‘Bizim denizle olan ilişkimizi değiştirmemiz gerekiyor’

MDN İstanbul

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı ile 4 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde yaşanan balık kıtlığının nedenlerini ve çözüm önerilerini konuştuk

Balıklarımız neden azalıyor?

Türkiye’de denizden avladığımız toplam balık miktarı 2000’li yılların başında yaklaşık 600 bin tondu. Bugünkü rakam 300 bin tonun birazcık altında. Yani 300 bin ton balığımız azalmış durumda. Bu azalmanın nedenlerini ortaya koymamız gerekiyor.

Balıklarımızın azalmasının bir tane nedeni yok. Birinci neden, aşırı avcılık. Türkiye denizindeki avcılık filomuzun gücü ve kapasitesi çok yüksek. Okyanusta avlanması gereken balıkçı filosu, avuç içi kadar Marmara Denizi’nde avcılık yapıyor. İkinci neden, denizlerimizi kirletmemiz. Üçüncüsü, deniz habitatlarını tahrip etmemiz. Dördüncüsü, küresel iklim değişimi diye devasa ve küresel ölçekte bir etki. Bunların hepsini beraber değerlendirmemiz gerekiyor. Bize düşen, tüm bu etkileri dikkate alarak balıkçılığımızı doğru ve etkin şekilde yönetmektir. Biz şu anda balıkçılığımızı etkin ve doğru bir şekilde yönetmiyoruz. Yönetmekten kastım, balıkçılık otoritesinin çabasını görmemek değil. Balıkçılığı yönetmek için çalışan iyi bir ekip var ve gayret ediyorlar ama bu bizim balıkçılığı verimli yönettiğimiz anlamına gelmiyor. Bu yüzden yapmamız gereken şey, balıkçılık yönetimindeki yaklaşımları değiştirmektir.

“Balıkçılık yönetiminde rotaları değiştirmemiz gerekiyor”

Balıkçılık yönetiminde rotalar var; tek tür stok tahmini dediğimiz yöntemler var, çoklu tür yöntemleri var, grup yönetimi dediğimiz yönetimler var, ekosistem yasası ve balıkçılık yönetimi dediğimiz yöntemler var. Dört farklı rotadan bahsediyorum ben size. Biz şimdi dünyanın yavaş yavaş terk ettiği, çok eskiden kalma yaklaşımları halen kullanıyoruz. Mesela bu sene soframıza gelen palamut bol, değil mi? Palamut bol olduğu için hiç palamutla ilgili bir şey konuşuyor, tartışıyor muyuz? Konuşmuyoruz. Şu anda palamut bol olduğu için onu hiç konuşmuyoruz. Lüferi eksik olduğunda konuşuyoruz. Seneye, birkaç sene içinde palamut düşecek çünkü bu sene bütün palamutları avladık zaten. Stok ancak birkaç yıl içerisinde toparlanacak. Toparlanıp tekrar yükseldiğinde bir kere daha diyeceğiz ki palamut bol, bir kere daha duracağız. Palamut avcılık istatistiklerine bakın. Hep zikzak çizer; bir yükselir, birkaç yıl düşük.

Bizim balıkçılık yönetiminde rotayı değiştirmemiz gerekiyor. Biz toplum olarak değişimden çok farklı anlamlar çıkarıyoruz. Değiştirmek lâzım denince biz hemen bu işi Genel Müdür yönetiyor, Bakan yönetiyor diye onu değiştirmeyi anlıyoruz. Yıllardır Bakanlar değişti, yıllardır Genel Müdürler, Daire Başkanları değişti. Bir şey değişmedi ki! Zihniyet değişimine ihtiyaç var. Zihniyet değiştikten sonra mevcut kadrolarla da bu işi fevkalade yapabiliriz. Onun için şimdi oturup öncelikle sorunu doğru tespit edeceğiz.

