‘550 milyon dolarlık dış finansman sağlamıştık’

Yeşim Yeliz Egeli

Türk denizcilik sektöründe sorun olarak görünen iki önemli konu öne çıkıyor. Birincisi uluslararası finansmana erişim. İkincisi ise aile şirketlerinin kurumsallaşarak verimlilik ve etkinliklerinin artması, şirketin sağlıklı bir büyüme zeminine oturması.
Sürdürülebilir olmanın olmazsa olmaz olduğu çağımızda bu iki sorunun nedenlerini ve çözüm önerilerini MarineDeal News okuyucularına özel Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral’a sorduk


Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral, kariyeriyle bu iki konuyu irdelemek ve analiz etmek için Türkiye’deki en uygun isimlerden birisi. Röportajımıza başlamadan önce Bartu Soral’ı okuyucularımıza kısaca tanıtalım. Soral, Kanada’nın en iyi üniversitelerinden birisi olarak gösterilen Dalhousie Üniversitesi’nden finans alanında lisans, ekonomi alanında ise yüksek lisans derecesine sahip. Koç Holding bünyesinde Orta Asya ülkelerindeki bankacılık sistemini araştırmış daha sonra uzun yıllar Birleşmiş Milletler-Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Program Müdürü olarak uluslararası finans kuruluşları; IFI, IFAD, World Bank, EU ile Türkiye Cumhuriyeti Hazine Müsteşarlığı ve ilgili bakanlıklar arasındaki proje finansmanı ve borçlanma görüşmelerini yönetmiş. Uluslararası finansmana erişim alanında hem tecrübesi hem de seçkin bir network’ü var. Ayrıca bankacılık ve finans üstüne İngilizce yayımlanan; “Banking Crisis and Bankruptcy for Profit” isimli kitabının yanı sıra ekonomi ve finans alanında beş kitabı ile kariyerinde akademik rolü de üstlenmiş.


İlk soruyla röportajımıza başlayalım. Türk denizcilik sektörü büyük yatırımlar için uluslararası finansmana erişim sıkıntısı yaşıyor. Türkiye’de klasik bankacılık işlemleri hayli gelişmiş ancak proje finansmanı konusunda isteksiz. Vadeyi uzun tutma noktasında sıkıntılar yaşanıyor. Alınacak kredi kadar teminat mektubu isteniyor. Büyük yatırımlar için verilen teminat mektupları şirketlere hem büyük bir komisyon masrafı getiriyor hem teminat gösterilen varlıklar ipotekli hale gelerek şirketleri kilitliyor. Neler düşünüyorsunuz, Türk denizcilik sektörü uluslararası finansmana erişebilir mi? Nasıl erişir? Bartu Soral


Yeşim hanım, sadece denizcilik sektörü değil her sektörde aynı sıkıntı var. Ama sonda söyleneceği başta söyleyeyim, bunun çözümü de var. Şimdi bakın tek tek sıralayalım; 2008’de ABD’de Lehman Brothers ile başlayan finansal kriz öncesi 2007 Ağustos itibarıyla Fed bilançosu 0,86 trilyon dolardı. Krizden çıkış için sürekli para basıldı. Bugün bilanço 8,85 trilyon dolar. Düşünebiliyor musunuz, nasıl bir emisyon genişlemesi var. Beklenti bu paranın yeni yatırımlara gitmesiydi ama küresel iş dünyası genel olarak iştahsız. Çok düşük faiz oranlarına rağmen bu paraya talep yeteri kadar olmadı. Bu sebeple bu emisyon çok düşük faiz oranları ile ya bankalara mevduat olarak park edildi veya menkul ve gayrimenkul piyasasına girip balon oluşturdu. 

Bartu Soral

Şimdi, Türkiye canlı ve gelişen bir pazar. Değişen güç dengesinde jeopolitik avantajları yüksek. Rusya ile gelişen ilişkiler hem doğalgaz ticaret merkezi olma stratejimizi hem ticareti canlandırıyor. Tabi bir yandan da Batı sermayesi açısından çeşitli riskleri barındırıyor. Ama gün sonunda Türkiye’nin dengeli götürdüğü tarafsızlık politikası, yeni gelişen ilişkileri, bize olan ilgiyi canlı tutuyor. Yani ez cümle; Türk firmaları doğru biçimde başvuru yaparsa uzun vadeli uluslararası finansman bulur.



