Acil ihtiyaç: Silah Ticareti Anlaşması

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Bu ay Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler Silah Ticareti Anlaşması’nı şekillendirmek için toplanıyor. Uluslararası düzeyde silah ticaretini denetim altına almak için bulunmaz bir fırsat bu

Temmuzda yıllardır konuşulan ama bir türlü gerçekleşmeyen uluslararası nitelikte bir silah ticareti anlaşması için önemli adımlar atılabilir.
Birleşmiş Milletler’in (BM) bütün üye devletleri kapsayacak şekilde yaptığı çağrı çerçevesinde, 2-27 Temmuz arasında New York’ta BM Silah Ticareti Anlaşması Konferansı’nda hükümetlerin temsilcileri bir araya gelerek müzakereler yapacak.
Her yıl yaklaşık yarım milyon insanın kontrolsüz silah ticareti ve silahların kötüye kullanılması sonucu hayatını kaybettiği düşünülürse, bu konuda atılacak her adımın ne denli önemli olduğu daha rahat anlaşılabilir.
Silah ticaretine dair tabloyu netleştirmek için Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göz atalım.
Enstitünün 2011 Uluslararası Silah Transferleri Raporu’na göre, 2007-2011 arasında bir önceki beş yıllık döneme (2002-2006) oranla dünyadaki konvansiyonel silah transfer hacmi yüzde 24 artmış.
Bu artışta başrolü oynayan ülkeler dünya silah dış satımının yüzde 75’ini gerçekleştiriyor; sırasıyla söylersek, ABD, Rusya, Almanya, Fransa ve İngiltere.
Peki alıcılar?.. Onların ilk beşi de şöyle: Hindistan, Güney Kore, Pakistan, Çin ve Singapur. Bu ülkeler dünya silah dış alımının yüzde 30’unu gerçekleştiriyor.
ABD’nin en fazla silah sattığı ülkeler Güney Kore, Avustralya ve Birleşik Arap Emirlikleri. Rusya’nın silah alıcıları arasında ilk sıralarda Hindistan, Çin ve Cezayir geliyor. Çin’in ikinci tercihi Fransız, Hindistan’ın ikinci tercihi İngiliz silahları. Pakistan ise silah alımının neredeyse yarısını Çin’den yapıyor.
Silah alımlarına bölgesel düzeyde bakılacak olursa, Asya-Pasifik ülkelerinin dünyadaki silah alımlarının yüzde 44’ünü, Avrupa ülkelerinin yüzde 19’unu, Ortadoğu ülkelerinin yüzde 17’sini, Amerika kıtasındaki ülkelerin yüzde 11’ini, Afrika kıtasındaki ülkelerin yüzde 9’unu gerçekleştirdiği görülüyor.
Son bir yıldır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki siyasi gelişmeler, ayaklanmalar ve yönetim değişikliğini getiren çatışmalar gündemi belirlediği için bu rakamların Ortadoğu kısmına ilk bakışta şaşırmak mümkün değil. Ancak Asya-Pasifik bölgesindeki yüksek oran her halûkarda şaşırtıcı. En kestirme yoldan söylemek mümkün: Bu bölgede ciddi bir silahlanma var. Doğrusu, bu geleceğe dair hiç de umut verici bir bilgi değil.

Kontrolsüz silah ticareti
İki yıl önce, 2010’da, Silah Ticareti Anlaşması’na giden yolda yapılan hazırlık toplantıları esnasında anlaşmanın Hazırlık Komitesi Başkanı Roberto Garcia Moritan anlaşmanın amacını “silah ithalat ve ihracatı sırasında tüm ülkelerin uygulayacağı, kanunen bağlayıcı ortak standartların oluşturulması” olarak tanımlamıştı.
Bununla birlikte bir anlaşmayla sorunun çözülemeyeceğinin farkındaydı Moritan. Ancak silah üretimi, satışı ve alımı konusunda tüm ülkelerin taraf ve sorumlu olduğu bir anlaşmanın önemini de vurguluyordu.
Ne yazık ki, o dönem sivil toplum kuruluşlarının da eleştirdiği gibi, çok yavaş adımlarla ilerledi süreç. Yine de bugün gelinen nokta, artık konferans çerçevesinde müzakerelerin başlayacak olması kayda değer bir adım olacak.
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. maddesine göre üye ülkeler “saldırılara karşı kendini savunmak” amacıyla silah alma hakkına sahip. Yine de uluslararası silah ticaretinin hepsinin yasal yükümlülükler kapsamında olduğunu söylemek mümkün değil.
Denetimsiz bir yapı giderek kendi düzenini kuralsızlık üzerine kuruyor. Silah ticareti devletlerin kendi tercihlerine göre şekilleniyor büyük ölçüde; yasadışı alım satımlar da cabası.
Bu ay gerçekleşecek konferansın sonunda şekillenmesi beklenen Silah Ticareti Anlaşması’nın en önemli yanı, sonuçları itibarıyla insan hakları ihlallerine yol açan silah ticaretinin denetim altına alınması olacak.
Anlaşma planlandığı ya da beklentileri karşılayacak biçimde şekillenirse, daha açıklayıcı ifadelerle söylersek, silah ticaretine şeffaflık ve etkili denetim getirecek şekilde dizayn edilirse insan hakları ihlallerinin engellenmesinde etkili bir araç haline gelebilir.
Elbette beklentilerin karşılanması kolay değil. “Silah”ın tanımı bile önem kazanacaktır kuşkusuz. Muhtemelen her devlet kendi çıkarına uygun, kendi ihtiyaçlarına, ticari düzenine uygun ifadeler kullanılması için çaba sarfedecektir.
Her ne kadar varlıkları, bir kısmının stoklandıkları yerler bile biliniyorsa da kimyasal ve biyolojik silahlar uluslararası hukuka göre zaten yasak olduğu için ticaretinden bahsetmek anlamlı değil. Dolayısıyla konvansiyonel silahlar üzerinden şekillenecek anlaşma. Peki ya silah üretimine olanak sağlayan teknolojinin transferi? Çok açık ki bu tip teknolojiler, silahın kendisi gibi silah parçaları, askeri araçlar, silah rampaları da bu toplantının konusu olacak. Ancak anlaşmanın sınırları nasıl çizilecek, kapsamı bu başlıklardan hangilerini içerecek net değil.

