Bir gün herkes friganist olacak

MDN İstanbul

Duymak istemediğimiz konular bunlar: yoksulluk, açlık, gıdasızlık… Ama giderek büyüyen bu sorunlarla yüzleşmek için geç kaldık bile denebilir. Öyle bir an gelebilir ki gereksiz tüketime karşı çıkan, israfı önlemeyi öneren friganizm en geçerli yaşam biçimi olabilir

Yoksulluk ve gıda krizi büyük bir sorun olarak tüm dünyada giderek kendini daha fazla hissettiriyor.
Son dönemlerde açıklanan araştırmalara bakıldığında dünyanın farklı yerlerinde yoksulluk sorununun öncelikli hale geldiğini görmek mümkün. Alt alta yazalım:
– Almanya’da nüfusun yüzde 15,8’i yoksulluk sınırında yaşıyor, son verilere göre 2 milyon 500 bin çocuk fakirlik içinde büyüyor.
– Avrupa Birliği’nde nüfusun yüzde 16,9’u yoksulluk sınırında yaşayan insanlardan oluşuyor.
– Türkiye’de sadece çocuklara bakıldığında bile durum rahatsız edici: 2010 verileri (bu rakamın arttığı tahmin ediliyor) 4,6 milyon çocuğun yoksulluk içinde yaşadığını gösteriyor.
– ABD’deki yoksul çocukların sayısının ise 17 milyon ile rekor düzeye ulaştığı açıklandı. Ülkede 47 milyon kişi gıda yardımı alıyor.

Rakamların gör dediği
Şimdi biraz daha yakından bakalım…
Nisan ayının sonunda BETAM, Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri üzerinden bir tablo ortaya koydu. Son derece sevimsiz bir tabloydu bu. Türkiye’de 4,6 milyon çocuğun beslenme, ısınma ve giyim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı bildiriliyordu. Yaklaşık olarak her her dört çocuktan birinin yoksullukla karşı karşıya olduğu anlamına geliyordu bu sonuç.
Türkiye’deki çocukların yüzde 40,8’inin eskiyen giyeceklerini yenileyemediğini, 12,5 milyon çocuğun, diğer bir ifadeyle, her üç çocuktan ikisinin gün aşırı et, tavuk ya da balık tüketemediğini gösteriyordu.
BETAM’ın sonuçlarına göre, çocuk yoksulluğunun en yaygın olduğu bölge Güneydoğu Anadolu’da durum en vahim halini alıyordu. Bu bölgedeki çocukların yüzde 42,1’i maddi yoksunluk içinde; toplam bir milyon 200 bin çocuk beslenme, ısınma giyim ihtiyaçlarını karşılayamaz halde yaşıyordu.
ABD’de ise ülkedeki yoksul çocukların sayısının rekor düzeyde yükselmesi bir başka veriyle örtüşüyor, 47 milyon kişinin gıda yardımı almasıyla… İstatistiklere göre, ABD’de her beş çocuktan biri gıda yardımı alıyor. Sadece “Feeding America” adlı yardım kuruluşu yılda 14 milyonu çocuk olmak üzere toplam 37 milyon kişiyi besliyor.
Gıda sorunu bir başka gelişmiş ülkede, İngiltere’de de yaşanıyor. Bu sorunun bir yansıması olarak çocukların okulda yetersiz beslendiğiyle ilgili bir araştırma bu yılın ilk aylarında açıklandı. Çok doğru bir yere, çocukların okul çantalarına bakan araştırmaya göre, çocuklarını besleme konusunda zorluk çeken ailelerin oranında son iki yılda artış görüldü. Çocuk Gıda Vakfı’nın araştırmasında beslenme çantalarında artık daha fazla abur cubur, daha az meyve görüldüğü belirtiliyor. Ailelerin bütçesindeki daralma beslenme çantalarına da yansımış durumda. Sorunun çözümüne dair gelen önerilere bakılırsa evlere daha fazla para girmesi beklenmiyor. Okulda yenecek yemeklerin devlet tarafından sübvanse edilmesi önerisi bunun bir göstergesi olarak okunabilir.
Almanya’ya gelince… Almanya’da her altı kişiden biri yoksulluk riski altında bulunuyor. Üstelik yoksulluk sınırında yaşayanların oranı AB geneline göre düşük kalıyor; bir başka ifadeyle AB düzeyinde durum daha kötü.
Bu konuda görece iyi durumda olan ülke Almanya’nın komşularından Çek Cumhuriyeti. Yüzde 9,8 yoksulluk oranıyla Avrupa genelinde yoksulluğun en düşük olduğu ülke olarak gösteriliyor. Yoksulluğun düşük olduğu ülkeler sıralamasında Çek Cumhuriyeti’ni yüzde 11 ile Hollanda, yüzde 12,6 ile Avusturya ve yüzde 13 ile Danimarka izliyor.
Avrupa’da yoksulluk oranının en yüksek olduğu ülkeler ise yüzde 22,3 ile Bulgaristan, 22,2 ile Romanya, 21,8 ile İspanya ve 21,4 ile Yunanistan.
Ülkeler turunu Almanya’da bitirelim. Ama önemli bir tespit içeren bir alıntıyla… Deutsche Welle’de yayımlanan bir haberde bir gençlik yardım kuruluşu yetkilisi olan Ute Projahn gıda sorununun genellikle gözden kaçan bir boyutuna dikkat çekiyordu. Tüketim odaklı yaşamaktan söz ediyordu Projahn, insanların nasıl ödeyeceklerini düşünmeden hiç ihtiyaçları olmayan şeyleri satın aldıklarını anlatıyordu.