Gelelim, şirketlerimizin hatalarına; bizim özel sektörümüz genelde, gelir gider tabloları, risk analizleri, nakit akışı, en az üç senaryolu yatırım geri dönüş senaryolarını içeren kapsamlı bir iş planı hazırlamadan, kısa yoldan; “benim bir projem var, şuna para verir misiniz?” mantalitesiyle olaya yaklaşıyor. Böyle olunca olumsuz cevap geliyor. Bu yaptığımız ilk hata. Oysa olayın başlangıcı ortaya atılan proje konusunda network dahilinde ilişki halinde olunan uluslararası fonlarla temasa geçerek başlıyor. Spesifik bir sebep olmadıkça görüşme olumlu geçiyor. Zamanlama önemli. Mesela ekim, kasım, aralık ayları bir sonraki yıl için fon dağıtımlarına, başvuruların alınmaya başladığı dönem. Başvuru için ideal dönem. Yaz dönemine kadar böyle gidiyor. İlk görüşmede olumlu cevabı aldıktan sonra uluslararası fonun sizden beklentisi ciddi, tutarlı, kapsamlı bir iş planı hazırlamanız. Bu iş planını hazırlamak beceri, vakit, bilgi isteyen bir konu. Ama fon başvurusunun olmazsa olmazı. Bizim şirketler bu ilk aşamaya para harcamak istemiyor. Bu defa sonuç, doğal olarak olumsuz geliyor. Kendinizi para veren yerine koyun, haksız mı? Bartu Soral Bartu Soral


Bu noktada şirketlerimizin genel olarak daha başarılı olduğu GAAP (Generally Accepted Accounting Principles) kapsamında hazırlanmış finansal raporlar, daha önce yapılan yatırımların boyutları, kurumsal kapasitenin yapılacak yatırıma uygun olması gibi sorular da gündeme geliyor. Bu nokta daha rahat aştığımız bir konu. Hem bizler kendi network’ümüze zarar vermemek adına seçici davranıyoruz hem de bu büyüklükte şirketler de zarar görmek istemiyor. Tam bu noktada kurumsallaşma sürdürülebilir büyüme açısından önem kazanıyor. Onu birazdan anlatayım, konu dağılmasın.


İş planının hazırlanmasından sonra görüşmelere başlanıyor. Bu görüşme safhası iş planının analizi oluyor. Fon yetkilileri yatırımın gidişatındaki süreci inceliyor. Bu noktada yatırımcıdan da genelde yüzde 15-20 arası bir equity (nakit değer) koyması talebi geliyor. Yani yatırımcının da finansmana katkıda bulunması isteniyor. Büyük çoğunlukla bunun dışında bir teminat istenmiyor. Yatırım analizinin hassas noktası satış garantisi. Fon yetkililerinin en çok irdelediği konu bu konu. Örneğin bizde; yol, köprü, hastane yap-işlet-devret yatırımların rahat finansman bulması kamunun geçiş, araç, hasta garantisi vermesiyle oldu. Yani yatırım tahmini bütçe satışının altında kalırsa bizden aldığı parayı nasıl öder sorusunun yanıt kısmında devlet garantisi varsa, zaten analiz orada bitiyor.


BARTU SORAL


Tam bu noktada devletin dış finansmana destek olacağı bazı modeller geliştirilebilir. Mesela Türkiye’nin bildiğim kadarıyla koster filosu yaşlandı. Eğer yenilenmezse Akdeniz’de pazar kaybederiz. Koster filomuzu yenilememiz lazım. Bu da büyük bir yatırım ve dış finansman gerektiriyor. Bürokrasi ve siyasi irade ile yapılacak istişarelerde bu durum aktarılıp, bir teşvik mekanizması yaratılabilir. Örneğin devlet, plan doğrultusunda koster yatırımı için yapılacak dış finansman anlaşmasının yüzde 10’luk bir kısmına garantör olabilir. Bu borcu veren açısından riski azaltan bir teşvik olacaktır. Türkiye’nin denizcileşmesi gerektiği ortada. Denizcileşme de ancak yeni nesil ve büyük bir filoyla mümkün. Ankara’da önce bürokrasiye sonra siyasi iradeye yatırımların gerekliliği ve kazandıracakları, kısa, orta ve uzun vadeli planlar, projeksiyonlar doğrultusunda anlatılır, iletişim ağı doğru oluşturulabilirse sonuç alınır. 


Evet dönelim dış finansman sürecine; borç anlaşmasında son adım olan hukuki sürece geçiliyor. Borç anlaşmaları hayli kapsamlı bir hukuki süreci getiriyor. İki tarafın avukatları oturup çalışıyor ve kapsamlı bir borç anlaşması imzalanıyor. Bu konuda bir not daha ekleyelim; uluslararası fonlar 10 yılın altında bir geri ödeme planı sevmiyorlar. Çoğunlukla 15 yıl. İstenirse “grace period” dediğimiz geri ödemesiz bir dönem de sağlanabiliyor.


