ABD’de uzun süredir gündemini koruyan seçimler nihayet sonuçlanıyor. Yalnızca Amerika’da değil, tüm dünyada büyük bir ilgiyle takip edilen 2024 başkanlık seçimlerinde Kamala Harris ve Donald Trump arasında yaşanan yarış, ABD dışındaki birçok kişiyi de bu seçim süreç hakkında bilgi edinme konusunda meraklandırmış durumda. Özellikle anketlerde görülen başa baş durum sürecin ilgi çekiciliğini de ciddi oranda artırıyor.
ABD’deki seçim sürecini, öne çıkan eyaletleri ve olası sonuçların etkilerini okuyucularımız için değerlendirdik.
Seçim kurulu
ABD’de her vatandaşın bir oy hakkı olmasına rağmen, seçimlerde alınan toplam oy sayısı başkanın kim olacağını doğrudan belirlemiyor. Bunun nedeni, başkanlık seçimlerinin seçim kurulu (Electoral College) aracılığıyla yapılması. Eyaletler, nüfuslarına bağlı olarak belirli bir sayıda seçmene sahipler ve bu seçmenler, eyaletlerinde çoğunluğu kazanan adaya oy veriyorlar. ABD’de yalnızca iki eyalet dışında, çoğunluk sistemine göre tüm eyaletin seçmen oyları kazanan adaya veriliyor. Bu durumda da başkanlık yarışını kazanmak için adayların en az 270 seçim kurul oyunu alması gerekiyor.
Kararsız eyaletler
ABD’nin 2024 seçimlerinde kararsız eyaletler, oldukça çekişmeli geçen seçim sonuçlarını belirleyebilecek eyaletler olarak dikkat çekiyor. Bu seçimde özellikle Pennsylvania, Georgia, Kuzey Carolina, Michigan, Arizona, Wisconsin ve Nevada gibi eyaletlerdeki seçmenlerin oyları kritik rol oynayacak. ABD’deki siyasi analizlere göre, yalnızca nüfusun yüzde 18’i kararsız eyaletlerde yaşıyor. Bu eyaletlerdeki küçük oy farkları, ülkenin kaderini belirleyebilecek öneme sahip.
Sisteminin geçmişi ve eleştiriler
Ülkedeki Seçim Kurulu, 18’inci yüzyılda ABD Anayasası’nı hazırlayanlar tarafından halkın doğrudan başkanı seçmesi ve Kongre’nin başkanı ataması arasında bir uzlaşma olarak oluşturulmuştu. Ancak bu sistemin, demokratik temsili zorlaştırdığı gerekçesiyle tartışmalı olduğu belirtiliyor. 2000 ve 2016 seçimlerinde, George W. Bush ve Donald Trump seçim kurulunu kazanarak başkan seçilmiş ancak halk oylamasını kaybetmişti. Günümüzde Amerikan halkının çoğunluğu, başkanın seçim kuruluyla değil, doğrudan halk oylarıyla seçilmesini tercih ettiğini belirtiyor.
Diğer ülkelerdeki seçim sistemi nasıl?
ABD’nin aksine birçok demokratik ülkede cumhurbaşkanı veya hükûmet lideri, halk oylamasıyla doğrudan seçiliyor. Kanada, İngiltere ve Avustralya gibi ülkeler, parlamenter sistemde başbakan ile yönetilirken, Almanya ve Hindistan gibi ülkeler de liderlerini dolaylı seçimle belirlese de başkanları yürütme yetkisine sahip değil. ABD’nin seçim kurulu sistemini kaldırması için Anayasa değişikliği yapması gerekse de bu konuda bugüne kadar yüzlerce girişim başarısız oldu. Ülkemizde ise halk oylamasının belirlediği Partili Cumhurbaşkanı sistemi tercih ediliyor.
Seçim günü
Seçim Günü’nde ABD’nin farklı bölgelerinde sandıklar farklı saatlerde kapatılıyor. Sonuçlar ilk olarak Doğu saatiyle akşam 18.00’da gelirken, en son Alaska’daki sandıklar kapanıyor. 2020 yılında olduğu gibi, 2024 yılında da seçim sonuçlarının günlerce açıklanamayabileceği düşünülüyor. Özellikle posta yoluyla oy kullanımının yaygın olması ve bazı eyaletlerin bu oyları saymaya Seçim Günü’nden önce başlamaması, sonuçların gecikmesine yol açabilir.
ABD Başkanı’nın rolü ve yetkileri
ABD Başkanı, hem ülkenin devlet başkanı hem de ordunun başkomutanı olarak dünyadaki en güçlü liderlerden biri. Başkan, federal yetkililere emir ve direktifler verirken, federal kurum liderlerini atama ve ömür boyu görev yapacak yargıçları aday gösterme yetkisine sahip. Ancak, ABD Anayasası gereği başkanın yetkileri de sınırlandırılmış durumda ve diğer iki güç olan yasama ve yargı ile dengeleniyor. Örneğin, Kongre yasa tasarısı yapma yetkisine sahip tek hükûmet organı ve başkan da kendi ajandasını geçirmek için Kongre ile uyumlu çalışmak zorunda.
