Avusturya’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor

MDN Editör
  • |

Avusturya’da yaşanan siyasi kriz derinleşebilir. Aylarca süren çabaların ardından, merkez sağ Halk Partisi (ÖVP) ile merkez sol sosyal demokratlar (SPÖ) arasındaki koalisyon görüşmeleri ocak ayının ilk haftasına girilirken çöktü. 

Ana akım partilerin, Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Avusturya’da da popülist Sağ'ı iktidardan dışlama girişimleri de koalisyon görüşmeleri gibi çökmek üzere. Avusturya’daki diğer tüm partiler, yüzde 29,2 oyla birinci olan Özgürlük Partisi (FPÖ) lideri Herbert Kickl ile çalışmayı reddetmesinin ardından oldukça uzun koalisyon görüşmeleri dönemi yaşandı ve ÖVP ve SPÖ'yü çoğunluğunu güçlendirmek için daha küçük bir parti toplamaya zorladı. 

Fransa'daki Jean-Marie Le Pen ile birlikte, yeni Avrupa popülizminin ilk önemli oluşumuna ev sahipliği yapan Avusturya siyaseti, sağ popülizmle 1986'da Jörg Haider liderliğinde, o zamanlar marjinal olarak görülen FPÖ’nün başına geçmesiyle tanışmıştı. Haider’ın partinin başına geçmesiyle FPÖ göç karşıtı bir platformda keskin bir şekilde sağa kaydı. FPÖ, daha önce üç defa hükûmete katılmış olsa da dünya konjonktürünün etkisiyle bu defa dışlanmış durumda. Hollanda ve İtalya’da iktidarı ele geçiren, ABD’de yeni Trump dönemiyle daha da güçlenen politik akımın Avusturya’da önünün kesilmeye çalışılması mevcut durumda başarısızlığa mahkûm görünüyor. 

Geçtiğimiz eylül ayındaki genel seçimlerde ilk defa yüzde 29’u aşan bir oy alan FPÖ, bu defa Şansölye’yi belirleme yetkisi kazanmış oldu. Avusturya'da bundan sonra ne olacağına dair sorular sorulurken, ÖVP'nin yeni lideri artık FPÖ ile müzakerelere açık olduğu ve böylece önceki politikayı değiştirebileceği konuşuluyor. Bu değişiklikteki en önemli pay, ülkede yaşanan siyasi krizden çok kamuoyu yoklamalarında FPÖ’ye verilen destek. 

Herbert Kickl sadece Avusturya siyasetini değil tüm Avrupa’yı sarsabilir

Kickl'in Avusturya şansölyesi olma yolundaki en önemli aday konumuna yükselmesiyle birlikte, Avrupa Birliği hem sağ siyasetin engellenememesi konusunda hem de Rusya konusundaki parçalı yapısı açısından sağlam bir darbe yiyebilir. Zira, Avusturya’nın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk aşırı sağcı lideri olacak olan Kickl, Avrupa’nın bir diğer baş ağrısı olan Macaristan Başbakanı Viktor Orban'a olan hayranlığını gizlemiyor. Eğer Kickl, Şansölye koltuğuna oturabilirse Avusturya, Orban’ın Macaristan’ın, Robert Fico yönetimindeki Slovakya’nın ve potansiyel olarak eski Başbakan Andrej Babiš'in ekim ayında yapılacak seçim öncesinde anketlerde önde olduğu Çek Cumhuriyeti'nin Rus sempatizanları kulübüne katılacak. 

Kickl liderliğindeki FPÖ’nün Brüksel’i endişelendiren konular arasında Rus gazına olan güveni, Rusya'ya yönelik yaptırımları sert bir şekilde eleştirmesi ve Ukrayna'ya yapılan yardımı kesmek istemesi görülebilir. 

2024 seçim kampanyası sırasında kendisini Nazilerin 1933’te Almanya’da iktidarı ele geçirmesinin ardından kullandığı gibi halkın şansölyesi veya Volkskanzler ilan eden Kickl, aynı zamanda Avusturya'nın sığınmacı sisteminde de kapsamlı bir yenilemeyi hedefliyor. FPÖ ayrıca, Avrupa Birliği’ni karbon nötr hâle getirmeyi amaçlayan bir dizi AB politikası olan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı da bozmayı hedefliyor. 

FPÖ, hâlihazırda ÖVP ile koalisyon görüşmelerinde bulunuyor. İki parti daha önce iki kez Avusturya'yı birlikte yönetti; 2000-2002 yılları arasında ve Aralık 2017'den Mayıs 2019'a kadar. Ancak her ikisinde de FPÖ koalisyonun küçük ortağıydı ve karar alma mercilerindeki etkisi sınırlıydı. Herbert Kickl, olası bir hükûmetteki tek olası ortağı olan Avusturya Halk Partisi (ÖVP)’nden istediğini alamazsa koalisyon görüşmelerini bırakıp yeni seçime gideceğini açıkladı. Avusturya'nın geçici lideri Alexander Schallenberg ise ülkesinin güvenilir bir ortak olmaya devam edeceği konusunda AB'nin üst düzey liderlerine güvence vermek üzere sıklıkla Brüksel’i ziyaret ediyor. Avusturya Dışişleri Bakanı ve merkez-sağ ÖVP üyesi Schallenberg, Karl Nehammer'in 4 Ocak'ta Viyana'daki ana akım partiler arasındaki koalisyon görüşmelerinin çökmesi üzerine istifa etmesinin ardından geçici olarak Şansölye koltuğuna oturmuştu. Nehammer'in istifasının ardından Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen, yeni hükûmeti kurma görevini Avusturya'nın aşırı sağcı Özgürlük Partisi (FPÖ)’nin liderine verdi. 