Bu sürecin yaklaşık bir yıl sürdüğünü de belirteyim. Türk Cumhuriyetlerinden birisinde yapılacak enerji yatırımı için 550 milyon dolarlık dış finansman sağlamıştık. O ülke dış finansmanla yeni tanışıyordu. Ülke mevzuatları, hukuk sistemi henüz tam hazır olmadığı için borç anlaşmasının sonuçlanması iki yılı aşkın bir süre aldı. Türkiye de ilk yap-işlet-devret sistemiyle Özal döneminde tanıştı. Biz de hazır değildik. Konu yine enerjiydi. İşin içinde devlet olunca anlaşma 5 yıl sürdü ve sonunda bozuldu. Sonra Türkiye bu borçlanma sistemini öğrendi ve çokça kullandı.


BARTU SORAL


Kapsamlı cevabınız için teşekkür ederim. Bir de ikinci konu aile şirketlerinin kurumsallaşması. Biraz önce uluslararası finansa erişimin bir parçası da kurumsallaşma dediniz, hatta sürdürülebilir büyüme dediniz. Bunu açar mısınız?


Evet tabii açalım. Size bir sır vereyim (burada gülümsüyor). Bazen şöyle olaylar oluyor. Aile şirketlerinde patron veya onun çocukları belli bir varlığa ulaşmış, yüksek hayat standardında, yüzlerce çalışanı ile bir yaşam sürüyor. Zaman zaman üst düzey yöneticileri tarafından kuşatıldığına ve gerçeklikten koptuğuna şahit oluyoruz. Sermaye sahibi bir yatırım fikri ortaya atıyor. Üst düzey yönetici açısından çıkarının oluştuğu nokta, fikrinin genelde alkışlanmasına alışmış patrona istediğini vermek ve yatırımın tamamlanma süreçlerinde “success fee” almak oluyor. Nasıl olsa o başarı pirimi alırken yatırım için borçlanan sermaye sahibi oluyor. Bakın bazı CEO’ların net serveti sermaye sahibinin net servetinden fazladır. Bu sorunların önüne geçme noktasında iki kurum önem kazanıyor; direkt sermaye sahibine bağlı bir denetleme kurulu ve danışmanlık müessesi, yani İtalyan mafya yapılanmasındaki adıyla “consigliere”. Bizim Birleşmiş Milletler bünyesinde özel sektörün gelişmesi üstüne yaptığımız çalışmalardan ortaya çıkardığımız ve kurumsallaşmadan anladığımız şey, patronun işten elini eteğini çekmesi değil, kendi dâhil yönetim erkini çeşitli güçlere dağıtması. Yani güçler ayrılığı prensibi. Güç tek elde toplanınca o tek elin kurduğu yapıya ve alacağı kararlara bağlı kalmış bir sermaye sahibi görüyoruz. Yani bir yerde artık maaşını kendi ödediği yapıya mahkûm oluyor. Bütün yetki ve gücü kendi elinde toplayınca da hem gerçeklerden kopuyor hem her şeyi bilen beyin olmak zaafına düşüyor ve olaylar çığrından çıkıyor.


 

BARTU SORAL


Kısaca aile şirketleri ve aile üyeleri elbette şirketlerinde kalabilirler. Siz gidin, anlamazsınız, profesyoneller daha iyi anlar zihniyeti de tek taraflı bir görüş. Doğru olan birbirinden bağımsız yapıların analizine, tartışmasına, bilgi yarıştırmasına izin vermek. Bu izni veren CEO’ysa, aldığı kararları ve karar alma süreçlerini, finansal analizleri özgür biçimde denetleyecek ve doğrudan her ay sermaye sahibine bilgi verecek bir denetleme kurulu oluşturmak. Yönetim ve İcra Kurulunun yanında bir danışman yapısı oluşturmak.


Tabii bu değindiğimiz yatırımların analizi ve şirketin finansal durumunun sağlıklı biçimde yürütülmesi ile alakalıydı. İşin bir de corporate governance kısmı var. Yani çalışanların şirkete duyduğu aidiyet ve şirkette çalışmaktan duyduğu gurur, verimlilik ve etkinlik, iş akışları, iş tanımları gibi. Maalesef Türkiye’de bu konu en az ilgi gösterilen konu. Oysa Batı sermayesi, bizim bugün ne önemi var bunların diye baktığımız bu çalışmaları sürdürülebilir şirket mantığı açısından olmazsa olmaz görüyor –ki buna ben de katılıyorum.


Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın