İnsanoğlu; zayıf olduğunu, unutulup gideceğini belki de yeryüzünde var olmaya başladığı ilk günlerden beri biliyor. Galiba en büyük korkusu da unutulmak… Bu nedenle de hele hele bir de güçlü bir konumda ise, hep gelecek yıllarda, yüzyıllarda da hatırlanmasını sağlayacak bir şeyler yapmaya çalışmış. Örneğin Piramitler… Piramit deyince akla Mısır’dan önce firavunlar gelmiyor mu? Ya da Şah Cihan’ın çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal’in anısına yaptırdığı Taç Mahal’den söz edilince aklımıza ilk gelen Hindistan olmuyor mu? Veya bir konuşma arasında Güney Kutbu bahse konu olduğunda hangimiz Norveçli Roald Amundsen ile İngiliz Kaptan Robert Scott’u hatırlamayız? Himalayalar’da Everest’in zirvesine bayrak diken Yeni Zelandalı Sir Edmund Hillary ile Nepalli “Şerpa” Tenzing Norgay unutulur mu?
Bu saydıklarımız bireylerin gelecekte hatırlanmak için yaptıkları. Peki acaba topluluklar, devletler geleceğe dönük bir şey yapmamışlar mı? Dünyanın en yüksek binası dendiği zaman akla Dubai gelmiyor mu? Eyfel Kulesi Paris’in ve de Fransa’nın sembolü değil mi? Özgürlük Anıtı Amerika Birleşik Devletleri’nden başka hangi ülkeyi hatırlatabilir? Yüzyıllar önce Mezopotamya’da yapılan “Asma Bahçeleri” Babil’i anımsatmıyor mu? Bu kadar örnekleme yeter sanıyorum…
“Y2K” balonu patlayınca…
İletişim alanındaki bir devrim günlük hayatta sokaktaki insanın da, toplulukların da, yöneticilerin de alışkanlıklarını, uygulamalarını ve geleceğe dönük bakışlarını temelden değiştirdi. “Sanal” “Reel”in kısmen de olsa yerini aldı, yüzyılların imbiğinden geçmiş değerler kabuk değiştirdi ve bütün bu değişim, insanlık tarihine bakıldığında çok kısa bir süreçte gerçekleşti.
1999’u hatırlayalım. Bir kabus sarmıştı tüm yeryüzünü. Günlük hayatın her alanında vazgeçilmezler arasına giren bilgisayarlardaki yazılım hatası, “Y2K”. Yayın üzerine yayın yapılıyordu her yerde. Sistem kilitlenecek, bankalar işlem yapamayacak, ticari hayat duracak falan filan. Ne oldu? Ama o dönemde tedavinin maliyetinin en az 600 milyar dolar olduğunun konuşulduğunu da hatırlatmak isterim.
Masal bu kadar da değildi. 1990-2000 arasında tüm dünyayı “e-satış” dalgası kaplamış, cümle alem sanal ortamda ve sanal ticaretle “kolay para kazanma”nın furyasına kaptırmıştı kendisini. ABD’nin ünlü teknoloji borsası zirve yapmıştı. “Sanal Sektör” “Reel Sektör”ü sollayacaktı ki bir balon daha patladı. Kısa yoldan ve kolayca zengin olmak üzerine yapılan spekülasyonlar çok kişinin canını yaktı.
İnsanoğlu açısından diğer canlılarda olduğu gibi orman kanunu asla geçerli değil bu sosyal hayatta ve bunu da sağlamak için sağlam, katı, uyulması zorunlu düzenlemeler yapılmış; disiplin böyle sağlanmış. Ne var ki, yakın tarihte bu “katı” düzenlemelerin yumuşatılması gündeme gelmiş. Yeni nesil uygulamalarda kurallar orasından burasından kemirilmeye başlanmış, “katı” yerini “yumuşak”a bırakır olmuş.
MarineDealNews’ün şubat sayında yayınlanan “1929’un mirasını 1999’da yemek” başlıklı yazımda bir ölçüde buna değinmiştim hatırlarsanız. Özetle; başıboşluk 1929 Buhranı’nı doğurmuş, alınan “katı” tedbirler 70 yıl finans piyasasını disipline etmişti. FED’in efsane başkanı Alan Greenspan “Serbest Pazar kendi kurallarını kendi koyabilir” görüşüyle “katı”yı “yumuşak”a dönüştürünce, kazın ayağının öyle olmadığı kısa sürede ortaya çıkmış ve ünlü ABD’li yatırımcı Warren Buffet haklı çıkmıştı. Onun “Başkaları tamahkâr olduğunda korkak ve yalnızca korkak olduklarında açgözlü ol” sözü sınır tanımazlığın ya da kural tanımazlığa yönelik çok önceden yapılmış kehanettir. İşte halen yaşanılan “Finansal Kriz” patlayan bir başka balon olmuştu.
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir…
Kontrol edilemeyen spekülatif hareketler, bunun doğurduğu felsefeyle bugünlere gelindi. Geçmiş yıllarda balon patlayınca gerek ekonomik, gerekse sosyal hayatı düzenlemek için oldukça sert olarak nitelenebilecek kurallar konulurdu. Yazımın giriş kısmında da ifade etmeye çalıştığım; hükümetlerin, yöneticilerin eski yıllardaki dünya görüşleri ve buna paralel uygulamaları geride kalıcı eserler, anıtlar bırakma arzusuydu. Günümüz yöneticilerinin bakışının aynı paralelde olduğu söylenemez. Onlardan geleceğe hayata geçirdikleri yönetim sistemleriyle kotardıkları çeşitli mevzuatlar kalacak. Bir başka deyişle artık bir ülke yöneticisinin inşa ettirdiği eserlerle hatırlanması olanaksız gibi görünüyor. Olsa olsa artık ekonomi, mevzuat ile anılacak. Özetle artık alışılmış değerlerin, toplumların “Sembol” olarak gördükleri kurum ve markaların pek “Kıymet-i Harbiye”si kalmadı. İşte ABD’nin sembollerinden IBM, İsveç’in sembollerinden Volvo el değiştirdi. İngilizlerin göz bebeği P&O Dubaililerin.
O zaman şu soru gündeme geliyor, “taşlar ne zaman yerine oturacak?”, 1999’da değişen mevzuat ile küresel krize imkân tanıyan, bozulan disiplin, nasıl disipline edilebilecek; dolayısıyla kişiler ve topluluklar son dönemde alıştığı rahatlıktan nasıl vazgeçebilecek? Soruları çoğaltabiliriz.
Ancak Descartes’in dediği gibi, “Tehlikeyi görmemezlikten gelip cesur davranmak hatadır, tehlikeyi görüp önlem alarak karşı çıkmak cesarettir.” “Güzel günler ileride” diyerek bu pek de sevimli olmayan yazımızı noktalayalım.