“Kimbilir daha neler bekler / Nelerin neresindeyim / Bu son olsun, çok yoruldum” diyor ya şarkı; yalan değil, yorgunuz, ama umudu diri tutmak lazım. Yaşanabilir bir dünya için mücadeleye devam!
Hal-i pürmelalimizi özetleyen güzel şarkıların yerini de zeminini de kaybetmediği bir yıl daha kaldı geride. Yılsonu muhasebemizde, 21’inci yüzyıldan küçümsenmeyecek bir bölümü heba ettiğimizle yüzleştik. Yüksek ihtimaldir ki, herkes geleceğe yönelik planlarla, kendince beklentilerle, umutlarla girdi 2020’ye. Elbette yeni buse, muzır düşünce, bol neşe, boş zaman, güvenli alan, hayırlı evlat falan da lazım bu hayatta ama 2020’den asıl muradımız taze gıda, temiz su, bol oksijen, az iklim değişikliği, kesintisiz barış olmalı herhalde.
Çünkü…
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), her yanı militarizm kokan dünyamızı deşifre eden bir rapor yayımladı geçen ay sonunda. Raporda, 2018 yılında dünya çapında silah ve askeri teçhizat üretimi yapan en yüksek cirolu yüz şirketin listesi yer alıyordu. Bu şirketlerin toplam cirosunun 2017’ye göre yüzde 5,2 arttığı ve 348 milyar dolara ulaştığı söyleniyordu.
Ticaret üzerinden bakınca yüzleri güldüren bu verilerin anlamı şu aslında: Dünya ölçeğinde savaşlar, çatışmalar tüm dehşetiyle sürüyor, yani insanlar ölüyor, acı çekiyor, yerlerinden ediliyor. Yoksa bunca silahın sadece caydırıcılık faktörü dolayısıyla üretildiğini ve el değiştirdiğini mi düşünmeliyiz; kesinlikle hayır! Oyun yazarı Anton Çehov’un adıyla anılan tiyatro ilkesindeki gibi, silahı görüyorsak sonunda patlayacaktır.
Nitekim, yine Aralık 2019’da, Hamburg Üniversitesi’ne bağlı Savaş Nedenleri Araştırmaları Çalışma Grubu bunu bir başka raporla teyit etti. Bu raporda dünya çapındaki silahlı çatışmaların sayısında anlamlı bir değişiklik olmadığı ifade ediliyordu. Rapora göre, 2018’de 28 olarak kayıtlara geçen savaş ve çatışma sayısı geçen yıl 27 olarak belirlendi. 2019 yılında savaşlardan en çok etkilenen bölge, Afrika oldu. Afrika’da geçen yıl 10 savaş gerçekleşti. Çalışma grubunun kriterlerine göre, rapora girebilmesi için savaşan taraflardan en az birinin bir hükümetin silahlı kuvvetleri olması gerekiyor. Yani, aslında dünyadaki çatışma ve savaşlar bu rapordakinden daha fazla olabilir.
SIPRI’nin yine 2019’da açıkladığı bir başka rapor bunu doğrular nitelikteydi. Rapor 2018’in başında savaş ve çatışmalar nedeniyle 68 buçuk milyon insanın yerinden, yurdundan olduğunu vurguluyordu ve bu insanların 25 milyonunun mülteci konumuna geldiğine dikkat çekiyordu.
Aynı raporun askeri harcamalarla ilgili kısmında, bu tip harcamaların arttığı, yani 2018’de devletlerin askeri harcamalara bir önceki yıla kıyasla daha fazla kaynak ayırdığı ifade ediliyordu. Askeri harcamaların vardığı rakam çok rahatsız ediciydi: 1,8 trilyon ABD Doları. Bu rakam, devletlerin Soğuk Savaş dönemiyle bile kıyaslandığında askeri harcamalara yüzde 76 daha fazla bütçe ayırdığının kanıtıydı. En fazla askeri harcama yapan ilk beş ülke olarak da ABD, Çin, Suudi Arabistan, Hindistan ve Fransa gösteriliyordu.
Su hakkı hayat hakkı
2020 dileklerimizi dünya ölçeğinde tekrar ele alacak olursak mutlaka temiz suyu da katmalıyız. Malum, dünyadaki varlığımız gelecek onyıllarda da sürecekse, temiz su ve suya erişim en önemli sorunlardan biri olarak çıkacak karşımıza.
