonradan hikâyesi keyifle anlatılacak hoş sonuçlar vardır.
2000’li yıllarda özelleştirilmeden önce, Tekel’in içki bölümünde çeşitli görevlerde bulunan, son olarak Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası Müdürü olarak çalışan Kerim Yanık, bu hikâyelerden birini ‘‘Likörden Şaraba, Votkadan Rakıya Tekel’in Nesi Kaldı, Damaklarda Tadı Kaldı’’ adlı kitabında tadıyla anlatır.
“Günseli Hanım bir sabah elinde sarımtrak ama berrak bir sıvının bulunduğu şişeyle odama girdi ve gülerek ‘Kerim, bunun ne olduğunu bil bakalım’ dedi. Şişenin renginden bir şey anlamamıştım. Ne biraya ne de viskiye benziyordu. Bu kez ben sordum. Aldığım yanıt gerçekten şaşırtıcıydı. Gülerek, ‘Bu senin geçen yıl ürettiğin rakı’ demez mi!”
Yanık anısının devamını kitabının “sarı rakı” bölümünde, yudum yudum içer gibi acele etmeden, ama sözü de uzatmadan aktarır. Bir gün İzmir İçki Fabrikası’ndan gönderilen rakılara ne olduğu anlaşılamayan yağlı bir maddenin karıştığını, rakıları yol firesi olarak kabul etmek yerine viski damıtma cihazlarından geçirerek arıttıklarını, yeni yapılmış meşe fıçılara doldurduklarını anlatır. Bir zaman sonra karşısına çıkan sarı renkli rakı işte bu fıçılardaki rakıdır. “Gerek kimyasal, gerek duyusal sonuçları mükemmeldi” der Yanık, “fakat rengi sorunluydu ve kesinlikle bu haliyle şişeleyip piyasaya veremezdik.” Bunun üzerine geliştirilen çözüm dâhiyanedir. Devlet erkânına hazırlanan yılbaşı hediye paketlerine, özel üretim notuyla birlikte koyulur bu rakılar. Sonrasında sarı rakının ünü yayılır, her yerden talepler gelir; talepler bahsi geçen rakının bir deneme çalışması olduğu, daha ileride üretileceği söylenerek geçiştirilir…
Marmara’da fok
Ancak ne yazık ki hayattaki tercihlerimiz her zaman böyle gülümsetecek sonuçlara yol açmıyor…
Sait Faik ‘‘Sivriada Geceleri’’ öyküsünde balıkçı Kalafat ve çırağı Sotiri’yle avlanmak için denizde geçirdikleri zamanı anlatırken ayı balığıyla karşılaştıklarından söz eder.
“…Birden durdu. Yanımızdaki çocuğa:
- Baksana, Sotiri, dedi, ayıbalığı geldi galiba, bir ses duydum.
Çocukla beraber kıçta oturmuştuk. Dönüp baktık: On kulaç ötemizde terli, şişman bir zenci çocuğu gözleriyle fok, bize bakıyordu.
Baktı ve daldı.
- Orada mı? dedi Kalafat.
Sotiri:
- Daldı, dedi.
- Yine çıkar. Mağarada geceler. Keyfi kaçtı oğlanın, biz varız diye…
Bu ihtiyar münzevi, senelerden beri buralarda. Bırakmış uzak denizlerini, yüzlerce karısını, binlerce çocuğunu, basmış gelmiş Marmara’nın bu Sivriada’sına…”
Marmara’da bir fok! Fantastik edebiyat olsa neyse; ama Sait Faik yazıyor. Peki ne oldu da o sıralar bir fok yaşayabilirken şimdi olması gereken ölçüde balık bile bulunmuyor bu denizde; ya da Kuzey Kutbu’nda neler oluyor da kutup ayıları yaşayamaz hale geldi?..
