Deniz Kurmay Yarbay (E) Özhan Bakkalbaşıoğlu, Türkiye’nin dış politikasında yaşadığı sıkıntılara yer verdiği makalesinde çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor: Ulusal menfaatlerimizi korumak denizlerde başlamaktadır, o halde önceliğimiz denizlerle ilgili sorunlarımızı çözmektir
Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında henüz silah arkadaşlarının bile düşünemediği bir plan dâhilinde bağımsızlığa giden yolun stratejisini çizmişti.
Öncelikli olarak yapmak istediğini Amasya Tamimi ile açıkladı. Bunun neticesinde iç barış ve birleşmenin nasıl yapılacağını Erzurum ve Sivas Kongreleri ile karara bağladı. 1920’de Misak-ı Milli tanımlandı. Hukuki zemin sağlamak ve meşrulaşmak için TBMM kuruldu. İller arasında otorite sağlandı ve 1919’dan başlayarak iç isyanlar 1921’e kadar uğraşılarak bastırıldı. Böylelikle iç cephe, siyasi ve askeri harekât ile büyük ölçüde sorun olmaktan çıkarıldı. Batı Cephesi’nde, Yunan kuvvetleri milis kuvvetleri ile oyalayarak Anadolu’nun iç kısımlarına doğru ilerlemesine olanak sağlandı. Bunda amaç hem Yunan kuvvetlerini ana ikmal merkezlerinden uzaklaştırmak hem de Doğu Cephesi’ni emniyete almak için ordunun bu yönde kullanılmasını sağlamaktı. Sonuçta 3 Aralık 1920’de Gümrü Anlaşması ile doğu sınırlarımız emniyete alındı. Tüm doğudaki kuvvetler batı cephesine çekildi. Düzenli ordu kurmak için ihanetlere rağmen (Çerkez Ethem ve Koçgiri İsyanı) ordumuzun teşkilatlanmasını tamamlamak için seferberlik başlatıldı ve büyük firarlar olmasına rağmen 1’inci ve 2’nci İnönü Muharebelerinde Yunan kuvvetlerine karşı sert direnme gösterildi. Artık Türkiye iki cepheli askeri harekâtını tek cepheye düşürmüştü. Güney doğuda da Fransızlarla Ankara Anlaşması ve İtalya’nın sessiz kalması ile doğu, güney ve güney doğu siyasi ve askeri cepheleri düzene girince tek siyasi ve askeri cephede İngiltere ve piyonu Yunanistan ile baş başa kalınmıştır.
Başarının bir sırrı da budur. Siyasi ve askeri cepheleri en aza indirmek ve düşmanı lojistik ağından uzaklaştırarak Anadolu’nun içlerine çekmektir.
Bu girişi, dönemin zorluklarına rağmen Türkiye’nin nasıl bir strateji izlediğini göstermek için genel hatları ile yaptım.
Genel olarak 2000’li yıllara kadar Yunanistan hariç komşuları ile büyük boyutta sorunları olmayan Türkiye’nin, günümüzde sorunları olmayan komşusu olmadığı gibi çevre ülkelerle de büyük boyutlu problemleri vardır. Ülkeler ile olan sorunlarımızın bazılarının çözümü olduğu halde yıllarca kısır bir döngü içinde kalmıştır. Bir devletin dış siyasette en kötü durumu tek kalmasıdır. Üstelik bölgenin jeopolitik durumu göz önüne alındığında ABD ve Rusya gibi iki güç ile ilişkilerin sağlıklı gitmemesi de ayrı bir sorundur. Yunanistan’ın geleneksel ikiyüzlü yamanma ve yalanlarla dolu siyaseti ile bugün Fransa başta olmak üzere AB ve ABD karşımızdadır. Hatta Rusya’da bile Dışişleri Bakanı Lavros, 12 milin Ege’de olabilirliğini ifade etmektedir. Üstelik dış politika sorunlarımızda çözümlere karşı duran bu ülkelere yapılan askeri anlaşma ve yardımlar da söz konusudur. Bu da sorunlarımız olan ülkelere daha aktif dış siyaset sahasını açarak politik manevra esnekliği sağlamaktadır. Fazla detaya girmeden bölgedeki siyasi ve askeri hareketliğe bakalım. Fransa, Yunanistan’a askeri araç ve gereç vermektedir. Libya ile sonucu tam oluşmamış ve siyasi destek almadan oluşan yakınlaşma Mısır, Fransa ve Rusya ile olan politikalarımızı farklı boyutlara getirmiştir. Fransa ve Mısır Libya’da iki tarafla görüşmeler yaparken Türkiye sadece Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile kısır döngüde kalmaktadır. Hafter rejimi aldığı destekle Vatiyye Hava Üssü’nden Türkleri çıkaracağız diyebilmektedir. Din ağırlıklı siyaset güden Suudi Arabistan ve BAE, Türkiye’ye karşı politikalar yürütmektedir. Bir yerde Müslümanların kardeş olduğu