Barış Pınarı Harekâtı

MDN İstanbul

Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan

Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan, Türkiye’nin kendi güvenli bölgesini oluşturmak üzere başlattığı “Barış Pınarı Harekâtı”nı ve Harekât ile ilgili gelişmeleri, MarineDeal News okurları için değerlendirdi

ABD ile yürüttüğü Güvenli Bölge müzakerelerinden umduğu sonuçları alamayan Türkiye, kendi güvenli bölgesini tesis etmek üzere 9 Ekim 2019 günü “Barış Pınarı Harekâtı”nı başlatmıştır. Harekâtın tüm askeri hedeflerine en kısa sürede ve asgari zayiatla ulaşmasını diliyorum.

17 Ekim Perşembe günü, 120 saatlik durdurulma kararı alınan Harekâtın, bölgedeki dengeler üzerinde önemli etkileri olmuştur. Yaşanan dikkat çekici gelişmelerin şu şekilde özetlenmesi mümkündür:

Suriye Merkezi Hükümeti YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütünü “ülkelerine ihanet eden ayrılıkçılar” olarak nitelemiş Harekâtı “işgal” ve “saldırganlık” olarak tanımlamıştır.

YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütü ABD’nin kendilerini korumadığını, ABD’ye Harekâtın durdurulmaması halinde Rusya ile anlaşabileceklerini ifade ettiklerini açıklamış, ardından Örgüt ile Suriye Merkezi Hükümeti Ordusu arasında Suriye sınırlarının korunmasını kapsayan askeri bir anlaşma yapıldığı, anlaşmanın garantörünün ise Rusya olduğu haberleri açık kaynaklara yansımıştır.

Bulundukları bölgelerden çekilen ABD birliklerinin boşalttığı önemli coğrafi mevkiler, Rus askerleri refakatindeki Suriye Merkezi Hükümeti Ordusu tarafından ele geçirilmiştir. Bu suretle Suriye Merkezi Hükümeti Ordusu ülkesindeki etki alanını genişletmiştir.

Türkiye tarafından Menbiç Bölgesine ilişkin olarak sınırın Suriye tarafında, bu bölgenin teröristlerden temizlenmiş olması kaydıyla Suriye Merkezi Hükümeti birliklerinin veya Rus birliklerinin bulunabileceği açıklaması yapılmıştır.
AB, Türkiye’nin Suriye’ye düzenlediği askeri operasyonu kınayan bir kararı kabul etmiş, ABD ve Türkiye arasında varılan “ateşkes kararını” not ettiklerini belirterek Türkiye’ye silah satışının durdurulmasına ilişkin kararı onaylamıştır. AB, Türkiye konusundaki açıklamalarında Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini de eleştirerek GKRY’ye destek vermiştir.

ABD çeşitli kanallar ile verdiği tehdit ve hakaret de içeren bir dizi mesaj ve diplomatik teamüllerden uzak bir üslup ile kaleme aldığı bir de mektupla IŞID ile mücadele ve IŞID teröristlerinin sorumluluğunun Türkiye’ye devredildiğini açıklamış, Harekâtın Kürtlere karşı yürütüldüğü temasını işlemiş, Türkler ile Kürtler arasında 200 yıldır süren rutin bir savaş olduğu intibaını yaratmaya çalışmış, Harekâtın durdurulmasını istemiş, aksi durumda bölgede bir NATO müttefiki ile savaşmayacağını ancak ağır yaptırımlar uygulayacağını belirtmiş, bu çerçevede bazı bakanları yaptırım listesine almıştır.

Rusya ve Çin, Harekâtın durdurulmasını istemekle birlikte BMGK tarafından “Harekâtın durdurulması çağrısı yapılması” kararının alınmasını engellemiştir.

Harekâta 9’uncu günün sonunda, ABD ve Türkiye arasında varılan anlaşma çerçevesinde Terör Örgütünün güvenli bölge olarak belirlenen derinlikteki alandan çekilmesi için 5 günlüğüne ara verilmiştir.

Değerlendirme
Harekâtın bu safhasında Türkiye çok sayıda teröristi tesirsiz hale getirmiş, Fırat doğusunda, sınır bölgesinde, fiziki kontrolünde bir cep yaratmış, daha önce ABD ile müzakere ettiği kriterler çerçevesinde bir güvenli bölge tesisi için ABD ile anlaşma sağlamıştır. Bu noktada akıllara gelen dört temel soru vardır:

Bunlardan ilki; ABD’nin bu anlaşmaya uyup uymayacağı ya da ne kadar uyacağı ile alakalıdır.
ABD’nin uzunca bir süredir donattığı, eğittiği, kara gücü olarak teşkil ettiği, İran ve bölgede kendi çıkarları aleyhine hareket edecek tüm ülkelere karşı kullanmak üzere hazırladığı Terör Örgütünü bu kadar kolay ve çabuk şekilde bir kenara atacağı düşünülmemelidir.

