Ayıyla dans bitecek mi? ‘Biz başımızı hiç eğmedik, eğmek de istemeyiz!’

MDN İstanbul

Bilinen bir Rus atasözüdür. Rusların milli gururunu yansıtan ve Rus karakteristiğini vurgulayan bu atasözüne göre, “Ayıyı dansa kaldırdığınızda, dansın ne zaman biteceğine siz değil, ayı karar verir”

Farklı şekillerde anlatılagelen bu atasözünün bize göre hikâyesi şöyledir: Kış uykusuna yatan ayının inine girersiniz. Mışıl mışıl uyuyan ayıyı uykusundan uyandırırsınız. Malûm, kış uykusundan vakitsiz uyanan ayı bir daha uyuyamaz, üstelik oldukça da saldırgan ve agresif olur. Üstelik siz, uyanan ayıyı dansa davet edersiniz. Hikâye bu ya, ayı teklifinizi kabul eder ve sizinle dans etmeye başlar. İşte o andan itibaren ben sıkıldım, haydi dansı bitirelim deme şansınız yoktur. Zira, artık dansın ne zaman biteceğine siz değil, ayı karar verir. Israr ederseniz ayı da size ziyadesiyle zarar verir!
Ayı malûm Rusların sembolü. Bakın Rusya, Soğuk Savaş sonrası eski Sovyet düşünce sistematiğini ve hantal devlet yapısını terk ettiğinin emarelerini bilhassa Putin sonrası dönemde Gürcistan ve Ukrayna örneklerinde görüldüğü gibi açıkça gösterdi. Meselelere duygusal ve öfkeli yaklaşan bürokratik Rus devlet aklı evrildi ve Ruslar Batılı rakipleri gibi düşünüp hareket etmeye başladı. İyi eğitimli, entelektüel birikimi olan, Batı tarzı eğitim almış, inisiyatif kullanabilen, milli çıkarlarını gözeten yeni jenerasyon Rus devlet adamları, bürokratları ve hatta subayları Batılı emsallerine erişti ve kimi alanlarda geçti. Örneğin, dünya gündemini meşgul eden A2AD (Anti Area Access Denial) ve hibrit harp kavramı gibi. Zaten satrancı iyi oynayan Ruslar, bu oyundaki stratejik düşünce yapılarını ve sabırlı hallerini yeni Rusya’nın devlet yapısına adapte etmeyi başardılar ve dogmalara takılıp kalmadılar. Hiçbir zaman Batılı olamayan Rusya, esasen Putin sonrası dönemde Batılı gibi davranmaya başladı. Meselenin bam teli de tam olarak bu nokta…

Ezber bozan Rusya
Böyle bir girişi neden yaptık? Cevabı, resmi okuyabilen için çok basit. Ekim 2015’de meydana gelen “uçak düşürme krizi” sonrası Rusya, beklenenin aksine çok itidalli hareket etti. Normalde öfkelenmesi, tepki göstermesi hatta misillemede bulunması beklenen Rusya, bunların hiçbirini yapmayarak şaşırttı, hatta ezber bozdu. İç kamuoyunun tepkisine rağmen sükûnetini korudu. Türkiye’yi ekonomik anlamda yıpratmayı tercih etti. O dönem bu Rus sabrını nedense kimse sorgulamadı. Hatta iç politikada popülist söylemler ile Rusya’nın hizaya getirildiği dahi söylendi, yazıldı ve çizildi. Hamaset ve her türlü meseleye siyasi ve ideolojik optikten bakma alışkanlığımız her zaman olduğu gibi gözümüze perde indirdi ve günü kurtarmayı önceledi…