Silah şirketleri çevreden dolanıyor
Silah ticaretiyle ilgili olarak daha önce yayımlanmış raporlar silah şirketlerinin varolan uluslararası düzenlemeleri çeşitli yöntemlerle aşabileceklerini gösteriyor.
Ne yapıyor silah şirketleri? Mesela, aralarında saldırı helikopterlerinin, muharebe kamyonlarının da bulunduğu birçok silah ve askeri aracı doğrudan satamadıkları zaman, parçalarını satıyor, parçalar sattıkları ülkede monte ediliyor, yine aynı silah ortaya çıkıyor.
Hatta birçok silah üreticisi kendi ülkelerinin silah ambargosu uyguladığı bazı ülkelere silah satışını üçüncü ülkeler üzerinden yapıyor. Ambargocu ülkenin şirketi üçüncü ülkeye parçalar halinde silah satıyor, burada montajlanan silah ambargo koyulan ülkeye ihraç ediliyor. Bu süreçte ambargo uygulayan ülkenin hiçbir denetimi kalmıyor.
Ayrıca askeri teknolojilerin bir kısmının evlerde kullanılan teknolojilerle aynı olması da bir mesele. İyi tanımlanmamış, sınıflandırılmamış teknolojiler bu tip yasal açıklardan sızarak ihraç edilebiliyor. Mesela evlerdeki DVD çalarlardaki sayısal işaret işlemcileri savaş uçaklarının roket sistemlerinde de kullanılıyor. Dolayısıyla bu teknolojinin transferi üzerinde bir denetim yapılamıyor. Bu nokta 2006’daki uluslararası “Silahlar Denetlensin” kampanyasının “Sınır Tanımayan Silahlar: Küreselleşmiş bir ticaret neden küresel denetime ihtiyaç duyar” başlıklı raporunda anlatılıyor.

Gerçekler ve beklentiler
Sonuçta, Silah Ticareti Anlaşması’nı müzakere etmek için toplanan ülkelerin temsilcilerinin büyük ekonomik rant ve askeri /siyasi getirisi olan bir konuda insanlığın çıkarlarını kendilerinin çıkarlarına üstün tutacaklarını beklemek gerçekçi değil. Keşke öyle olsa, ancak devletlerin sadece silahlanmaya ayırdıkları bütçeler bile bu konuda iyimser olmamak için yeterli.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçen şubat ayında silahlanmaya yaklaşık 580 milyar euro yatırmak istediğini açıklamış, ülkenin askeri gücüne kıtalararası balistik füzelerin yanında 600 savaş uçağı, 20 denizaltı ve 2 bin 300 tank katmaktan söz etmişti.
ABD de 2013’te silahlanmaya tam 187.8 milyar dolar harcayacak. Askeri uçaklar ve gemiler, tanklar, mekanize piyade araçları ve tabii füzeler. ABD bir önceki yıl ayırdığı askeri harcamalar bütçesini yaklaşık yüzde 12 artırdı. ABD’nin 2012 silahlanma bütçesi 160 milyar dolardı.
Dolayısıyla gelinen noktada uluslararası sivil toplum kuruluşlarının çabalarının çok önemli olduğunu söylemek ve haklarını vermek gerek. Özellikle insan hakları ihlalleriyle mücadele eden birçok kuruluşun girişimleri, kampanyaları ve katkılarıyla bugün bir Silah Ticareti Anlaşması’ndan söz edebiliyoruz.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com