varsayılan bir ortamda, bir Hristiyan devleti olan Yunanistan’ının hava üslerini kullanarak Ege Denizi’nde uçuşlar yapması nasıl yorumlanabilir? Keza İsrail’in ilişkilerin bozulması nedeniyle uçuş eğitimlerini Yunanistan’a kaydırması ve 20 yıllık askeri yardım anlaşması yapması da Doğu Akdeniz’de manevra alanımızı kısıtlama hareketleridir. Irak’la 1987’den beri süren PKK sorunu, Suriye ile de ne olacağı belli olan ama olmayacakmış gibi davranılan siyasi bir uğraş verilmektedir. ABD tarafından adım adım PYD devleti kurulmuş bir de bu sorun eklenmiştir. Rusya, üslerini artırmakta Suriye’deki Hmeymim Hava Üssü’nde avcı ve bombardıman uçakları için pisti uzatma çalışmaları yapmaktadır. Türkiye, Doğu Akdeniz’e yerleşmesini güçlendiriyor ama güney sınırımız terör örgütleri ile doludur. İran da yakın gelecekte bir Azeri ayaklanması beklenebilir. İsrail’in Karabağ savaşında Azerbaycan’a yaptığı askeri destek, Rusya’nın sessizliği, ABD’nin Basra Körfezi’ne kuvvet yığması ve İran’daki Azeri halkın seslerini yükseltmesi yeni oluşumların habercisi olabilir. İran’la siyasi ilişkilerimiz inişli çıkışlıdır. Kıbrıs ayrı bir sorun, dış siyasi cephede komşularımız haricinde AB, ABD ve Rusya ile sorunlar, siyasi harekât alanımızı jeopolitik avantajımıza rağmen daraltmaktadır.
‘Coğrafyayı ülke çıkarları adına kullanmak için haritaya iyi bakmalıyız’
İç cephe de karışıktır. Milli birlik ve beraberlikte yaşanan sıkıntılar, toplumsal huzursuzluk, ekonomik sıkıntılar ve PKK terör örgütü ile yıllarca bitmeyen ve büyük ekonomik kayıplar yaratan bu durum yapılan iç güvenlik harekâtları ile bitirilememiştir. İç cephemizde barış sağlanmamıştır. Bu da dış siyasetimizde olumsuz etki yaratmaktadır. İç barışı sağlamadan, komşularımız ve çevre ülkelerle siyasi sorunlarımızı askeri harekâtlar ve/veya anlaşmalar ile çözüme gidilmektedir. Askeri harekâtların farklı tarzlarda olması lojistik ve mali yönden bir hayli zorlamaya neden olmaktadır. Kanımca bize taraf ülkelerin de istedikleri, çok cepheli bir sahada bizi politik ve askeri harekâta zorlamaktı. Bu karmaşık duruma bakalım.
Suriye ile olan sorunları çözerken ABD, Rusya ve bazı Arap ülkeleri işin içine girerken, Libya’da Fransa ve İtalya sürece dâhil olmakta, Yunanistan cephesindeyse AB ile birlikte tüm ülkeler karşımıza çıkmaktadır. O zaman dış siyaset çözüm sağlamadan sürüncemede kalmakta, bazen de kamuoyunu tatmin için bu farklılıklar sunulmaktadır. Cepheleri daraltırken bazı tavizler ve/veya bazı bölgelerden çekilmemiz söz konusu olabilir. Ülkemizin menfaatleri ön plana alınarak bu bir ölçüde sağlanmalıdır. Dış cepheleri aza indirmemizin gereğine inanıyorum.
Yukarıda kısmen özetlemeye çalıştığım durumda, Asya ve Atlantik güçlerinin birbirleri ile mücadelesinde kesişen bölge Türkiye’dir. Bölgesel bir güç olan Türkiye’ye ihtiyaçları vardır. Türkiye jeopolitik durumunu iyi değerlendirmelidir. Siyasi ve askeri gücünü bu kadar geniş ve çok cepheli bir yerde kullanma konusunda orta vadede süratli bir değişkenlik gösteren bu coğrafyada çıkacak sonuçları öngörü yaparak çok iyi değerlendirmelidir. Bir dış siyasetin menfaatlerimiz doğrultusunda gelişmesi için Türkiye’nin radikal tercihlere gitmesi bir başka deyişle hangi tarafta olacağını hem NATO üyesi olarak, hem AB kapısında beklemede hem de ABD ile stratejik ortaklıkta iyi belirlemesi gerekmektedir.
Bunun yanı sıra Rusya ile askeri ve siyasi işbirliğinde, Rusya’nın sakıncalı komşusu Ukrayna ile askeri işbirliği ve Kırım politikası, Orta Doğu’nun vazgeçilmez oyun kurucusu İsrail ile sorunlar, Arap dünyası ile parçalanmış bir politika ve Mısır yetmezmiş gibi şimdilik Fransa, Almanya ve Kıbrıs. Görüldüğü gibi bu kadar değişik katmanlı ve farklı aktörlerle yapılan ve sonuca gidilmesi düşünen bir dış politikamız var. Nereyi çözmeye kalkışsanız diğer sorunlar karşınıza çıkıyor.