Zira bölge, ABD’nin Rusya’yı ve İran’ı ve bir bakıma Türkiye’yi çevrelediği, esasen Rusya’ya karşı teşkil etmeye çalıştığı; Baltık Denizi’nden başlayıp Uzak Asya’ya kadar uzanan yayın önemli bir parçasını teşkil etmektedir.

Bölge aynı zamanda, İsrail’in güvenliği ve ABD çıkarlarının tahakkuku için kurulması planlanan Akdeniz çıkışlı ABD’ye Müzahir Kürt Devleti için öngörülen toprakları da içermektedir.

Dolayısıyla ABD’nin YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütünün bölgeden çekilmesini tamamlamasının ardından süreci zamana yayacağı, gündemi değiştirmeye çalışacağı ve anlaşmaya beklendiği ölçüde sadakatle yaklaşmayacağı değerlendirilmektedir.

İkinci soru oluşturulan güvenli bölgenin, güvenli bölgenin güneyinde bulunan Suriye topraklarındaki YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütü bölgesini meşru hale getirip getirmeyeceği ile ilgilidir.

Bu sorunun yanıtı güvenli bölgenin tesis edilmesinin ardından, bu bölgenin güneyine yönelik olarak izlenecek siyaset ile verilecektir. ABD ile yürütülen güvenli bölge müzakerelerinden ve son olarak varılan anlaşmadan güvenli bölgenin güneyinde YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütüne müdahale edilmeyeceği intibaı edinilmiştir. Bu durumun örgütün bölgedeki varlığının zımnen onaylandığı şeklinde algılanacağı değerlendirilmektedir.

Üçüncü soru, Harekâta verilen ara ile YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütü’ne yeni bir kaçma, toparlanma ve tertiplenme imkânı verilip verilmediğine ilişkin olacaktır.

Harekâtın başlamasıyla birlikte Terör Örgütü ve Terör Örgütünün hamisi konumundaki ABD’nin Harekâtın durdurulmasına ilişkin telaşının, Rusya’nın Örgüt ile Suriye Merkezi Hükümeti arasında diyalog kurulmasına ilişkin çağrılarının, Örgütün zamana ihtiyaç duyduğunu açık şekilde ortaya koyduğu düşünülmektedir.

Bu anlamda yapılan anlaşmanın Terör Örgütünün belirlenen güvenli bölgenin güneyinde toplanarak yeniden tertiplenmesine imkân sağlayacağı düşünülmektedir.

Son soru önümüzdeki dönem ne yapılması gerektiğine ilişkindir.

Türkiye’nin bölgedeki menfaatleri Suriye’nin ve Irak’ın toprak bütünlüklerinin ve üniter yapılarının korunmasını, her iki ülkenin güçlü merkezi yönetimler tarafından idare edilmelerini, her iki ülkenin de her türlü ayrılıkçı yapı ile kendi güvenlik ve kolluk kuvvetleriyle mücadele ederek, bölgesel işbirliğine açık, etnik ve dini temelli siyasi anlayıştan uzak, bölge merkezli dış politikalar izlemelerini dikte etmektedir. Bu hususun diplomasi ile sağlanması gerekmektedir.

Türkiye’nin bölgeye yönelik menfaatlerinin dikte ettiği bir diğer husus ise YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütünün bütünüyle ortadan kaldırılması, etkisiz hale getirilmesidir.

Bilindiği üzere YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütü, küresel güç mücadelesini sürdüren aktörler tarafından istismar edilen, kullanılan bir araçtır. Geçtiğimiz yıllarda gerek ABD gerekse Rusya’nın bu grubu kendi taraflarında tutmak üzere mücadele ettiği aklımızdadır. Rusya’nın bugün attığı adımların bir kısmı da ABD kontrolündeki YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütünü kendine müzahir hale getirme, en azından ABD ile ilişkilerini bozma ana fikrine odaklanmış durumdadır.

Bu bakımdan YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütünün bölgedeki varlığı yalnız Türkiye için değil aynı zamanda İran, Irak, Suriye gibi diğer bölge ülkelerinin güvenliği için de büyük bir risktir. Söz konusu riskin tamamen ortadan kaldırılması için uygulanabilecek en etkin yöntemin bölge ülkeleri arasındaki işbirliği olacağı düşünülmektedir.

Böyle bir işbirliği için bölge ülkeleri arasında karşılıklı diyalog ve koordinasyon ihtiyacı bulunmaktadır. İhtiyacın Astana sürecinin Irak ve Suriye’yi de kapsayacak şekilde genişletilmesiyle, bu sürecin Örgütün istismar edilmesine imkân sağlayacağının kıymetlendirilmesi halinde bölge ülkeleri arasında ayrı bir koordinasyon mekanizmasının yaratılması ile giderilebileceği değerlendirilmektedir.

Bu bağlamda daha fazla geç kalınmadan Suriye Merkezi Hükümeti ile diyalog kurulması önem arz etmektedir.

Zaman YPG/PYD/PKK/SDG Terör Örgütünün lehine işlemektedir!

ETİKETLER: , , , , , ,
Bunu Paylaşın