Akdeniz bizim için çok önemlidir!

MDN İstanbul

Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan
Dz. Kurmay Albay (E) M. Serter Tuçaltan, Doğu Akdeniz’de yaşanan enerji tabanlı çok boyutlu mücadeleye ilişkin, tedbirlerin bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor
Doğu Akdeniz’de enerji tabanlı olarak yaşanan egemenlik mücadelesinin temelinde deniz yetki alanı sınırlandırmasının tamamlanmamış olması yatmaktadır. Deniz yetki alanlarının uluslararası hukuka uygun biçimde, hakkaniyet çerçevesinde, ilgili tüm etkenlerin değerlendirildiği bir yöntemle sınırlandırılması gerekmektedir.
Doğu Akdeniz’de böyle bir sınırlandırmanın önündeki en önemli engel GKRY ve Yunanistan tarafından izlenen, AB tarafından da desteklenen politikalardır.GKRY ve Yunanistan’ın temel hedefi Doğu Akdeniz’i bir Rum-Yunan gölü haline getirmektir.
İkili, ortay hat prensibine dayanan sınırlandırma anlaşmaları ile Türkiye’yi çevrelemek ve küçük bir bölge ile sınırlandırmak istemekte, ayrıca Türkiye’ye karşı, kendi yarattıkları sorunların çözümüne uluslararası kurum ve kuruluşlar ile üçüncü tarafların ortak edilmesine yönelik bir politika izlemektedir.
Bu politika çerçevesinde GKRY, 2003 yılında Mısır ile ortay hat esasına göre imzaladığı sınırlandırma anlaşmasına dayanarak 2004 yılında tüm Kıbrıs Adası’nın etrafını kapsayacak şekilde MEB ilan etmiş, ardından 2007 ve 2010 yıllarında Lübnan ve İsrail ile aynı esasa dayalı sınırlandırma anlaşmaları imzalamıştır.

Egemenlikleri tartışmalı Fener Adası ve Karaada’nın hukuki statüleri gündeme taşınmalıdır

GKRY ilan ettiği MEB içinde ihdas ettiği hidrokarbon bloklarına yönelik hakları TOTAL, COGAS, ENI, EXXON, KATAROIL gibi uluslararası enerji şirketlerine vermiş ve sınırlandırma sorununa AB ile ABD’nin de taraf olmasını sağlamıştır. GKRY, hamlesine, “Londra” ve “Zürih” Anlaşmaları hilafına “Savunma İşbirliği Anlaşmaları” yaparak devam etmiştir.
Bu girişim 2012 yılından itibaren İsrail-GKRY ve Yunanistan’ın güneyimizde enerji tabanlı gibi görünen ancak askeri boyutu da bulunan stratejik bir eksen oluşturmasını sağlamış, söz konusu eksene 2014 yılından itibaren Mısır da katılmıştır.
Böylece Türkiye Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırılmış, sınırlandırma bakımından destek sağlayabilmesi güçleşmiştir.
Gelişmeler Yunanistan ile Mısır arasında bir sınırlandırma anlaşmasının imzalanması çalışmalarının sürdüğünü, bu anlaşmanın ardından GKRY ve Yunanistan arasında da ortay hat esasına dayalı bir anlaşmanın imzalanmasının planlandığını işaret etmektedir. Bu Doğu Akdeniz’deki sınırlandırmanın, sınırları Rum-Yunan tezlerine uygun şekilde gösteren Sevilla haritası çerçevesinde şekillenmesi tehlikesinin belirdiğini göstermektedir.

Çeşitli kaynaklarda ve AB Ajanslarında bu haritanın fiilen kullanıldığı dikkate alındığında, anlaşmaların uluslararası toplum nezdinde kabul göreceğini tahmin etmek güç olmayacaktır.
GKRY ve Yunanistan’ın uygulamaları karşısında Türkiye bu güne kadar siyasi olarak, itirazlarını ve görüşlerini uluslararası platformda kayıt altına aldırmış, sahada araştırma faaliyetleri icra etmiş, bağımsız olarak araştırma yapabilmek üzere araştırma gemileri tedarik etmiş, bir sondaj platformu alarak sondaj faaliyetlerinin yürütülmesine yönelik adımlar atmıştır.
Ayrıca, Deniz Kuvvetleri unsurlarıyla bölgede varlık göstermiş ve devlet uygulamaları yapmış, GKRY’nin ilan ettiği ruhsat sahalarının Türk deniz yetki alanlarıyla çakıştığı kısımlarındaki faaliyetleri engellemiş, son olarak Barbaros Hayreddin Paşa Araştırma Gemisi örneğinde olduğu üzere araştırma gemilerini himaye etmiştir.
Bunlara ilave olarak; 21 Eylül 2011 tarihinde KKTC ile karşılıklı kıyı uzunluklarını ve coğrafyanın üstünlüğünü dikkate alarak hakça çözüm sunan bir Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması imzalamıştır. Anlaşmanın ardından KKTC tarafından hidrokarbon ruhsat sahaları ilan edilmiş ve bu sahalarda TPAO tarafından araştırma faaliyetleri yürütülmüştür.
Bu faaliyetler ile Doğu Akdeniz’de mevcut durum günümüze kadar muhafaza edilmiştir.
Son dönemde ise; AB’nin Mart zirvesi sonrasında, ülkemizin Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki faaliyetlerinin “yasadışı” olarak tanımlandığı, “Kıbrıs” ve Yunanistan ile “tam dayanışma” içinde bulunulduğunun ifade edildiği, Yunanistan’ın karasularının genişliğini 12 mile çıkaracağını açıkladığı, GKRY’nin TOTAL, ENI ve EXXON’u 7 numaralı ruhsat sahasında araştırma yapmak üzere davet ettiği bir konjonktür oluşmuştur.
Gelişmeler Doğu Akdeniz’de ilave adımların atılmasını da gerekli kılmıştır.