Friganizm de ne?
Daha bu yılın başında açıklanan, İngiltere merkezli Makine Mühendisleri Enstitüsü’nün hazırladığı bir raporda, üretilen gıda ürünlerinin depolanma sorunlarından son kullanım tarihlerinin aşırı kısa tutulmasına uzanan birçok nedene bağlı olarak ”trajik boyutlarda” heba olduğu bilgisi yer alıyordu. Rapordaki tahminler, dünyada üretilen toplam gıdanın yüzde 30’dan fazlasının yenilmediği yönündeydi. Dünya ölçeğinde yılda yaklaşık 4 milyar ton gıda üretiliyor, bu üretimin 2 milyar tona yakın bir kısmı yenmeden toprakta kalıyor ya da çöpe gidiyor. Dahası var: Büyük bir su sorunuyla yüzleşmeye başlayan dünyamızda yılda 550 milyar metreküp su, tüketicinin midesine girmeyen tarım ürünleri için boşu boşuna harcanıyor.
Rapora göre, tüketime dayalı bir ekonomisi olan ABD’de satın alınan yiyeceklerin yaklaşık yarısı çöpe gidiyor. Keza, Avrupa ülkelerinde de durum farklı değil. Makine Mühendisleri Enstitüsü İngiltere’de yetiştirilen sebzelerin yaklaşık yüzde 30’unun sırf görünümü beğenilmediği için yerden toplanmadığını belirtiyor.
Kuşkusuz dünya çapında yaşanan bu zararı önleyebilecek ya da azaltabilecek stratejiler geliştirilebilir ve muhtemelen geliştiriliyor da… Tarım ürünlerinin saklanması, nakledilmesi, farklı yetiştirme yöntemleri gibi konular tartışılıyor, tüketim ekonomisi ise zaten uzun süredir sorgulanıyor.
Ancak israf üzerinden giden bir tartışmada bireysel olarak yapılabilecekler olduğunu da vurgulamak gerek. İsrafı önlemeyi bir yaşam biçimi olarak görenlerin bir adı bile var uluslararası literatürde: Friganistler. Başkalarının yemeyip çöpe attığı yiyecekleri yiyor, marketlerde ekmek kesme makinelerinin etrafında biriken kırıntıları topluyor, bozulan yiyecekleri gübre olarak değerlendiriyor, doğadan topladıkları ot ve meyvelerden yemek yapıp bedava dağıtıyor, yenilerini almak yerine kullanılmış eşyaları kullanıyor, bozuk olanları tamir edip ihtiyacı olana veriyorlar.
Friganizm bir yaşam biçimi olması itibariyle bir tercihi de simgeliyor elbette. Fakat benzer tercihlere zorlananlar da var. Altı ay kadar öncesinin gazetelerinde İspanya’ya dair çıkan haberlerde bunların örnekleri görülebiliyordu. Krize giren İspanya ekonomisinin gidişatı milyonlarca insanı işsiz ve aç kalmasına neden olunca çöpten beslenenlerin sayısının arttığını yazmıştı gazeteler. Küresel kriz ve İspanya’ya dair başka veriler olmasa gazetelerin sansasyonel abartmaları demek mümkün ama neyin ne olduğunu ekonominin e’siyle ilgilenenler bile biliyor.
İspanya’daki Caritas adlı bir hayır kurumunun 2012’nin şubat ayında yayımladığı bir raporda, aşevlerine gelenlerin sayısındaki ciddi artışa bakarak açlığın hızla arttığının vurgulanması da bir aynı yönde bir veri değil mi? Bu rapora göre, İspanya’da açlık çekenlerin sayısı 2010’da 2007’ye kıyasla iki kat arttı, bir milyona yaklaştı. 2011’de ise bu insanların sayısı 65 bin kişi fazlalaştı. Raporda İspanya’daki ailelerin yüzde 22’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı, bunların yüzde 30’unun da çok zor durumda olduğu söyleniyordu.
Yine o dönem gazetelerde yayımlanan izlenim yazılarında, günün erken saatlerinde yüzlerce aç insanın sabahki sebze ve meyve sevkiyatından arta kalanları toplamak için çöp kutularını karıştırdığı yazılıyor, bazı süpermarketlerin çöp tenekelerine kilit vurduğu anlatılıyordu.
Tüm bu yaşananlar, tüm bu veriler insanlığın çok yakın gelecekte bambaşka bir dünyada, pek de iç açıcı olmayan bir düzen içinde yaşaması gerekeceği anlamına gelebilir. Varılacak nokta kendini çöplerin yakınında ya da uzağında gören herkesi ilgilendirecek. Yüce YÖNEY

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın