Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), Sea Island Georgia’da 4-10 Temmuz 2004 tarihlerinde G-8 toplantısında ABD Başkanı G.W.Bush tarafından ortaya atılan emperyalist bir projedir. Aslında bu projeyi 11 Eylül saldırısı doğurmuştur. Bataklıktaki sineklerle uğraşmanın zorluğu yerine bataklığı kurutmak özdeyişi esas alınmıştır. Bu proje G-8 ülkelerinin ulusal çıkarları doğrultusunda bölgenin siyasi olarak şekillendirilmesidir. Bu projeyi tamamlamak için askerî bir harekâta sebep arama, para ve asker harcanmasının ağır yükü ve en önemlisi asıl proje ülkelerin kamuoylarını tatmin etmenin zorluğu gerçeği vardı. Bu nedenle Fas’tan İran’a kadar bölgenin genişletilmiş Orta Doğu yeni tanımı ile “Büyük Orta Doğu Projesi” ortaya çıkmıştır. Orta Doğu ve Akdeniz’i kontrol altında tutmak için bölgenin güneyi olan Afrika’nın kuzeyi ve Orta Doğu’nun tamamı kontrol altında olmalıdır. Tarihte Roma ve Türk İmparatorlukları bu bölge için stratejiler geliştirmişlerdir.
Ancak bu projenin asıl amacı ise bölge ülkelerinin rejimlerini değiştirecek siyasi ve etnik olaylar çıkarmak, parçalara ayırmak, bazılarını destekleyerek ülkede her zaman kaos bir ortam yaratarak güçsüz hâle getirmektir.
Zaman içinde baktığımızda, Tunus ve daha sonra proje ülkelerine göre çıban başı olan Libya ağır bedeller ödeyerek hizaya getirildi. Bu operasyonda Türkiye’nin de olması ayrıca incelenmelidir. Mısır birkaç iç müdahale ile proje isteklerine uyumu sağlandı. Irak 3’e bölündü. 2024 yılı içinde de son halka Suriye ve Filistin bir daha toparlanamayacak bir yapıya getirildi. İran’a ise iç müdahale henüz yapılmamasına rağmen gücünü kaybedecek duruma getirilmiştir. Bu bölgenin jandarmalığı için önceden Türkiye öne sürülmüş, eski toprakları üzerinde kültürel mirası ile birlikte Müslümanlık öğesi öne çıkartılarak bir kontrol ülke hâline sokulmak istenmiştir. Ancak başta “çuval olayı” olmak üzere Türkiye’yi bu bataklığın içine çekip zaman içinde uygun ortamda ülkemizi de parçalamaya yönelik stratejilerin oluşması öne çıkmaya başlamıştır. Bu durumda da başta ABD’de Türkiye’nin tek başına bekası için siyasi ve askerî hamleler yapma arzusu engellenmeye çalışılmıştır. İç cepheyi dışardan destekleyecek unsurları Suriye kuzeyinde YPG adı altında sözde bir devletçik ABD tarafından oluşturularak Türkiye’ye tehdit unsuru yapılmıştır. Zaten PKK vasıtasıyla ülkeyi teröre boğarak etnik esaslara dayalı federal devletler oluşma çabaları uzun yıllar düşünülmekteydi. Tarih içinde Türkiye’yi önce Cumhuriyetin ilk yıllarında Kürt isyanları, bu tutmayınca Asala terör örgütü ile sözde Ermeni meselesini gündeme getirmek ve en tehlikelisi olan mezhep çatışmaları öne çıkarılarak ülke ayrıştırılmaya çalışıldı. Ancak Türkiye’nin köklü yapısı bunlara mani oldu. Ama emperyalistler Lozan hezimetinde olduğu gibi bunu unutmadılar. Sonra ne oldu bilindiği gibi TSK’yı çökertme kumpasları mali, idari ve kamusal düzende değişimler tetiklendi. BOP’ta isteklerini tam kabul ettiremeyen başta ABD olmak üzere Emperyalist ülkelerce, sonunda Orta Doğu bataklığına çekmek için projeler, konfederasyon adı altında, birçok etnik ve mezhepsel grupların oluşturduğu federasyonlar gibi suni senaryolar üretildi. Günümüzde bu ve benzeri projeler güncelliğini korumaktadır. Ancak BOP’un eş başkanı(!) olan Türkiye’nin yerini artık İsrail almaktadır. ABD’nin geniş desteğini alan İsrail hiçbir kural tanımadan büyük bir soykırımla Filistin’i yok etti. İran ve Lübnan içinde yuvalanmış terör örgütlerini liderleri ile birlikte yok etti. İran sadece bir füze saldırısından başka hiçbir harekette bulunmadan pasif duruma getirdi. Ancak İran’la hesaplaşma bitmedi. ABD ve emperyalistler bu bölgenin zenginliklerini paylaşacak bir ortam yarattılar diyebiliriz. Artık BOP’un jandarması İsrail devletidir. Düşüncem şu ki, Türkiye bu bataklıktan ivedilikle çekilmelidir. Ortalama 400 yıl idaresinde kalmış bu bölgede kendi kültürünü oluşturacağına Arap kültürünün korunmasına özen göstererek Müslümanlığın bir halife çatısı altında uyumlu yaşam süreceği yanılgısına düşmüş ve Müslüman tebaasının ihaneti ile bu toprakları kaybetmiştir. Bu nedenle Türkiye güney sınırlarını koruyan, sınırları ötesindeki soydaşlarının hakkını savunan güçlü bir devlet olarak kalmalıdır. Zaten büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk zamanında Suriye, Irak ve Ürdün’ün bir federasyon çatısı altında birleşme tekliflerini kabul etmemişti. O bu günü gören bir dâhidir. Bu gelişmelerden ders çıkarmamız gereklidir. “Geçmişi bilmeden Geleceği inşa edemeyiz.” W. Churchil’e ait olduğu söylenen bu sözün günümüz strateji ve dış politika tespitinde hatırlanması gerekmektedir.
