Boşa geçirilen bir yıl

Senem Aydın Düzgit

Geriye baktığımızda gerek siyasi gerek ekonomik olarak yerinde saymakta olan, hatta geriye gitmekte olan bir Türkiye tablosuyla karşı karşıyayız. 2008’in mart ayından itibaren gündemin önemli bir kısmını AKP’ye karşı açılmış olan kapatma davası ve Ergenekon dosyası oluşturdu. Kapatma davası, Türkiye ve hükümet için ciddi bir zaman kaybıydı. Hatta hükümetin reformlar alanındaki duraklaması için geçici de olsa meşru bir bahane teşkil etti. Ergenekon davası ise özünde Türkiye’nin açık bir toplum olması yolunda önemli bir dava niteliğinde olsa da, davanın işleniş biçimi, davanın ne derece ciddiyetle sürdürülebileceği ve nereye kadar uzanabileceği konusunda kafalarda soru işaretleri yarattı. 2008 aynı zamanda PKK terörünün de arttığı bir dönem oldu.

Arkamızda bıraktığımız 2008 yılı Türkiye için 1990’ların kayıp yıllarından birini andırıyor

Bu durum halihazırda kapatma davası dolayısıyla yerleşik devlet seçkinleriyle yakınlaşma ihtiyacı içine giren AKP’nin milliyetçi söylemin vurgusunu artırmasına katkıda bulunarak, demokratik reform alanında ilerleme kaydedilmesine de önemli bir engel teşkil etti. Demokratik reform alanında 2000-2004 yıllarında kaydedilen ilerlemelerde de geriye dönüşler olduğuna dair sinyaller arttı. Gittikçe artan işkence iddiaları ve polis şiddeti tekrar gündeme geldi. Gerek DTP’nin, gerek Meclis’teki diğer siyasi partilerin Kürt sorunu karşısındaki tutumları da bu alanda çözümün ne kadar uzakta olduğunu bir kez daha gösterdi.
2008, Avrupa Birliği süreci açısından da hemen hemen hiçbir ilerlemenin kaydedilmediği bir yıl oldu. AKP’nin 2008 yılının Avrupa Birliği yılı olacağı iddiası gerekli politikalarla desteklenmedi. Müzakerelerde hiçbir yeni başlık kapatılamadı. Burada adil olup, Avrupa Birliği’nin de isteksizliğinden bahsetmek gerekir. Ancak hükümetin Avrupa Birliği projesini rafa kaldırması, Avrupa’da Türkiye’nin tam üyeliğine karşıt kesimlerin büyük bir rahata kavuşmasına neden oldu. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’nin Avrupa’da yoğun bir şekilde tartışılmasının ana nedenlerinden biri Türkiye’nin üyelik yolunda kaydettiği adımlardı. Oysa bu yıl Türkiye, AB’nin gündeminden oldukça uzaktı. Lizbon Antlaşması’nın kabulü gibi geleceğini yakından ilgilendiren hayati meselelerle meşgul Avrupa için herhalde bundan daha iyisi olamazdı. Türkiye’nin AB’yle ilişkileri, Avrupa içinde ağırlıklı olarak merkez-sağ partiler tarafından dile getirilen “Türklerin bu süreci yönetemeyecekleri” tezini doğrular bir görüntü sergilemeye başladı.
2009 yılının daha olumlu geçeceğine ilişkin ne yazık ki çok da fazla işaret bulunmuyor. Ekonomik krizi ve gerektirdiği tedbirleri hızlı ve öncelikli ele almayan bir yönetici kadroyla yeni yıla giren Türkiye’nin siyasi reform açısından da yol kat edebileceğini söylemek şu anda zor görünüyor. Zaten yılın ilk çeyreğinde yerel seçimlerden başka bir gündem maddesi de görünmüyor. Bu olumsuz tabloyu kırabilmek için Türkiye’nin her şeyden önce şu anda var olmayan iyi bir muhalefet partisine ihtiyacı var. Ülkede demokratik reformu hedefleyen; neo-liberal düzenin içinde bulunduğu krizi algılayabilen ve dünyada süren alternatif ekonomik yapılanma tartışmalarına eklemlenebilen; Avrupa Birliği sürecini tekrar ön plana alan; laik, ancak bireysel hak ve özgürlüklerden ödün vermeyen bir parti, seçmenin umudu ve Türkiye’de demokratik konsolidasyonun garantisi olabilir. Bunun olasılığı hakkında bir fikir edinmek için ise yerel seçimlerin sonuçlarını beklememiz gerekecek.

Bunu Paylaşın