Türkiye’nin ağırlıklı olarak tek dış siyaset cephesi varken son dönemde cephe sayısı artmıştır. Türkiye’nin belirttiğim gibi asgari kazanç ve kayıpla bu cephe sayısını azaltması gereklidir. Bu dış cepheleri korumak ve caydırıcılık için güçlü ekonomiye ve orduya / donanmaya ihtiyacınız vardır. Silahlı kuvvetleriniz güçlü bile olsa ekonomik ve lojistik desteği sağlayamadığınız takdirde söyledikleriniz lafta kalır ve caydırıcılığınızı kaybedebilirsiniz.
Sonuç olarak bölgede güvenilir bir menfaat dostluğu ve ortak menfaatlere dayalı bir müttefik bulmadan bu bölgede farklı sistem ve taraflardaki ülkeler ile dış politikanızı bu kadar cepheli olarak yürütmenin sıkıntılarını yaşarız ve yaşamaktayız.
Bağımsızlık savaşımızın başlangıcındaki strateji, cepheleri azaltmak ve esas menfaatimiz olduğu cephede sıklet merkezi yaratarak sonuca gitmekti. Bu stratejimizi jeopolitik konumumuzdaki avantajlar ile birlikte kullanmamızın gerekli olduğunu değerlendiriyorum. Öncelikli cephemiz Yunanistan ve Kıbrıs’tır. Çünkü bu bölge bizim hayat alanımızdır. Anadolu’ya sıkıştırılmış bir Türkiye yok olmaya mahkûm edilir.
Türkiye artık bölgede seçimini yapmak zorundadır. Anadolu köprüsünün bekçiliği ile devam mı yoksa bölgesel güç olmak için ulusal menfaatlerimize ulaşacak stratejik yeni bir müttefik ile yola devam mı? Bu soruyu çözmemiz gereklidir.
Tek başımıza bu sorunların altından kalkmaya çalışmamız ülke kaynaklarını zorlayacağı gibi, istediğimiz sonuçları almamızı da zorlayacaktır. Dış politikadaki hamlelerde hep geç kalıyoruz. Örneğin, GKRY bile 2003 yılında Mısır ile, 2007 yılında Lübnan ile ve 2010 yılında İsrail ile MEB anlaşması yapıyor. Türkiye 2020’de Libya ile yapabiliyor. Şimdi diyoruz ki biz de Mısır, İsrail, Lübnan, Filistin ve hatta Suriye ile MEB anlaşması yapalım. Önemli olan menfaatlerimiz, anlık bozuşmalarımız değil. Bunu yapmazsak mevcut sorunlarımıza bir sorun daha ekleneceğini unutmayalım. Sorunları biraz da GKRY ve Yunanistan alsın. Bakıyoruz Doğu Akdeniz’de kıyısı olmayan Yunanistan bizimle görüşmeye kalkıyor. Önce şunu iyice bilmemiz gerekli; ulusal menfaatlerimizi korumak denizlerde başlamaktadır, o halde önceliğimiz denizlerle ilgili sorunlarımızı çözmektir. Bunu çözdüğünüz zaman Doğu Akdeniz’de hükümran bir güç olabiliriz. Bu da bizim Doğu Akdeniz ülkeleri ile işbirliğine gitmemize neden olacaktır, çünkü bu bölgede buraya sahildar ülkelerin hakları vardır. Bölge, yapılacak MEB sınırları ile hakça paylaşılır. Emperyalist güçlerin hakları olmayan bu bölgedeki paylaşım hırsları dizginlenir.
Atatürk, Lozan sonrası kalan anlaşmazlıklara dünya siyasetinin gidişini takip ederek kritik zamanda el atmıştır. Hatay meselesi buna bir örnektir.
O halde, dünya siyasetini kişisel değil ulusal menfaatler çerçevesinde takip etmemiz için olabilecek durumları bir satranç hamleleri gibi iyi hesaplamamız gerekir. Yoksa 1980 yılında Milli Güvenlik Konsey Başkanı Kenan Evren’in söze güvenmesi gibi bir dış siyaset olmaz. Yunanistan’ı kendi ayağı ile taviz vermeye hazırken söze güvenerek yapılan bu hareket bu gün elimizdeki kozları kullanmamızı zorlaştırmıştır. Biz veto edecekken bu sefer Yunanistan’ının veto kartları GKRY ile ikiye çıkmıştır. Tekrar ifade ediyorum, karşılıklı menfaatlere dayalı müttefikimizi yeniden seçmek zorundayız. Dünyada hiçbir ülke birbirinin dostu ve kardeşi değildir. Aksi takdirde sorunlara sorunlar ekleyerek coğrafyamızı başkalarının kullanmasına göz yumarız.
Coğrafyanın bize verdiği jeopolitik avantajımızı iyi kullanırsak bu bize yeter. Umarım 2021 yılı Türkiye için bir yeni başlangıç olsun.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.