AKLIN YOLU BİR (Mİ?)

Gökhan Esin
“Gelecek on yılda dünya ekonomisi nasıl şekillenecek?” sorusu konusunda çeşitli tahminler yapılabilir. Veriler gösteriyor ki; FDI’yi (Foreign Direct Investment) akılcı kullanan bir ekonomi, bu sorunun cevabının verilmesinde başrol oynayacak. Hem nüfus yoğunluğu hem coğrafi alanı hem de uygulamalarıyla ayrıcalıklı bir ülke olan Çin’i izlemek göz ardı edilmemeli…

11 Eylül tüm dünyada psikolojik, sosyolojik ve de savunma kavramları açısından bir milat oldu ise; “2008 Küresel Finans Krizi” de dünya ekonomisi açısından benzer etkileşimi yaptı.  Bunu hatırlatmamın nedeni, beni izleyenlerin bu krizden sıklıkla söz etmemden sıkılmış olabilecekleri düşüncesidir. Ancak, tarihe karşı biraz ilgi duyan herkesin; hangi alanda olursa olsun bazı olayların etkilerinin çok uzun süre insanoğlunun yaşamını etkilediğini bildiklerinden eminim. İşte “2008 Dünya Krizi” de böyle bir olaydır.
“2008 Küresel Finans Krizi” öncesinde, küresel ticaretin her yıl 1,1 katsayısı ile artacağını öngören birçok danışmanlık firmasının bu hesaplamalarındaki en önemli etken GSMH oranıydı. GSMH oranı ile perakende sektörü arasındaki ilgileşim nedeni ile; deniz ticareti ve bilhassa konteyner taşımacılığına yönelik tahminlerin GSMH oranı baz alınarak yapılması da yanlış değildi. Bu kısacık hatırlatmayı yapmamın nedeni; her türlü deniz ticaretinin dünya ekonomisindeki önemine bir kez daha vurgu yapmaktır. Şimdi gelelim 2008 krizinin etkilerini hâlâ yaşamakta olan dünya ekonomisinin geleceğindeki olası gelişmelerin analizine…
En gelişmişinden en fakirine, tüm ülkeler için “Doğrudan Yabancı Yatırımları”nın, yani FDI’nin, hayati önemde olduğunu söylersem itirazı olanın çıkacağını sanmıyorum. Bu noktadan hareketle gelin bir büyük ülkeyi, Çin’i, mercek altına alalım.
1979-1999 arasındaki 20 yıl içinde Çin’e akan FDI 306 milyar dolar oldu. Bu miktarın yıllara göre dengeli bir dağılımı var mı diye incelediğimizde ilginç verilerle karşılaşıyoruz. Şöyle ki; 1979 – 1983 arasında 1,8 milyar dolar, 1984 – 1991 arasında 21,5 milyar dolar ve 1991 – 1999 arasında 282,7 milyar dolar. İlginç bir gelişim süreci… Detaylandırdığımız bu 306 milyar dolarlık toplam FDI’nin yüzde 60’ının Çinlilerce üretim sektöründe kullanıldığını hatırlatıp, sonraki yıllarda Çin’e aktarılan FDI’leri de kayda geçirelim. 2002 – 2005 arasında yaklaşık 327 milyar dolar, 2006’da 70, 2007’de 84, 2008’de 108 ve 2009’da da 96 milyar dolar. Evet, yanlış okumadınız. 30 yılda neredeyse bir trilyon dolar. Kimileri “bir trilyon doları bize verseler, biz de kalkınırdık” yanlışına düşmemeliler. Çinliler bu bir trilyon doların yaklaşık bir hesapla yüzde 50’sini üretim sektörüne yatırmışlar. Yani aklın yolu bir!…

Renminbi’yi nasıl bilirsiniz?
Biz “Yuan” diyoruz, Çinlilerin dünya ekonomisinin kurtarıcısı mı olacak yoksa tüm düzeni alt üst mü edecek olan “Renminbi”sine. 2002’de, yani üretime dönük yatırımları tamamlayan Çin’in ihracat patlamasından bu yana geçen 8 yıldır, ekonomistler renminbinin değerinin ne olacağı konusunda tahminler yürütüyor, geleceğe dönük hesaplamalar yapıyor. Neden? Renminbinin değer kazanması dünya ticaretinin yeniden şekillenmesi gibi radikal bir sonuç doğurabilir de ondan. İlk sorulacak soru renminbinin ne kadar değerleneceği olabilir. Ancak esas cevap aranması gereken olgu, 2002 – 2009 yılları arasında toplam 578 milyar dolar ihracat, 484 milyar dolar ithalat yaparak 94 milyar dolar dış ticaret fazlası oluşturan bir ülkenin döviz kurunun nasıl olup da değerlenmediği olmalı. Eldeki veriler, 2002 yılından günümüze Çin’in toplam 2,2 trilyon dolar değerinde renminbi satarak, zorlayarak da olsa renminbinin değer kazanmasını önlediğini gösteriyor. Bunun altında yatan gerçek neden, ne kadar spekülatif değerlendirme ve yorum yapılırsa yapılsın, Çin’in rekabetçi pozisyonunu koruma arzusudur.
Nisan 2010’da Çin ile ABD arasında yapılan görüşmeler sonrasında renminbi gün be gün değer kazanmaya başladı ve geçtiğimiz temmuz ayında son beş yılın en yüksek değerine ulaştı. Bu gelişmenin öncelikle AB ülkelerinin dış ticaret potansiyelini epeyce olumlu etkileyeceği yadsınamaz. Sadece bu da değildi AB ülkelerini rahatlatacak olan. Çinliler 15 Temmuz 2010’dan itibaren geçerli olmak üzere, -bazı ürünlerde- ihracata yönelik vergi indirimini de kaldırdıklarını açıkladılar. Bu açıklamayı duyan AB çelik üreticilerinin keyiflendiğini söylemek abartı olmaz sanıyorum.
“2008 Dünya Krizi”nin etkisini iyice hissettirdiği günlerde, bu krizin 2010’un ilk yarısı sonlarına doğru yavaş yavaş etkisini kaybedeceğini söylemiştim. Bu, belli verilerin analizine dayanan bir tahmindi. Buna karşılık; kriz öncesinde küresel ticaretin 1,1 çarpanı ile her yıl büyüyeceğini öngören danışman firmalar, 2010 yılı başlarındaki ticaret hacminin artışını, boşalan depoların yeniden doldurulmasına bağlayarak bunun geçici olduğunu söylemişlerdi. Onların bu söylemi piyasaları ikilemde bırakır gibi oldu ise de, günümüzde ticaretin aynı tempoda sürmesi onların yanıldığını göstermektedir.
Buraya kadar batı dünyasının oyun masasına eli çok güçlü olarak oturan Çin’den söz ettik. Peki, acaba eli giderek güçlenen başka oyuncular yok mu? Olmaz olur mu? Gelecek ay yeni oyuncuyu; “Bu masada ben de varım!” diyen Hindistan’ı mercek altına alacağım. Asya’nın bu iki devini gözden ırak tutmamakta yarar var diye düşünüyorum.

Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com