Hangi aday nasıl etki edecek?
ABD’nin 2024 seçimleri, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri için değil, ülkemizin de dahil olduğu dünya çapında birçok ülkenin dış politika stratejilerini ve ekonomik ilişkilerini etkileyecek öneme sahip. Bu durum da seçilecek adayın bölgesel konjoktür başta olmak üzere pek çok konuda değerlendirilmesini oldukça önemli hâle getiriyor.
Kamala Harris seçilirse
ABD’de ve dünyada oldukça yükselen akımlardan birisi olan Woke kültürünün en büyük destekçilerinden Demokrat aday Kamala Harris’in dış politika stratejileri, Biden yönetimindeki yaklaşımlara paralel olarak çok taraflı iş birliği ve diplomatik diyaloga öncelik veriyor. Bu bağlamda, Harris’in seçilmesi durumunda Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerde bir istikrarın sürdürülmesi bekleniyor. Harris, NATO ittifakını desteklemeye ve Avrupa’nın güvenlik kaygılarını önemsemeye devam edecektir. Özellikle iklim değişikliği, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında AB ile uyum sağlaması muhtemel. Bu, transatlantik ilişkilerin güçlenmesine katkı sunabilir.
Türkiye açısından bakıldığındaysa, Harris yönetimi, özellikle insan hakları ve demokratik değerler konularında hassas bir yaklaşım sergileyebilir. Türkiye ile ilişkilerde PKK/YPG gibi hassas konuların gündeme gelmesi ve desteklenmesi bu alanda anlaşmazlıkların devam etmesine sebep olabilir. Ancak Harris’in diplomasiye verdiği öncelik sayesinde Türkiye ile ilişkilerde daha yumuşak bir dil kullanması beklenebilir. Öte yandan, ABD’de bazı kongre üyelerinin Türkiye’ye yönelik yaptırım talepleri sürerken, Harris yönetimi bu taleplere destek verebilir. Sonuç olarak Biden yönetiminin Türkiye çevresinde oluşturduğu olumsuz konjoktürel etkilere düşünüldüğünde Harris’in de selefinden farklı bir tutum sergilemesini beklemek yanlış olacaktır.
Donald Trump seçilirse
Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın ikinci döneminde, “Önce Amerika” (America First) politikasına geri dönmesi ve tek taraflı kararlara yönelmesi bekleniyor. Trump, AB ile ticari anlaşmazlıklarda daha agresif bir tutum izleyebilir. Özellikle Almanya gibi büyük Avrupa ülkeleriyle yaşadığı ekonomik gerilimlerin tekrar gündeme gelmesi mümkün. NATO’nun bütçesine yönelik daha katı taleplerde bulunması da Avrupa’yla ilişkilerde gerginliğe yol açabilir.
Türkiye açısından ise Trump’ın daha pragmatik bir çizgide ilerlemesi, Ankara ile ilişkilerde denge sağlama ihtimalini artırıyor. Trump, Türkiye’nin S-400 alımı ve PKK/YPG politikaları gibi konulara yönelik daha esnek bir tutum izleyebilir ve ekonomik ilişkileri ön plana çıkarabilir. Ancak, bu ilişkiler daha çok kişisel diplomasiye dayandığı için uzun vadede istikrarlı bir ilişki yapısı oluşmayabilir. Türkiye’nin, Trump yönetimi altında bazı alanlarda avantaj elde etmesi mümkün olsa da ABD iç siyasetinde yaşanabilecek değişimler bu dengeleri kısa sürede etkileyebilir. Trump her ne kadar pragmatist bir tutum sergilese de Rahip Brunson krizinden de hatırlanacağı gibi karşılıklı yüksek tavırlı yaklaşımların Türkiye için her zaman zararlı sonuçlara yol açabileceğini de unutmamak gerekiyor.
Genel değerlendirme
Sonuç olarak, Kamala Harris’in seçilmesi Avrupa ile işbirliği odaklı bir dönemi işaret ederken, Türkiye’ye yönelik geçmişte de olduğu gibi eleştirel ve ikiyüzlü bir diplomasinin devamı olabilir. Trump’ın zaferi ise Avrupa ile ekonomik ve savunma odaklı gerginliklere yol açarken, Türkiye ile daha esnek ve pragmatik ilişkilerin gelişmesine olanak tanıyabilir. Ancak, her iki senaryoda da ABD’nin stratejik çıkarları doğrultusunda ilişkilerin dalgalanabileceği unutulmamalıdır.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.