Aman sonu benzemesin!

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Oysa geometrimiz zayıfsa da istatistikten geçer not almaya alışkın bir dünyada yaşıyoruz diye huzurluyduk. Ama işte çeyrek çeyrek açıklanan büyüme hızları, beş yıllık kalkınma planları, denk bütçe rakamları, kur farkı, işlem hacmi diye diye onlarca karmaşık iktisadi veri içinde yolunu bulmaya alışkın dünyamız bir krizle altüst oldu. Üstelik birçok uzmana göre, beklenmedik bir kriz de değildi bu. Kimi o pek güvendiğimiz rakamların diliyle söylüyordu bunu, kimi teorik bir analizle. Ama nafile, duyuramadılar seslerini. Halbuki pek tecrübesiz de sayılmayız kriz konusunda. Hem ulusal düzeyde hem küresel ölçekte hemen her ülkenin bir tanışıklığı var krizle. Özellikle unutulmayanı ise krize buhran dendiği zamanlarda, 1929’da yaşananlar…
1929 Buhranı ile bugün yaşadığımız kriz arasında benzerlikler arıyor birçok ekonomist, ki haksız da değiller bu reflekslerinde, her ikisinin de ulusal etkilerin ötesine geçip tüm dünyayı etkilediği düşünülürse…

Benzerlikler ve farklar
Öncelikle iki krizin de ortaya çıkışı benzer nedenlere dayanıyor. İktisatçıların çoğu bankaların yapılanmasındaki bozuklukları ve denetim sistemine dair problemleri işaret ediyor bu noktada. 1920’lerde günde dört tane banka açılıyordu ABD’de ve anlaşılacağı gibi, o sıralar bir banka açabilmenin kıstasları sermaye yapısında, kredilerde ve başka konularda pek de yerine getirilmesi zor koşullar içermiyordu. Bu denetimsizlik içinde verilen krediler geriye ödenemeyince önce emlak piyasasında deprem başladı, onu hisse senetlerindeki değer kaybı takip etti. Bir ay dolmadan, 24 Ekim’de New York Borsası dibe vurdu. Borsa batarken ABD’deki dört bin bankayı da beraberinde götürdü, işsiz kalan insanların sayısı milyonları buldu. Tanıdık geliyor değil mi, iktisat tarihi bilmeye gerek yok; ancak iki kriz arasındaki farklar da yine burada gösteriyor kendini. 1929’da ABD hükümeti o zaman, piyasaya müdahale etmemek için beklemiş, harekete geçmeye karar verdiğinde ise çok geç olmuştu. Günümüzde ise ülke içindeki siyasi mekanizmalarda bir dirençle karşılaşsa da acısını içine gömerek piyasa ekonomisinin kurallarını çiğneyip hemen müdahale etti.
Bir başka fark daha var. 1929’dan sonra ABD’de harcamalar, talep ve tabii üretim de düştü. Mesela, tekstil sektörünün üretimi 1932 yılında üç yıl öncesinin yüzde 54’ü kadardı ve işsizlerin sayısı 15 milyonu bulmuştu. İşsizliği azaltabilmek için ulusal sanayileri korumak gerektiğini düşünüyordu ABD ve bu nedenle gümrük duvarlarını yükselten bir yasa çıkardı. Fitil ateşlenmişti… I. Dünya Savaşı sonrası ABD’den kredi alarak kendini toparlamaya çalışan Avrupa’nın para kaynağı kuruyunca Avrupa da kurudu. ABD’ye borçlu İngiltere ve Almanya bir anda kendini krizin içinde buldu. Aynı yıl, 1932’de Almanya’daki işsizlerin sayısı altı milyondu ve bu rakam toplam işgücünün yüzde 25’ini oluşturuyordu. Avrupa da gümrük vergileri koymak zorunda kaldı, ithalata kota getirdi. Böylece dünya ticareti yarı yarıya düştü, ne ABD’deki sanayiciler ne de Avrupalılar birbirlerine mal satabildiler, üstelik ülke içinde de mallarını alabilecek güçte kimse kalmamıştı.
İki dönem arasındaki somut farklardan biri de burada belirginleşiyor zaten. 1929 Buhranı’nı aşmak için yoğun bir istihdamı artırma çabasının olduğu görülüyor. O kadar ki bir kişilik bir iş için dört beş kişinin çalıştırıldığı geçmiş, o dönemin kayıtlarına. Bugün ise, günümüzün teknolojisiyle üretim yapılırken böyle bir politikadan bahsetmek sistemi hiç bilmemek anlamına geliyor herhalde.
O dönem bir başka kurtuluş yolu da tüketimi artırmak olarak gösterilmiş ve bu yönde politikalar uygulanmıştı. Bugün ise, işsizler ordusu her gün büyürken ve farklı sektörlerden birçok büyük firma, çalışanların maaşlarında kesintiye giderken tüketimin artmasını beklemek pek akıllıca görünmüyor.