Popülist ve günlük yaşamanın kime ne faydası var?
Millet olarak zararlı bir alışkanlığımızdır günlük yaşamak. Oysa basit tarih ve coğrafya bilgisine önem versek, meselelere sabırlı, analitik ve gerçekçi yaklaşsak, kurumsallığı ve liyakati öncelesek daha iyi olmaz mı? Köklü ve kurumsal devlet sistemimizin güvenilirliğini zedeleyen yaklaşım kesinlikle popülizmdir. Üstelik popüler kültürle, yandaş olmakla, ideolojik ve stratejik kör olmakla bir yere varmak ne yazık ki mümkün ve olası değil. Tıpkı diplomasiden anlamayan diplomatlarla, sahayı bilmeyen komutanlarla ve devlet geleneğine vâkıf olmayan bürokratlarla bir yere varılamayacağı gibi… Liyakatin olduğu çağdaş, kurumsal ve milli çıkarları önceleyen hiçbir devlette böyle şeylere izin verilmez. Aksini uygulayan devletler ise “harakiri” yapar.

Kritik eşik 2016 NATO Varşova Zirvesi
Rusya ile uçak düşürme krizi sonrası konjonktür dikte ettiği için barıştık. Ülkemizde birçok gerçek çabuk unutulur ve unutturulur. Türkiye, Rusya ile barışma kararı verdiğinde tarih Mayıs 2016 idi. Yani Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığı bırakması, -bıraktırılması- sonrası Türk dış politikasının makas değişikliğine gittiği dönem. O günleri hatırlatalım. 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde icra edilen NATO Varşova Zirvesi’ne giden süreçte Türkiye ile Rusya barışmış ve iletişim kanalları açılmıştı. Oysa Varşova Zirvesi’nde Rusya aleyhine çok sert kararlar ve radikal önlemler alınması bekleniyordu. Nitekim, ABD destekli Romanya, Polonya ve Bulgaristan bu süreci sürükleyen ülkelerdi. İşin tuhaf tarafı ise Mayıs 2016’ya dek Rusya ile “küsen” Türkiye de bu eksenin kıymetli bir üyesiydi. Türkiye’nin özellikle Karadeniz ve Balkanlar’da Rusya’ya karşı NATO’nun alacağı tedbirlere tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi azami katkıda bulunması isteniyordu. Esasen Türkiye’nin Rus tehdidini Karadeniz’de karşılaması, Karadeniz’de daimi olarak donanma gücü bulundurması ve Montrö Sözleşmesi’ni revize etmesi bekleniyordu. Türkiye’nin ev ödevi bu kadar basitti!

