Koronaya tâbiyiz. Onu düşünmeden, onu hesaba katmadan ne dolaşmak mümkün, ne oturmak; alışveriş yapmak da öyle, meyve yemek de; sıkışıp kaldığımız evlerimizde bile güvende değilken gelecek hayallerimiz nasıl acaba?
Sürekli tehdit altında yaşamaya alışkın yurttaşlar olsak da bu kez tehdit çalışmadığımız yerden geldi işte. Korkuyoruz.
T. S. Eliot’ın Çorak Ülke’deki mısraları geliyor aklıma:
“Ve hem sabah vakti uzun adımlarla ardından gelen
Hem de akşam saatinde seni karşılamak için yükselen Gölgenden daha farklı bir şey;
Bir avuç toprakta korkuyu göstereceğim sana.”
Çalışmak zorunda kalanlar, çalışması zorunlu olanlar ve zoraki çalıştırılanlar bir yana, evlerinde, bir avuç topraklarında, kendi yalnızlıklarında şaşkın, çaresiz kalmış insanlar ellerinden geleni yapıyor, virüse ve ondan daha zararlı olduğu ortaya çıkan mevcut sağlık sistemine rağmen ayakta kalabilmek için. Lâkin hayıflanmanın faydası yok. Geleceği düşünmek, düşlemek daha iyi. Bu salgın bittikten, bu hastalıkla baş etmenin yolu bulunduktan sonra nelerle karşılaşacağız, nasıl bir dünyada olacağız diye yazılıp çiziliyor sürekli.
Online çalışmanın artacağını, çalışmanın birçok platformda hızla bu yönde evrileceğini düşünen de var, bilgisayar ve robotlar hastalanmadığı için otomasyon ve yapay zekânın işçilerin yerini alacağına inanan da… Kimi, dijital iletişimin kazanacağı alanla birlikte “insani” iletişimin sınırlanacağını ya da farklılaşacağını vurguluyor, kimi alışveriş alışkanlıklarımızın ciddi biçimde değişeceğini… Maddi dayanağı olan varsayımlar kuşkusuz bunlar. Yine de geleceğin uzun süredir olmadığı kadar belirsizliklerle dolu olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Keşke…
İnsanların işin içinden çıkamadığı zamanlarda bir çözüm olarak uzun yıllar önce yazılmış bir yolu tercih ettiği bilinir: Ruhunu Şeytan’a satmak! Dönemine göre içeriği biraz değişse de özü hep aynı kalan bir yol bu. Ancak bu kez, koronavirüs salgını sonrası Şeytan’ı malum alışverişe ikna edecek bir şeyimiz olmama ihtimali yüksek. Ekonomik öngörüler doğruysa hızla elimizde, içimizde ne varsa kaybedeceğiz çünkü…
O halde, şeytani olasılıkları dışarıda bırakıp “keşke” üzerine kuralım planlarımızı. Keşke insanlar da bundan sonra virüsler kadar hızlı ve kolay evrim geçirse mesela; adaptasyon yeteneğimiz çok daha yüksek olsa çok daha az ve kısa süre hastalanırdık, değil mi?
Temiz hava
Keşke hava hep şu günlerdeki gibi temiz olsa…
Üretim yavaşlayıp makinelerin çıkardığı zehirli gazlar, dumanlar karantina döneminde azalınca, evden dışarı çıkanların sayısı ciddi oranda düşüp egzoz dumanları fark edilir biçimde aralanınca, hava korona öncesine oranla hissedilir ve ölçülebilir şekilde temizlendi. Misâl; partikül madde hava kirliliği Türkiye’de en fazla nüfusu barındıran iki kentte, İstanbul ve Ankara’da, sırasıyla, yüzde 11 ve yüzde 27 azaldı.
İklim krizi
Keşke iklim krizinin de küresel bir felaket olduğunu idrak edip ona göre önlem alabilsek…
Korona izolasyonu yaşanırken verilebilecek birçok örnek olsa da biz Çin’e bakalım: Resmi verilere göre, Çin’de karantina döneminde sera gazı salınımı yüzde 25 azalmış…
İklim değişikliğinin önüne geçilmesi için önlemler önerildiğinde kimseyi ikna etmek mümkün değildi ya, şimdi bilfiil yaşarken farklı; bu da koronavirüsün hayatımıza getirdiklerinin beklenmedik yanlarından biri işte. Tabii umalım ki bugün gördüğümüzün gelecekte de bir anlamı olsun. Yoksa sadece koronada olduğu gibi istatistiklere yansıyabilir ölümler mi bizi korkutan, iklim kriziyle gelecek felaketi algılayamadığımız için mi yeterli tepkiyi veremiyoruz? Göreceğiz.