Avrupa’nın birçok ülkesinde artık sağcı popülistler ile geleneksel muhafazakâr liderler arasındaki çizgi büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda. İsveç, Finlandiya, Hırvatistan, İtalya, Hollanda ve Çek Cumhuriyeti'nde popülist partiler liderleri destekliyor. Fransa'da Marine Le Pen'in Ulusal Birlik Partisi iktidarda değil ancak Başbakan François Bayrou hükûmeti üzerinde önemli bir güce sahip. Almanya’da da ana akım partiler ve aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) arasında yerel işbirliğine dair işaretler artıyor. Her ne kadar ulusal ölçekte koalisyon hükûmeti kurulup kurulmayacağına dair somut bir adım henüz atılmasa da yerel işbirlikleri dikkat çekiyor. 

Avusturya’nın siyasi pozisyonunun AB içerisindeki etkileri

Avrupa Birliği’nin Avusturya’da yönetime gelecek bir aşırı sağ iktidara kredi açması beklenmiyor. 2000 yılında yine Avusturya'ya yaptırım uygulamış, 2017 yılında da Polonya'ya karşı 7’nci Madde sürecini başlatmıştı. Avrupa Birliği demokratik değerleri ihlâl ettiği gerekçesiyle bu maddeyi kullanabiliyor. 7’nci Madde’nin uygulanması ilgili ülkenin Avrupa Birliği Konseyi'nde oy hakkının askıya alınması anlamına geliyor.

Avrupa Birliği Konseyi'nin 7’nci Maddeyi işletmesi için ise oybirliği gerekiyor. 7’nci Madde’nin işletilmesi ve yaptırım uygulanmasıyla ilgili izlenecek 5 aşama var. 7’nci Madde’nin işletilmesi için yaptırım kararı almak. Üye devletlerin ulusal çıkarlarının temsil edildiği organ olan Avrupa Birliği Konseyi tarafından ilgili ülkeye önerilerde bulunmak. Eğer ilgili ülke önerileri uygulamayı kabul etmezse, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu ilgili ülkeyi yeniden Avrupa Birliği Konseyi'ne yönlendirecek. Oyların üçte ikisi gerekecek. Dördüncü aşamada Avrupa Birliği Konseyi'nin 7’nci maddeyi işletmesi için oy birliği gerekecek. Beşinci ve son aşamada ise ilgili ülkenin AB'deki oy hakkının askıya alınması kararı için nitelikli çoğunluk gerekiyor.

Ancak Avrupa Birliği içerisindeki sağ iktidarların varlığı, Birliğin Avusturya’ya karşı herhangi bir karar almasını veya yaptırım uygulayabilmesini oldukça zorlaştırıyor. Ayrıca Trump’ın Beyaz Saray’daki koltuğuna oturmasının ardından Avrupa’ya uygulayacağı gümrük vergileri tarifleri ve askeri konulardaki olası agresif politikaları düşünüldüğünde, AB’nin kendi içerisindeki parçalı yapıyı ne kadar zorlayacağı merak konusu.

Günümüze kadar Özgürlük Partisi’nin Rusya'ya yakınlığıyla ilgili tartışmalar yaşandı. Ancak Şansölye olması beklenen Kickl bu tartışmaların dışında kaldı. Kickl, Ukrayna'ya verilen desteğe ve Rusya'ya yönelik yaptırımlara alenen karşı çıksa da hiçbir zaman partisinin Rusya'ya yakın çekirdek grubunda yer almadı. Hatta 2019 yılında partinin adının karıştığı bir Rus oligark skandalı, Kickl’ın siyasi kariyerinde yükselmesine oldukça yardım etmişti. Partiye girdiği ilk günden bu yana özellikle İslâm karşıtı sloganlarla da gündeme gelen Kickl, aynı zamanda sıkı bir göç karşıtı olarak da öne çıkıyor. 

Donald Trump veya Vladimir Putin Avrupa Birliği’ni yok edemeyebilir, ancak savaş sonrası dünya düzenindeki çözülmeyi hızlandırabilirler. Bu çözülmenin ardından, Avrupa’yı İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yönetmeye başlayan ve günümüze kadar da kesintisiz olarak yönetebilen merkezci elitlerin iktidarının sonlanması da hiç olmadığı kadar olası.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

ETİKETLER: , , ,
Bunu Paylaşın