Biz yıllar içinde hep türlerle uğraşıyoruz. Bakın şu anda bir hamsi sorunumuz var, bir çinekop sorunumuz var. Şu anda hamsiyle uğraşıyoruz. Şu anda 1 kilograma giren hamsi sayısı 200’ün üstünde; 230-270 arasında. Ne demek bu? 3 buçuk gram ile 5 buçuk gram arasında hamsi demek. Bu büyüklük artık karides büyüklüğü demek; bu kadar küçük hamsiyi avladığımızda biz bu denizden ne bekleyeceğiz? Hamsiyi bu kadar küçükken avlıyorken önümüzdeki yıllarda hamsi popülasyonunun gelişmesini nasıl bekleriz? Hamsinin bu kadar küçük olmasının nedeni aşırı avcılık değil. En başında söyledik, her şeyin başı aşırı avcılık değil ama ana aktör bu. Siz burada hamsiyi avlamaya doyamaz; peşinden Gürcistan’a gidip orada avlarsanız, popülasyonun büyüklerini çekerseniz küçük balık kalır geriye. Şu anda hamside 0 yaş grubu dediğimiz balıklar var, bunlar kaldı geriye.

Karadeniz’e kıyısı olan diğer ülkelerin balıkçılık yönetimleri nasıl?

‘Balığın sahipleri biz değiliz’

Kurallar tabii ki farklı. Her ülkenin Karadeniz’in çevresinde kendine göre belirlediği kurallar var ama bir ortak komisyon var. Bu ortak komisyonda bu kararlar tartışılıyor. Gürcistan mesela kota sistemi uyguluyor. Kendi balıkçılık filosu o kota sistemini dolduramıyor. Bizim balıkçılar av sezonu kapanınca Gürcistan’a doğru geçen stokların peşine düşüp buraya geliyorlar, Gürcistan’ın kotasını da bizim balıkçılar dolduruyor. Ne oluyor sonra onlar? Balık unu, balık yağı fabrikalarına gidiyorlar hatta bazen kapasitenin de çok üzerinde avcılık yapıldığı için onlar bile balık almaktan vazgeçiyorlar ya da çok düşük fiyata alıyorlar. Yazık değil mi? Bunu kastediyoruz. Deniz ekosistemi dediğimiz sistem insanlığın ortak malı, ortak mirası.

Yapılması gerekenler nelerdir?

İklim değişiyor. Yapmamız gereken şey, iklim değişikliğini dikkate alarak balıkçılık yönetimindeki bütün kararlarımızı iklim değişikliğine uyumlu hale getirmek. Mevcut avcılık filomuz çok büyük. Bu filodan belli boydaki teknelerin üstündekilerin açık denize yönlendirilmesi kaçınılmaz bir realite. Moritanya’ya gidiyor şu anda belli sayıda balıkçımız ama bu yeterli değil, bunu artırmamız gerekiyor. Diğer taraftan kullandığımız ağların ebatları standartların çok dışında. Mesela gırgır teknelerinde doksan kulaç derinliğinde ağlar kullanıyoruz. 1950’lerde balıklar bu kadar bolken bile kullandığımız gırgırların derinliği 40, maksimum 50 kulaçtı. Balık bulucular gelişti, bir taraftan balık azaldı. Biz sürekli ağların derinliklerini artırıyoruz. Bunlar yanlış. Ağları küçültmeliyiz, tekneleri küçültmeliyiz. Marmara Denizi bir biyolojik koridordur. Boğazlar’da kesinlikle endüstriyel avcılık yapılmamalıdır. Kesinlikle bunun önüne geçmeliyiz. İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı’nda balıkçılık yapılmamalı, bunun önüne geçmemiz lâzım. Diğer taraftan, Marmara farklı bir deniz, Ege farklı bir deniz, Akdeniz farklı bir deniz, Karadeniz farklı bir denizdir. Bunların hepsi için ayrı ayrı balıkçılık yönetim kararları oluşturmamız gerekiyor. Hepsini aynı deniz gibi tek bir tarihte açmak, tek bir tarihte kapatmak, bunlar doğru uygulamalar değil. Bunları değiştirmemiz gerekiyor.

Balıkçılık, bütün dünyada zor ve zahmetli bir iştir. Bu zor ve zahmetli işi balıkçıların sürdürebilmesi için artan girdi maliyetlerinin etkilerini azaltacak sistemler kurmamız lâzım. Balıkçıya doğrudan destekler sağlayarak sezonluk tepkisini azaltacak yaklaşımlardan vazgeçelim. Bir sistem kuralım. Bütün dünyada balıkçılık tarımsal sigorta kapsamına dâhil ediliyor. Biz de bu kapsama dâhil edelim. Kuraklık olduğunda, yağış olduğunda, havaların beklenenden daha sıcak ya da daha soğuk geçtiği dönemlerde, fırtınalı zamanlarda veya denizde meydana gelecek doğal olaylar durumunda bunların hepsini kapsayacak şekilde sigorta kapsamına alalım balıkçılarımızı.