1929 buhranıyla 2008 krizinin çıkış nedenleri ve etkilediği alan (tüm dünya) neredeyse aynı. Bu yüzden 1929 Buhranı’nın sonrasında gelen yıllarda aşırı milliyetçiliğin yükselişini ve krizden çıkışın savaş ekonomisiyle sağlandığını hatırlayınca haklı olarak korkuyoruz. Umarız “savaş” sözcüğünü iki kriz arasındaki “benzerlikler” değil de “farklılıklar” hanesine yazma şansını yaratabiliriz. Çok eskiden söylendiği gibi: Böyle yazılsın, böyle olsun!

AB üyeliği askıda, Avrupalı turist kruvaziyerde
Krizler arasında uzmanların dikkati çektiği bir diğer fark da 2008 krizinin sadece şirketler değil, devletler üzerinde de yıkıcı etkileri olması. Macaristan’ın ve kredi mağduru İzlanda’nın hali ortada… Aslında ortada olan sadece bu devletlerin durumu değil. Avrupa’nın soğukkanlı liderlerinin saklayamadıkları endişeleriyle birlikte açıkladıkları gibi bir dizi tedbir alındı alınmasına ama her ülke, her toplum bu krizden payına düşeni alacak maalesef.
Kimin payına ne düşeceği ise belli değil. Yine de tahmin yapmak mümkün. Mesela, petrol fiyatlarının birkaç yıl daha düşeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Hatta Kazakistan Ekonomi Bakanlığı yaptığı hesaplamalara dayanarak 2009’un rakamını açıkladı bile: 25 dolar. Hesap hatası var mı bilinmez, ama mantık hatası yok. Geçen yıl varil fiyatı 100 doların üstünde olan petrol, bu yıl 50 dolara düşmüştü, krizin desteğiyle yolu Kazakların tahminine kadar açık!
Turizmcilerimiz ise başkalarının payının bize düşmesini bekliyor. Rekabet edemediğimiz İspanya, İtalya ve Yunanistan’a giden turistlerin kriz yüzünden Türkiye’ye kayacağı beklentisi, “her şey dahil” cenneti Türkiye’nin umudu mu, yoksa gerçeği mi hep birlikte göreceğiz, ama Türkiye’nin rakiplerinden ucuz kalacağı belli. Keza kruvaziyer yoluyla gelen turistlere yönelik tahminler de farklı değil. 2008’de bu yolla gelen 320 binin üzerinde turisti ağırlayan İzmir, 2009’da rakamı 400 bine taşımak için planlar yapıyor.
Ancak dışarıya dönük umutları ile  dışarıdan gelecek haberler biraz farklı ne yazık ki. Brüksel merkezli bir düşünce kuruluşu olan ICG, Türkiye ve Avrupa ilişkileriyle ilgili yeni hazırladığı raporda, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü tam üyelik müzakerelerinin 2009’da askıya alınma ihtimalinin bulunduğunu vurguluyor.

2009’un sonunda rahatlama umudu
Her ne olursa olsun, 2009’un ilk ayları farklı olacaktır Türkiye’de. Mart ayı malum, yerel seçimler var, seçim gününe kadar krizin etkileri fazla ortaya çıkmasın diye uğraşacaktır hükümet. Senenin son ayları ise reel sektörün durgunluktan çıkmaya başlayacağı ya da bunun sinyallerinin görüleceği zamanlar. Bu tahmin, ABD ve Avrupa’da reel ekonomilerde yıl içinde düzelme eğilimi görüleceği, en az altı ay sonra bizim de onları izleyeceğimiz öngörüsüne dayanıyor.
Siyasetçisi, iktisatçısı, işvereni, beyaz ya da mavi yakalısıyla her toplum umut ediyor bu süreçte. Ama bir yandan da korkuyor, haklı olarak… Krizin uzun sürmesinden korkuyor, giderek daha yıkıcı olmasından korkuyor ama en önemlisi, krizden savaşla çıkmaktan korkuyor. 1929 Buhranı’nın sonrasında aşırı milliyetçiliğin yükselişini hatırlayanlar, krizden çıkışın savaş ekonomisiyle olduğunu da unutmadılar çünkü. Yine de iki kriz arasındaki farklılıklar hanesine yazacağız bunu. Çok eskiden söylendiği gibi: Böyle yazılsın, böyle olsun!

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com