Cevap basit ama hazin: İnsanların yanlış tercihlerinin sonucu bugün olduğumuz çıkmazdayız. İnsanlığın kurduğu bencil varoluş sistemi ve çoğunluğun tercih ettiği yaşam tarzı kesin bir yok oluşa yol açıyor. Öyle göktaşı çarpması gibi, elimizden bir şey gelmezdi, diyeceğimiz bir yok oluş değil, bayağı kendi seçtiğimiz yolun doğal sonucu olan bir yok oluş. Hâlâ yavaş gözüken, ama hiç olmadığı kadar hızlanmış bir yok oluş…
Kutupta ayı
Bir, iki nesil sonra çocuklar kitaplarda okudukları, filmlerde gördükleri hayvanların, diyelim ki kutup ayılarının neden artık yeryüzünde olmadığını sorduklarında ne diyeceğiz?.. Kutup ayıları rastgele verilmiş bir örnek değil. Nature Climate Change dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, sayıları 25 bine düşmüş olan kutup ayılarının soyu 2100 yılına kadar tükenebilir. İklim değişikliği sonucu artan sıcaklıklar kutup ayılarının yiyecek bulmasını zorlaştırıyor. Yiyecek bulamadığı için giderek zayıflayıp gücünü kaybetmeye başlayan hayvanların avlanmadaki başarı şansı da azalıyor. Araştırmaya göre, yine artan sıcaklıklar Kuzey Kutbu’ndaki buz kütlesinin azalmasına, kutup ayılarının fok balığı avlayabilecekleri zaman diliminin de daralmasına neden oluyor. Bu zincirleme reaksiyonun nedeni iklim değişikliği ve onun da kaynağı biz insanların tercih ettiği, başkalarına varoluş imkânı bırakmayan yaşam tarzı.
Farkındayım, rakıdan balığa geçiş zaman aldı, ayı lafa girdi, laf dağıldı, bir yere bağlanacağı da yok sanki; ama olsun, bağlanması şart mı? Bir tür Godot’yu Beklerken hâlinde değil miyiz hep… O halde zaman geçerken yazı da kendi sözünde aksın, izninizle…
Denizde balık
Geçtiğimiz balık sezonunun sonunda çıkan bir haber malumun ilanıydı belki de. Ama yanlış anlaşılmasın, haber yapılması doğruydu elbette; Marmara Denizi’nden doğru dürüst balık çıkmadığını, denizin ölmekte olduğunu söylüyordu. Buradan hareketle balık niye yoktu diye soran haberde, uzman görüşleri aktarılıyordu. Ana hatlarıyla söylersek, balıkların temiz denizleri sevdiği, Marmara’nın ise artık temiz olmadığı, hatta oksijenin bile kalmadığı vurgulanıyordu. Belli ki denizlerin kirletilmesi devam ettikçe, bırakalım eskiden görülen orkinosları, Marmara’nın yerlisi balıkları görmemiz bile bir süre sonra hayâl olacak.
Denizlerdeki kirlilik Marmara’ya özel değil elbette. Konunun uzmanları dünya ölçeğinde alarm zillerini çalıp duruyor, küresel çöp atmanın bu şekilde devam etmesi halinde 2050’ye kadar denizlerde balıktan daha fazla plastik olacağını anlatıyor sürekli.
Gemide Conan
“Batı Okyanusu’ndaki beyaz köpüklü dalgaların bir dizi pırıldayan, sıvı haldeki inciyi çağrıştırdığı günler… Ve denizden yansıyıp daha da kuvvetlenen altın renkli güneşin ise Uzak Turan’ın Kraliyet Taburlarının bir arada ilerlemekte olduğunu düşündürdüğü olurdu.
Vakti zamanında bir Kimmerya çocuğu, şimdi ise bir Zingara Korsanı olan Conan için bu öylesine bir gündü. Bir kolu dümenin üstünde… Bir ayağı ağzına kadar dolu şarap fıçısının tepesinde… Kaslı ellerinde ise rüzgârda dalgalanan bir hazine haritası! Kuzeyli bir barbar daha ne isteyebilirdi?”
Sadece çizgi roman sevenler için değil, denizi sevenler için de gıdıklayıcı sözler! Ama özgürlüğü, zenginliği çağrıştıran denizleri “İlkel çağların yenilmez savaşçısı” Conan’ın maceralarında okumak yetmiyor. O denizler gerçek hayatın, günlük düzenin bir parçası olsun istiyor, insan. Ne var ki, kendimizin dışındaki canlılara, doğal hayatın çeşitliliğine alan tanımazsak, günü kurtarmaya yönelik politikalarla zamanı ve gezegenimizi tüketirsek kısa süre sonra soluk alıp vermemize yaşamak denmeyecek.
Sait Faik’in Beyaz Altın öyküsünde söyleniyordu Eskicizade, “Şuramda bir şey var ki, beni sıkıyor, anlayamıyorum. Hamur işi memnu, yorulmak memnu, heyecan memnu, rakı yasak. Böyle yaşamak mı olur” diye. Benim de içim sıkılıyor dünyamızın hali her yüzümüze vurulduğunda. Hem de mevcut sorunların temel sorumlusunun insan olduğunu bilirken… Böyle yaşamak mı olur!
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.