Günümüzde Orta Doğu ve çevresi hâlâ enerji kaynakları yönünden bir zenginliktir. Bu çevreye Kafkasya da sokulduğunda iştahlar kabarmaktadır. Karadeniz ve Hazar Denizi hidrokarbon rezervleri de Batı için önemli kaynaklardır. Türkiye Orta Doğu kaynakları yerine Kafkasya’ya yönelmelidir. Türk dünyası ile bütünleşme çalışmalarına hız vermelidir. Nüfus çoğunluğu, kültürel zenginlik, yer altı rezervleri ve soydaş olmamız dünya üzerinde üçüncü bir kutup olmamızı gerektirecek tüm özelliklere sahip olduğumuzu göstermektedir. Bu bütünleşmenin öncüsü kadim devlet geçmişi ile Türkiye’dir. Her ne kadar Türk Devletleri Teşkilatı kurulsa bile kâğıt üzerinde kalmamalıdır. Türk devletleri güçlerinin farkına varmak zorundadırlar. Artık geçmiş tarihlerde olduğu gibi küçük boylar şeklinde yaşamak yerine güçlerimizi birleştirecek bir yapıda olunması gerekmektedir. Bunu yapmadığımız sürece parçalanmaya açığız. Güçlü olmadığımız takdirde zaman içinde Batı emperyalistlerinin Orta Doğu’dan sonra yöneleceği bölge; Kafkasya, Karadeniz ve Orta Asya’dır. Şimdiden kontrol altında tutmamız gereklidir.
Türkiye’nin bulunduğu coğrafi yapı pusulanın her yönüne açılan bir köprüdür. Dolayısıyla bu köprüye sahip olmanın bir bedeli vardır. Bu bedel Atatürk’ün söylediği veciz sözde saklıdır. “Yurtta sulh Cihanda sulh”. Bu söz, asla Türkiye’nin pasif bir siyaset izlemesi demek değildir. Bu sözün derin anlamı sayfalar dolusudur. Halkımızın, siyasetçilerin ve stratejistlerin bu sözü iyi anlamaları gerektiğine inanıyorum. Özetle bu söz bize, güçlü nasıl olunur, onu anlatmaktadır. İç barış demek, mezhep, etnik, kültürel yaşamda barış içinde, sosyal hukuk devleti güvencesinde, laik ve güven duyulan bir ulusal Türkiye’nin tanımıdır. Güç budur. Ulusal Türk kimliği içinde, ulus devlet normunda yaşayan insanlar topluluğunu devam ettirdiğimiz sürece güçlü devlet oluruz. İşte o zaman dünyada da barış olur. Bölgenizde güçlü olunması savaşı önler ve politik isteklerinizi hasım devletlere yaptırma olanağınız doğar. Cumhuriyetimizin ilk 15 yılına baktığımızda Atatürk önce iç barışı sağlamak için uğraştı. Barış sağlandıktan sonra TSK’yı güçlendirdi. Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkelerin sözde istek ve arzuları olanaksız oldu. İran ile sınır anlaşmazlığı Türkiye’nin istekleri doğrultusunda bitti. Keza Hatay’ın geri alınması, Sovyetler Birliği ile dengeli bir politika izlenmesi oluştu. Balkan Antantı’nın (1934) kurulmasında öncülük yaptı. Dünya siyasetinde söz sahibi olacak duruma geldi, örneğin; dönemin güçlü Nazi Almanyası’nın toplama kamplarına götüreceği yüzlerce Türk vatandaşı Musevi’nin, Büyükelçimiz Behiç ERKİN’nin direktifi ile Türkiye’ye gönderilmesi sağlandı. “Yurtta sulh cihanda sulh” bu açıdan yorumlanmalıdır.
Sonuç olarak coğrafyamız bize ulus devlet çatısı altında iç barışı sağlanmış güçlü ve saygın bir devlet olmamızı dikte ettirmektedir. Yüzyıllar boyunca dünya siyasetine yön vermiş bir coğrafyanın ağırlığı içinde yaşamak zorundayız. Gidecek başka bir vatanımız yok. Son kale iyi korunmalıdır. Uluslara her zaman bir dahi kurtarıcı gelmez. Atatürk bir ulus devlet yarattı. Geçmiş mirasımız ile birlikte onu korumalıyız. Her zaman tekraren yazıyorum; bu coğrafyanın bekasının denizlere hâkim olmak ve onu kontrol etmekten geçer. Bunu unutmamalıyız. Türk Deniz Kuvvetlerimizin 3 (deniz, hava ve kara) harekâtı birden yapabilecek gücü olduğundan, daha güçlü ve her zaman güncel olacak şekilde yapılanması önem arz etmektedir.
Türkiyem, pruvan her zaman neta olsun!
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.