Barış ortamı
Keşke koronavirüs nedeniyle yaşadıklarımız hepimize çatışmaların, savaşların da virüs gibi insanları öldürdüğünü hatırlatsa da dünyanın her yerinde süresiz bir ateşkes ilan edip sorunlarımızı çözmek için başka yollar bulsak…
UNICEF geçen ay, dünyadaki yaklaşık 250 milyon çocuğun çatışma bölgelerinde yaşadığını hatırlattı. Yaptığı çağrıda, bu çocukların daha fazla şiddete maruz kalmaması için savaşan tarafların Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin silah bırakma çağrısına uyarak ateşkes ilan etmesini ve Covid-19 salgınıyla mücadele etmeye başlamasını istedi.
“Bu tür şiddet ortamlarında yaşayan çocuklar için ilan edilecek bir ateşkes, onlar için yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgi anlamına gelebilir” diyordu UNICEF. Küresel bir ateşkesin çocukları ölmekten veya sakat kalmaktan kurtarabileceğini veya savaş nedeniyle yerlerinden edilmelerinin önüne geçilebileceğini anlatıyordu.
“Ateşkes; sağlık merkezleri, su ve sanitasyon hizmetleri gibi hayati önem taşıyan altyapılara yapılan saldırıları durdurur. İlan edilecek bir ateşkes, kırılgan nüfusların küresel bir salgını durdurmada kilit önem taşıyan sağlık hizmetleri gibi temel hizmetlere erişimine olanak tanır. Küresel bir ateşkesin ilan edilmesi; çatışmanın taraflarıyla iletişime geçilerek çocukların silahlı güçler ve gruplar tarafından güvenli bir şekilde serbest bırakılması için de fırsatlar oluşturabilir.”
Plastiksiz hayat
Keşke tek kullanımlık plastikler yasaklansa da hem karada hem denizlerde plastikten kurtulmanın yolu açılsa…
“Denizlerimiz daha fazla plastiği kaldıramaz” diyordu geçenlerde Greenpeace. Akdeniz’den alınan derin deniz örneklerinin yüzde 92,8’inde plastik bulunduğunu vurgulayarak… “Akdeniz Havzası’nda 4 metrekareye 1 plastik atık düşüyor. Sorunun en büyük kısmını da 2 dakika kullanıp attığımız tek kullanımlık plastikler oluşturuyor.”
İşin doğrusu, bu konuda Türkiye’de atılacak önemli adımlar var. İnsanın içinden, hazır Avrupa Birliği plastik pipet, kulak çubuğu, tabak, çatal, bıçak, kaşık, içecek karıştırıcıları ile köpük gıda kapları ve içecek bardaklarının yasaklanması konusunda anlaşmaya varmışken Türkiye de aynı kuralları benimsese, diye geçiyor ister istemez.
Yenilenebilir enerji
Keşke daha fazla ülke, fosil yakıta bağımlı kalmak yerine, dünyada ciddi bir yol kat eden yenilenebilir enerjiye geçiş eğilimini takip etse…
Türkiye dâhil dünyanın birçok ülkesinde insanlar kömürlü termik santraller yüzünden hasta oluyor, berbat bir sağlık standardında yaşamak zorunda kalıyor. En yakın örnek Zonguldak. Yıllardır şehirdeki akciğer ve solunum hastalıkları biliniyor. Nitekim karantina günlerinde 30 büyükşehirle birlikte kente giriş çıkışların yasaklanması ve sokağa çıkma yasaklarının Zonguldak’ta da uygulanması rastlantı değil.
O halde, ölmemek ve daha sağlıklı bir yaşam sürmek için kömür gibi fosil yakıtları terk etme zorunluluğunu bir kez daha hatırlayalım. Çok geç olmadan yenilenebilir enerji kaynaklarını hayata geçirmek için çalışalım.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.