Türkiye için stratejik viraj
Peki Rusya ile barışan Türkiye ne yaptı? Rusya’ya karşı mahcubiyetimiz nedeniyle taviz veren taraf olduk. 15 Temmuz kalkışmasının arkasındaki aktörleri çok iyi bilen Türk devlet aklı Batı’ya olan öfkesi, kızgınlığı ve hayal kırıklığı nedeniyle yüzünü Rusya’ya döndü. İşte bu tercih Türkiye için stratejik bir viraj oldu. Bu dönemde Rusya, Türkiye’yi Batı bloğundan koparmak ve NATO’da çatlak yaratmak için yerinde ve iyi çalışılmış hamleler yaptı. Türkiye’nin içinde bulunduğu kırılganlığı lehine çeviren Rusya; Türk Akımı, nükleer santral inşası ve S-400 gibi kazanımlar elde etti. Sabırlı davranan Putin bunun karşılığını aldı. Özellikle S-400 konusunda Türkiye’nin geri adım atmaması, bağımsız karar verip ABD başta olmak üzere tüm Batı bloğunu karşısına alması, tabiri caizse Rusya için “final” oldu…
İki ülke arasındaki bahar havasının Türkiye’nin, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu politikalarına da yansımaları oldu. Bunların bir bölümünün menfaatimize olduğunu belirtmeliyiz. Nitekim milli çıkarları ile uyumlu stratejiler izlemeye başlayan Türkiye, “Bölge Merkezli” bir dış politikaya yönelerek, Rusya ve İran ile işbirliğine gitti. Astana ve Soçi süreçleriyle ön alan Türkiye, Zeytin Dalı ve Afrin Harekâtı ile sert gücünü kullanmaktan imtina etmeyeceğini de gösterdi. Jeopolitik gerçeklerle uyumlu ve ülkenin geleceğini ilgilendiren enerji jeopolitiğine yönelik gelişmeleri ”nihayet” gören Türkiye, Donanmasını Doğu Akdeniz’e gönderdi ve ezber bozdu. Böylelikle güneyimizde denize çıkışı olan sözde Kürdistan –şimdilik- engellendi ve Doğu Akdeniz’de aleyhimize olacak bir emrivaki ya da oldubittiye –şimdilik- izin verilmedi.
İyi hoş ama her şey ABD ile Suriye özelinde güvenli bölge oluşturulmasına yönelik anlaşmanın akdedilmesiyle ters yüz oldu. Son dönemde ülkemizin aleyhine her taşın altından çıkan ABD ile yapılan bu anlaşma, Türkiye’nin son dönemde izlediği politikalarla açıkça çelişti. Üstelik Dışişleri Bakanının “Asya Açılımı” yapıyoruz dediği günlerde meydana gelen bu hamle, esasen devlet içindeki anlaşmazlığı da su yüzüne çıkardı… Gerçekten idrak güçlüğü yaşıyoruz. Asya açılımı yapan bir Dışişleri ve ABD ile güvenli bölge anlaşması yapan bir Savunma Bakanlığımız var. Kafaların karışmaması mümkün değil.
Suriye rejim güçlerini açıkça destekleyen Rusya, gelişmelere ve Türkiye’nin tercih değişikliğine tepkisini hemen gösterdi. İdlip’te yaşadığımız sıkışıklık, Suriye ordusu ile karşı karşıya gelmemiz, askeri konvoylarımıza ve Soçi Mutabakatı ile kurulan gözlem noktalarına yapılan saldırılar bunun ispatı. Hadise öylesine büyüdü ki, Sayın Cumhurbaşkanının Rusya’ya gitmesi gündeme geldi. Bu yazının yazıldığı günlerde 27 Ağustos Salı günü ziyaretin gerçekleşeceği duyuruldu. Bu görüşme önemli, zira Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceğinde kesinlikle belirleyici olacak.

Analitik düşünemezseniz gerçekleri göremezsiniz
Israrla vurguluyoruz. Bazılarının denge politikası dediği “şey” Türkiye için uygulanabilir ve sürdürülebilir değil. Terazinin bir tarafına ABD’yi diğer tarafına Rusya’yı koymak ve teraziyi her zaman dengede tutmak mümkün değil. Diplomaside kuraldır, denge politikasını güçlü olan taraf uygular. Ve oyunu güçlü olan taraf kurar. Biz ne yazık ki oyun kuramıyor, ancak oyun bozabiliyoruz. Görünen o ki, denge politikasının sonuna yaklaşılıyor. Bir türlü ezber bozamayan, Batı bağımlılığını aşamayan, Batı bağımlılığını Rusya ile aşabileceğini sanan, tavşana kaç, tazıya tut stratejisi izleyen devlet aklının resmin bütününü okuması olası değil. Sonuçta, analitik düşünemezseniz gerçekleri de göremezsiniz.
En basitinden; Suriye’nin üniter devlet yapısını savunan, Rusya ve İran ile bölge merkezli stratejiler uygulayan Türkiye’nin, ABD ile anlaşıp güvenli bölge kurmasını nereye koyabilirsiniz? Bunun adı denge politikası değil, düpedüz çelişki politikası olur… Ve başta sorduğumuz soruyu soralım? 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra Türkiye, dans ettiği ayıya ben sıkıldım artık dans etmek istemiyorum mu diyecek? Eğer diyecekse ayı neden dansa kaldırıldı? Bu riskli dansı bitirmenin bir karşılığı var mı? Varsa nedir? Acaba ABD’nin, Rusya’dan S-400 alımına düşük tonlu tepki göstermesi karşılığında güvenli bölge kurulmasını ABD’nin şartlarıyla kabul etmemiz izlenen denge politikasının gereği midir? Sorular böyle uzayıp gidebilir. Ez cümle; evet, Türkiye Atlantik bağımlılığını aşmalı, ancak aşarken Rusya’ya bağımlı hale gelmemeli.

