Açlık kaderimiz olmasın

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Bugün yüz milyonlarca insan aç; yakında çok daha fazlası olacak… Doğa kısa süreli hafızamızla bizi oyalayan iktidarlara saklayamayacakları şiddette cevap veriyor. Kurak topraklarda yaşanacak bir distopyaya hazır mısınız?

Yıllardır uyarısı yapılan, her fırsata kapımızı çaldığı söylenen kuraklık ve tabii yanı sıra açlık artık kapıdan geçti, ne yazık ki hayatımızın bir parçası oldu.

Geçen ay, Birleşmiş Milletler (BM) yeni yayımladığı bir raporda, dünyada yetersiz beslenen insanların sayısının 811 milyon olduğunu söylüyordu. BM’nin küresel beslenme raporuna göre, dünya nüfusunun yüzde 10’u yeterince beslenemiyor. 2019 yılıyla kıyaslanınca yetersiz beslenen insanların sayısının yüzde 1,5 oranında arttığı ortaya çıkıyor.

Raporda dünya nüfusunun üçte birinin geçen yıl gerekli olan gıdaya yeterli erişemediği anlatılıyor. Elbette araştırmacılar 2020’nin koronavirüsün hayatımızı altüst ettiği yıl olduğunun farkındalar. Ancak virüsler de yaşamın bir parçası olduğuna göre, yeryüzündeki yaşamın verilerine onları dışarıda bırakarak bakmak doğru olmaz. Dolayısıyla virüs derdinin yüzde 1,5’lik artışın dehşetini örtemediğini belirtmek gerek. Araştırmada 2030 yılına kadar sadece virüsün yarattığı kriz nedeniyle açlık çekecek insan sayısı 30 milyon olarak tespit edilmiş.

Bölgesel düzeyde bakılınca, yetersiz beslenen insanların sayısının geçen yıl en çok Afrika‘da arttığı anlaşılıyor. Afrika’da nüfusun yüzde 20’si yetersiz besleniyor: 282 milyon insan. Asya Kıtası’nda yetersiz beslenen insan sayısı yaklaşık 418 milyon kişi. Güney Amerika ve Karayipler de ise bu sayı 60 milyon.

BM’nin raporunda öne çıkan verilerin bazıları şöyle: Beş yaş altı 150 milyon çocuk yetersiz beslenme nedeniyle yeterli bedensel gelişim gösteremedi. Gıda güvenliği bakımından tehdit altındaki kadınların sayısı erkeklere oranla daha yüksek. Yaklaşık üç milyar insanın sağlıklı gıdaya yeterli erişimi yok ve bunun en önemli nedeni pahalılık.

Yine temmuz ayında yayımlanan uluslararası düşünce kuruluşu Oxfam’a ait bir raporda da iklim krizi ve salgınının küresel gıda fiyatlarında yüzde 40’lık bir artışa neden olduğu anlatılıyordu.

Oxfam’ın yaptığı açıklama acı bir gerçeğin de duyurusuydu aslında: Dünya genelinde her bir dakikada 11 kişinin açlık nedeniyle hayatını kaybettiğini bildirdi kuruluş. Koronavirüsün neden olduğu Covid-19’un dakikada ortalama yedi kişinin ölümüne neden olduğu düşünülürse durumun ne denli kötü olduğu daha rahat anlaşılabilir.

Silah, açlık ve insan
Oxfam’ın hazırladığı raporda, çatışma bölgelerinde yaşayan yaklaşık 100 milyon kişinin açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtilirken Birleşmiş Milletler’in harekete geçmesinin gerekliliğine dikkat çekildi. Hükümetlere de çatışma bölgelerinde insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması için işbirliği yapma çağrısı yapıldı.

Son derece üzücü ve çarpıcı bir veri de küresel düzeyde yaşanan salgının başından beri dünyada askeri harcamaların 51 milyon dolar artmış olması. Bu rakamın BM’nin açlıkla mücadelede ihtiyaç duyduğu miktardan en az altı kat daha fazla olduğu belirtiliyor.

Ne acıdır ki Etiyopya, Güney Sudan, Suriye ve Yemen gibi ülkelerdeki savaşlarda insani yardımların sivillere ulaşması ve insanların yiyeceklerini üretmeleri engelleniyor, kısacası açlık bir silah olarak kullanılıyor.

Distopyaya koşar adım
Gıda ve beslenme sorunu yeni değil kuşkusuz. Küresel düzeyde iklim hedeflerinin tutturulamamasının insanlar ve ekolojik sistemler üzerinde geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabileceği kim bilir ne zamandır söyleniyor. En son, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin geçen haziran ayında yayımlanan taslak raporunda da bir kez daha vurgulanmıştı. Paris İklim Anlaşması’nın öngördüğü küresel sıcaklığın 1,5 derece hedefinin yakalanamamasının ısı dalgalarının artmasına, açlık sorununun büyümesine, daha fazla kıyı bölgesinin sular altında kalmasına, canlı türlerinin yok olmasına yol açacağı anlatılmıştı. Giderek daha fazla insanın açlık sorunuyla karşı karşıya kalacağının söylendiği raporda, açlık riskinin sera gazı emisyonlarındaki gelişmelerle yakından ilişkili olduğu bir kez daha vurgulandı. Bir distopyada yaşamak zorunda kalacağımıza dikkat çekildi. Küresel ısınmaya bağlı olarak ekosistemlerin çöküşü, su kıtlığı, kuraklık, gıda yokluğu, açlık, vs…

İklim değişikliğinin son 30 yılda, Afrika ve Güney Amerika başta olmak üzere, dünya genelindeki ekin hasadını yüzde 4 ila 10 oranında azalttığı düşünülürse nasıl bir sona doğru gitmekte olduğumuzu kavramak kolaylaşabilir. 2050 yılına kadar, 1,5 derecelik bir küresel ısınma halinde dahi toplu yaşam alanlarındaki 350 milyon insan şiddetli kuraklık nedeniyle su kıtlığıyla boğuşacak. İki derecelik bir ısınma halinde ise bu sayı 410 milyona çıkabilir.

“En kötüsü henüz gelmedi”
Türkiye de kuraklığın etkilerini yakından hissedecek ülkeler arasında. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yağış ve sıcaklık analizi raporlarına göre, bu yılın mayıs ayı son 50 yılın en sıcak mayıs ayı idi. Yağışlar da mevsim normaline göre yüzde 56, geçen yılın mayıs ayı yağışlarına göre yüzde 66 azaldı. Meteorolojinin son iki yıllık kuraklık haritalarına bakılırsa, Türkiye’nin büyük bir bölümü “olağanüstü kurak, çok şiddetli kurak, şiddetli kurak” ifadeleriyle tanımlanıyor.

BM’ye bağlı Dünya Meteoroloji Teşkilatı (WMO) verileri de küresel iklim değişikliğini ve ona bağlı kuraklığı bir kere daha teyit ediyor.  Bu verilere göre, 1970-2019 yılları arasında dünya genelinde 650 bin kişi kuraklık nedeniyle öldü, mevsim normalleri dışındaki sıcaklık dereceleri de 56 bin kişinin hayatına mâl oldu.

IPCC’nin taslak raporundaki ifade yeterince uyarıcı: “En kötüsü henüz gelmedi, çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatlarını bizimkinden çok daha fazla etkileyecek.”

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com