Birleşmiş Milletler’e bağlı UNESCO’nun geçen yıl hazırladığı 2019 Dünya Su Raporu bunun açık göstergelerinden biri. Rapora göre, iki milyar insanın temiz su kaynaklarına düzenli erişimi bulunmuyor. Oysa artık sağlıklı ve temiz içme suyunun temel bir insan hakkı olduğu tartışılmıyor bile. Ancak ne yazık ki, durum raporda belirtildiği gibi…
Raporda 4,3 milyar insanın sıhhi tesisat kullanmadığı gibi endişe verici başka veriler de vardı. Veya su nedeniyle çıkan çatışmalardaki artış gibi ki kelimenin tam anlamıyla ürkütücü bir tabloya işaret ediyor bu durum: Su yüzünden yeryüzünde 2000-2009 arası 94 çatışma kayıtlara geçmişken, 2010-2018 arasında 263 çatışma kayda geçti.
Keza, Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü (WRI) de geçen yıl hazırladığı Su Riski atlasında, dünyanın yaklaşık dörtte birinde kuraklık ve su sıkıntısı olduğunu belirledi. Katar, İsrail, Lübnan, İran, Ürdün, Libya, Kuveyt, Suudi Arabistan, Eritre, Birleşik Arap Emirlikleri, San Marino, Bahreyn, Hindistan, Pakistan, Türkmenistan, Umman ve Botswana’yı su sıkıntısını en fazla hisseden ülkeler olarak gösterdi. Türkiye ise dünyada en çok su sıkıntısı çeken 32’inci ülke. Hatırlatalım, su sıkıntısı sadece su derdiyle sınırlı kalmıyor; gıda sıkıntısı, iç karışıklıklar, göç ve mali istikrarsızlık gibi büyük sorunları da beraberinde getiriyor.
Saymadım kaç yıl kaldı
Aralık 2019’da, Madrid’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin sonucundaki hayal kırıklığını hatırlarsak, gelecek yıllara dair hayallerimizin başında neye yer vereceğimizi anlamamız çok kolay. Madrid’de katılımcılar küresel çapta yeni bir planın gündeme getirilmesi konusunda uzlaştı ama vaatler bir yana, birçok anlaşmazlık çözülemedi.
Germanwatch, Yeni İklim Enstitüsü ve Uluslararası İklim Eylem Ağı, zirveden kısa süre önce, Paris İklim Anlaşması hedeflerine ulaşabilmek için acilen somut adımlar atılması gerektiği uyarısı eşliğinde 2019 İklim Değişikliği Performans Endeksi’ni açıklamıştı. Hiçbir ülke yeterli iklim performansı göstermediğinden ilk üç sıranın boş olduğu endekste dördüncü sırada İsveç yer aldı. İsveç’i Fas ve Litvanya izledi; Türkiye’nin performansı ise 50’nci sırada, “en düşük” dereceye sahip ülkeler arasında gösterildi. İklim performansı en düşük ülkeler ise Suudi Arabistan, ABD, İran, Kuzey Kore ve Tayvan olarak açıklandı.
İklim politikaları kategorisinde de Türkiye Avustralya ve ABD ile birlikte en kötü performansa sahip ülkelerden oldu. Bu durumunun en önemli nedeni olarak Paris İklim Anlaşması’nı henüz yürürlüğe sokmamış olması gösterildi. Benzer şekilde, enerji kullanımı kategorisinde de “çok düşük” performans gösteren ülkelerden biri olan Türkiye, sera gazı emisyonları kategorisinde “düşük”, yenilenebilir enerjiler kategorisinde ise “yüksek” performanslılar arasında yer aldı.
Açlık oyunlarının eşiğinde
Ve tabi iklim krizine bağlı olarak giderek büyüyen bir gıda krizi olduğunu da unutmayalım. Dolayısıyla önümüzdeki yıllardan söz ederken yaşam biçimimizi ve tavrımızı buna göre evriltmemiz gerektiğini vurgulayalım. Gıda krizinin bir gün hepimizi vuracağı gerçeğini bu yıl, 2020’de deneyimler miyiz bilinmez, ama çok uzak olduğunu söylemek de mümkün değil.
Birleşmiş Milletler’e bağlı Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO) 2019’daki küresel gıda krizi raporunda 53 ülkenin gıda sıkıntısı çektiğini açıklamıştı. Yemen ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Afganistan da acil gıda yardımına muhtaç ülkeler olarak duyurulmuştu. FAO’ya göre, 2018’de dünya genelinde 113 milyon kişi gıda sıkıntısı çekiyordu.
Evet, rahatsız edici veriler bunlar. Ama gerçek. Eğer yaşanabilir bir dünya umudumuzu diri tutmak istiyorsak önce gerçeği söylemekle başlamalıyız işe. Sonuçta, uzun vadeli dileklerimiz yakın geleceğimizdeki gerçeklere bağlı değil mi?!