Çok yönlü, çok boyutlu ve çok katmanlı politikalar Türkiye için zorunluluktur
Bakınız, mevcut konjonktürde Türkiye’nin Asya’ya yönelimi stratejik bir zorunluluktur. Nitekim 2025 yılından itibaren küresel ekonominin ağırlık merkezi Asya -Pasifik Bölgesi’ne kayacak. Tüm veriler ve parametreler bunu gösteriyor. Bu yüzden Türkiye’nin Asya’ya yönelimi günlük ve keyfi bir tercih değildir. Hâl böyleyken Ortadoğu özelinde yeniden ABD ile birlikte hareket etmek reel politik ile uyumlu değildir.
2025 yılından itibaren Asya bloğunun toplam üretimi Atlantik bloğunu geçecektir. ABD, Çin’in yükselişini engellemek için ucuz, sürekli ve güvenli enerjiye erişimini kontrol altına almak istemektedir. Son dönemde yaşanan tüm krizlerin arka planını bu gerçek teşkil etmektedir. Suriye, Libya, Venezuela ve İran örnek vakalardır. Pasifik Bölgesi, kısa vadede Çin için aşılamayacak bir engel görüntüsü vermektedir. Bu nedenle Çin için yegâne alternatif Orta Asya, Avrasya ve Sibirya Bölgesi’dir. Ancak bu alan kontrol edilirse Çin’in alternatif olma özelliği de seçenek dışı kalacaktır. Afganistan ve Pakistan bu bağlamda önemlidir. Pakistan ile Hindistan arasında son dönemde hortlatılan Keşmir sorununa bu perspektiften bakmak uygun olacaktır. Çin’in Batı’ya genişlemesi Rusya ve Türkiye ve hatta Avrupa için de tehlike çanlarını çalabilecektir. Bu anlamda Türkiye’nin, Rusya’nın ve Batı’nın çıkarlarının örtüştüğü konjonktürel gelişmeler gündeme gelebilecektir. Unutulmaması gereken şudur; Türkiye-Rusya ve Türkiye-Çin ilişkileri, esasen Avrasya’daki temel paradigmalara etki edebilecek potansiyele sahiptir. Sözün özü; çok yönlü, çok boyutlu ve çok katmanlı politikalar Türkiye için zorunluluktur.
Bu nedenle Türkiye; gerçekçi, cesur ve öngörülü politik planlamalar ve ataklar yapabilmelidir. Batı ve Doğu ile ilişkileri birbirine mutlak alternatif diye görmek yerine, Türkiye’nin Atatürk döneminde olduğu gibi ülkelerin içişleri saygı çerçevesinde işbirliklerini öncelikle komşuları ile bilahare diğer paydaşlarıyla artırması menfaatinedir. Aklın ve strateji biliminin gösterdiği çıplak gerçek şudur; Türkiye’nin jeopolitik konumu tek taraflı bir dış politikada ısrar etmeye uygun değildir. Türkiye Cumhuriyeti savaşarak, kanla ve tırnaklarımızla kazıyarak kurulmuştur. Mücadele etmek Türk insanının genlerinde vardır. Yeter ki gösterilen hedefler ülke çıkarlarına uygun olsun. Çok değerli ve kıymetli bir dostumuzun da dediği gibi “Bize asalet, liyakat, onur, gurur ve kahramanlıkların ne zor kazanıldığı anlatıldı ve öğretildi. Biz başımızı hiç eğmedik ve eğmek de istemeyiz!”

Bunu Paylaşın