‘Balıkçılık için bir bilim kurulu oluşturmalıyız’

Diğer taraftan, mutlaka ve mutlaka balıkçıları karar alma sürecinde etkin olarak kullanmamız lâzım. Şu anda biz reaktif bir balıkçılık yönetimi benimsemiş durumdayız. Proaktif bir yönetim benimsemek zorundayız. Kararları birlikte almak, uzun vadeli kararlar ve planlar oluşturmak ve bu kararları eksiksiz uygulamamız gerekiyor. İnsanların insafına, vicdanına, insanların hâlet-i ruhiyesine bırakmamalıyız kararları. Dolayısıyla bunları yapabilmek için en başta söylediğimiz gibi balıkçılık yönetiminin rotasını değiştirmemiz gerekiyor. Aklı ve bilimi esas almalıyız, aklın ve bilimin dışında bir yol yok hiçbirimiz için. Nasıl ki müsilaj zamanında bir müsilaj kurulu oluşturuldu, korona zamanında bir Covid-19 bilim kurulu oluşturuldu Sağlık Bakanlığı bünyesinde, şu anda balıkçılığımız krizde. Balıkçılık için bir bilim kurulu oluşturmalıyız. Akıl ve bilim bize ne diyorsa onu yapıp ülkemizin balıkçılığını da balıkçılarını da bu kara tablodan kurtarmalıyız.

Şu an en çok hangi balık türleri tehlikede?

‘Kıymetli türleri kaybettik ne yazık ki’

1950’li yıllara bakarsak, besin piramidinin tepesinde olan türlerin artık sistemde olmadığını görüyoruz; orkinos yok mesela, kılıç balığı yok, tulina yok, sofralara gelemiyor. Palamut görüyoruz ama onun daha büyüğü torik yok, sivri yok, lüferin büyüğü kofanalar yok. Bunlara artık ne yazık ki rast gelemiyoruz ama bazı türler tamamen sistemden çıkmış durumda. Marmara için mesela on dokuz tür tamamen yok olmuş durumda. Yirmi küsur tür ticari olarak yok olmuş durumda. Bu yüzden avcılığımıza bakarsak, on türün dışında bin tondan daha fazla avcılık veren balık kalmadığını görüyoruz. Bunlar; istavrit, çaça, sardalye, az miktarda lüfer, az miktarda palamut. Dip balıklarından çok az miktarda tekir, barbun, paşa barbunu, mezgit kaldı elimizde. Bunların dışında artık tezgâhta balık göremez olduk. Türkiye denizlerinde balık tür çeşitliliği 500’ün üzerinde. Akdeniz’de 500’den fazla tür var. 400’e yakın tür var Ege’de. Marmara’da 250’nin, Karadeniz’de 200’ün üzerinde tür var. Nerede bunlar, tezgâha neden gelmiyor? Tezgâha gelecek miktarda kalmadı çünkü. Kıymetli türleri kaybettik ne yazık ki

Balıkların geri dönmesi mümkün mü?

Deniz ekosistemi sibernetik bir sistemdir, kendi özdenetimi vardır. Deniz sürekli ideal bir duruma dönmek için çaba içindedir. Sadece bizim denizle olan ilişkimizi değiştirmemiz gerekiyor. Denizi kirletmeyeceğiz, denizi sömürmeyeceğiz, deniz kıyılarını tahrip etmeyeceğiz, denizin dibini tahrip eden avcılık türlerinden uzak duracağız. Denizdeki balıkları bir daha hiç olmasınlar der gibi yok edercesine kazımayacağız. Diyelim ki on yıl denizle doğru bir ilişki kurduk ve ondan sonra bu şekilde devam ettirdik, tabii ki deniz ekosistemi yeniden değişecektir ve yeniden ideal duruma dönecektir ama süre biçemiyoruz çünkü doğal ekosistemlerle pazarlık edemezsiniz.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın