“Efendiler, komutanlar, askerliğin görev ve gereklerini düşünür ve uygularken beyinlerini siyasi görüşlerin etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar. Siyasetin gereklerini düşünen başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Genel olarak tanımlamaya gidildiğinde; askerler harp sanatı konusunda eğitim alarak bunu barış zamanında geliştiren, gerektiğinde istenilen yer ve zamanda uygulamakla mükellef kişilerdir.
İlk bakışta böyle görülse de askerlere ve Atatürkçülük anlayışına karşı büyük bir paranoya yaşayan siyasal İslâm için farklı manalar da taşımaktadır. Öyle ki kelimelerden, terimlerden rahatsız olunup buna göre kanunları düzenlemeye dahi gidildi.
2013 yılına gelindiğinde İç Hizmet Kanunu’nun 2’nci Maddesi “Askerlik Türk vatanını, istiklâl ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir” ifadesi, ”Askerlik harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir” şeklinde değiştirildi.
Bu değişikliğin endişe verici olduğu açıktır. ”Askerlik harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti”. Niçin? Sokakta çelik çomak oynamak için mi? Futbol maçlarında karşı takım taraftarlarına karşı daha çok mukavemet gösterip çıkacak gerginlikte başarılı olabilmek için mi? Uluslararası askerî birlikler arasında yapılacak yarışmalarda başarılı olmak için mi, yoksa NATO’nun beceremediği işlerde arkasını ve asker açığını kapatmak için mi? Niçin?
Tabii ki iktidarın o zaman bünyesinde bulunan tarikat, cemaat sapıklığı güdümündeki bazı milletvekillerinin ve belki de Fetöcü (her ne kadar Fetönün siyasi kanadı diye bir şey olmamasına rağmen! Çünkü olmuş olsa şimdiye kadar ortaya çıkarılırdı!) bir grubun planı ve çalışmasıyla bazılarını çok rahatsız eden şu kısım Kanun’dan çıkarıldı. “Türk vatanını, istiklâl ve cumhuriyetini korumak için”. Rahatsız edici bir ifade olabilir mi? Peki kimler için olabilir? Olsa olsa Fetöcü hainler, emperyalistlerin oyuncağı olmuş bölücü hainler, “Türk” kelimesinden rahatsız olan arapperest yobaz hainler için.
Bahane neydi peki? Bahaneleri her zaman olduğu gibi; “askerî vesayet” ve “darbe”. Bu iki sihirli argüman her kapıyı açıyor, her türlü değişikliği yapmaya imkân sağlıyordu. Bu zihniyete göre “Türk vatanını, istiklâl ve cumhuriyetini korumak için” ibaresi darbelere sebep oluyordu.
Siyasal İslâm bununla yetinecek değildi tabii ki… Darbelere kanuni imkân sağlayan bir başka madde olan 35’inci Madde’yi de değiştirmek şarttı! Ve hemen ona da el atıldı ve “Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tâyin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.” şeklinde iken, 13 Temmuz 2013’te Madde 35’ten ”Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak” ifadesi çıkarılarak, daha uzun bir tanıma yer verildi. Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi de sadece “yurt dışından gelecek tehditleri” kapsayacak şekilde tanımlandı.
“Silahlı kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.”
Böylece TSK’nın siyaset ile olan ilişkisini kesmiş oldular!
Bundan sonrası daha çok kişisel tasarrufların seyri ile oldu denebilir. Örneğin; Hulusi Akar’ın Genel Kurmay Başkanıyken bazı isimleri ziyaret etmesi bu yönde tavrını net göstermesi siyaset dışı kabul edilebilir mi? Geçmişte Cumhuriyetin temel değerleri ve Atatürkçülük üzerine TSK görüş beyan ettiğinde siyaset oluyordu da birileri TSK’nın ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurucusu ebedi Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e söylemediğini bırakmayan kişilere karşı muhabbetle yaklaşıp ziyaretler yapınca siyaset olmuyor muydu? Mesela irtica için askerler fikir beyan edince siyasi oluyordu da irticacı Hizbullahçılar ile fotoğraf verince siyasi olunmuyor mu?
Birileri diyebilir ki “aynı karede Sayın Cumhurbaşkanı da var dolayısıyla ordunun Başkomutanı bu nedenle Kuvvet Komutanlarının Hizbullahçı bir partinin lideri ile yan yana durması (bundan komutanların büyük rahatsızlık duyduğundan eminim) çok da yadırganmamalıdır.” Bu fikren muhakeme edildiğinde mantıktan yoksun temelsiz bir yaklaşımdır. Aynı karede olunan ve fotoğraftan görüldüğü üzere yan yana durulan kişi siyasi bir kişiliktir ve Anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesini hedefleyen konuşmaları mevcuttur. Kamuoyunda ve sosyal medyada tepkiyle karşılanmıştır.
Diğer açıdan yaklaşıldığında ise Sayın Cumhurbaşkanı dünyada eşi benzeri olmayan bir yapı içerisinde partili bir cumhurbaşkanıdır. Kendisinin zaman zaman uymayı kabul etmediği veya uymayanları desteklediği Anayasa’da belirtildiği şekilde de ordunun başkomutanıdır. Bu madde 1924 Anayasası’ndan beri bütün Anayasalarda yer alan ve herkesin devlet başkanına hürmet ve saygı göstermesini sağlamak, devlet başkanının devletin başı olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden bir makam olduğu, partiler üstü bir saygıyı hakkettiği için koyulmuş çok doğru bir uygulamadır. Eski parlamenter hükûmet sistemlerinde cumhurbaşkanları sembolik denecek kadar az yetkiye sahip olduklarında dahi bu madde ve uygulama vardı. Cumhurbaşkanı makamları saygıdeğerdir ve devleti temsil eden en önemli makamlardır. Cumhurbaşkanı devletin Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını herkesten çok düşünmesi gereken kişidir. Askerlerin siyasi ortamlarda bulunmasının önüne geçilmeli, siyasi bir tarafmış gibi gösteren görüntülerden uzak tutulmalı ve koruyucu bir tavır sergilenmesi gerekirken Cumhur İttifakı’nın ortasına askerler koyulmamalıdır.
22 yıl geçti. Artık Sayın Erdoğan devlet adamlığı ve devletin kurumları hakkında yeterince bilgi ve görgü sahibi olmuştur. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları düz bir bürokrat veya düz bir devlet memuru değildir. Bu milletin gözbebeği bir ordu birilerinin siyasi emelleri için itibar kaybedemez. Muhalefet de bu siyasi iklim içinde daha yapıcı ve yol gösterici telkinlerde bulunup bütün suçu askerlerin üzerine yıkan tavırlardan kaçınmalıdır.
Teğmenlerin mezuniyet sonrası sevinç içinde ordunun ve Cumhuriyetin banisi (Sayın Erdoğan’ın deyimidir) Mustafa Kemal Atatürk’ü anmaları ve O’nun yolunda gideceklerini göstermek için “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diyerek geleneksel biçimde kılıçlarını kaldırmalarını siyasi bulmak fakat kuvvet komutanlarının (büyük ihtimalle istemedikleri halde) HÜDA-PAR lideri ile aynı fotoğraf karesinde bulunmasını normal karşılamak ancak siyasal İslam’ın riyakârlığı ile açıklanabilir.
Milat’tan Önce 209 yılında kurulmuş, geleneklerinin bir kısmını günümüze kadar taşımış bir ordudan bahsederken her zaman ölçülü ve dikkatli olunmalıdır. Özellikle cumhurbaşkanı makamında olan bir kişi sanki birlikleri sevk ve idare edebilecekmiş gibi sürekli “başkomutan benim” vurgusu yapmamalı gözbebeğimiz orduya sahip çıkıp yıpranmaması ve siyaset dışı kalması için hassasiyet göstermelidir. Tecrübeli komutanlar bilirler ki, “Komutanlar astlarını korurlar”. Ve Ebedi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün 1914 yılında bizzat kaleme aldığı Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal kitabındaki şu sözleri iyi anlaşılmalıdır.
“Askerlerimizin ruhuna hitap edip onları kazanmak bizim görevimiz olduğu gibi, öncelikle onlarda bir ruh, bir emel, bir karakter yaratmak da Allah’tan ve Medine-i Münevvere’de yatan Cenab-ı Peygamber’den sonra bizim görevimizdir.”
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.