Bu adımlar şu şekilde özetlenebilir:
Öncelikle Türkiye’nin MEB sınırlarının belirlenmesine yönelik teknik çalışmalar tamamlanmalı, KKTC ile bir MEB sınırlandırma anlaşması imzalanmalı ve MEB, GKRY örneğinde olduğu gibi bu anlaşmaya istinaden ilan edilmelidir.
Eş zamanlı olarak Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yalnızlaştırılmasına yönelik stratejinin akamete uğratılması maksadıyla Türkiye ve KKTC’nin deniz yetki alanlarında enerji kaynaklarının araştırılması ve işletilmesi konularında denge unsuru olabilecek ciddi ortaklıklar tesis edilmeli, dış politika uygulamaları aleyhimize sınırlandırma anlaşmalarının imzalanmasını önleyebilecek şekilde gözden geçirilmelidir. Bu aşamada Libya, Mısır ve Suriye’ye özel önem atfedilmelidir.
Bölgedeki doğal gaz rezervlerinin aynı zamanda anlaşmazlıkların çözümü için bir fırsat olduğu ve doğal gazın Avrupa pazarına nakli için en ekonomik rotanın Türkiye üzerinden geçtiği sıklıkla telaffuz edilmektedir. KKTC’nin tanınması, Doğu Akdeniz’de ilan edilecek MEB sınırlarımızın desteklenmesi, KKTC halkının Kıbrıs Adası güneyinden çıkarılacak doğalgaz üzerindeki haklarının teslim edilmesi Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğal gazın Avrupa pazarına Türkiye üzerinden nakli konusunda adım atılması için gerekli asgari koşullar olarak görülmelidir.
GKRY-Yunanistan’ın tezleri üzerinde menfi tesir yaratabilecek Kaş açıklarındaki egemenlikleri tartışmalı Fener Adası ve Karaada’nın hukuki statüleri gündeme taşınmalıdır.

Unutulmamalıdır, Türk askeri olmadan varılacak bir çözüm, Kıbrıs’ın tamamıyla kaybedilmesi anlamına gelir

Kıbrıs’ta en iyi ve akılcı çözüm mevcut durumun idamesi olduğundan, bu durumu idame edecek bir strateji çerçevesinde hareket edilmelidir. İki toplumlu, iki devletli bir yapıda, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü olmadan, Ada’daki Türk askeri varlığının sürdürülmesine imkân sağlamadan varılacak bir çözümün Kıbrıs’ın tamamıyla kaybedilmesi anlamına geleceği unutulmamalıdır. Muhtemel bir müzakere sürecinde ise sorunların ayrıştırılmasına müsaade edilmemeli, masada üçüncü taraflara yer verilmemelidir.

Sonuç olarak; Doğu Akdeniz’de bugün yaşanan enerji tabanlı çok boyutlu mücadelenin; Irak ve Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz irtibatlı bir Kürt devletinin kurulmak istenmesi, RF’nin bölgede etkin hale gelmesi, ABD’nin gerek RF‘nin etkinliğini azaltmak gerekse İran’a yönelik politikaları çerçevesinde attığı ve atacağı adımlar, bölgenin Çin’in “Tek Kuşak Tek Yol” projesi kapsamında oynayacağı rol gibi gerekçelerle gittikçe şiddetleneceği ve daha da karışık hale geleceği açıktır.Bu bakımdan Türkiye’ye zemin kazandırabilecek tedbirlerin bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Çünkü; Atatürk tarafından daha 1938 yılında işaret edildiği üzere “ikmal yolları” ve “Kıbrıs” yani; Akdeniz bizim için çok önemlidir!

Bunu Paylaşın