İnebahtı/Lepanto Deniz Savaşı’ndan tam 41 yıl önce yaşanmış bir hikâye ile başlamak istiyorum bu yazıma. Aslında gerçek mi hikâye mi buna karar vermek oldukça zor ama hikâyenin bağlantıları ve tarihsel sürecine baktığımızda gerçekliği daha ağır basabilir
Naksos/Naxos (Nakşa) Adası’nın yanında küçük bir ada vardır, adı Ios (Ünye/Aniye) Ada’sıdır.
Barbaros ilk olarak 1530 yılında bu Ada’ya kışlamak için filosu ile gelmiş. Ada’ya birkaç yıl üst üste gelince bir de küçük bir mescit/cami yaptırmış. Yıllar sonra mescit kiliseye çevrilmiş ve Ios Ada’sı papazı Simeon ,”BARBAROS! Sevgilim” isimli kitabı yazan Halil Bezmen’in teknesi ile bu Ada’yı ziyaretinde ona Yunanca yazılmış eski bir defter satmış. Satarken onun önemli olduğunu belirtmiş. Defter sanki bir kitabın kopyası gibi gözüküyor. Bu defterde Barbaros’un haritacısı olduğu söylenen Ali isimli denizcinin tuttuğu notlar yazılı. Bir roman gibi ama daha çok bir belgesel türünde kaleme alınmış.
Haritacı Ali, 1510-1590 yılları arasında geçen ömrünün içinde yaşadığı olayları anlatıyor. Papaz Simeon’a göre bu defterin orijinali ya Papa’nın elinde ya da Regglo di Calabria kentinin arşivinde saklanıyor.
Defterde yazılı satırlar adeta bir kehanet gibi. O kadar iddialı ifadeler var ki Ios Adası sakinlerinden Eleni isimli bir kadının bedduası bir lanete dönüşüyor ve Türk Donanması’na giren bu lanet ile onun tarih içinde yok olmasını anlatıyor.
Defterde baş aktör olan Ios Adalı Eleni’nin oğlu, Barbaros bu Ada’da gemilerin kızağa alındığı dönemde yaşanan bir hırsızlık ve yangın olayında iftiraya uğruyor. Kişilerin riyakârlığı ile Türkler onu idam ediyor. Bir anne olarak Eleni lanet okuyor ve “…Eleni, Cemil reise doğru bir adım yaklaştı ve şöyle haykırdı ‘Lanetlediğim donanmanız şimdi Ios’da olduğu gibi her limanda yakılmaya devam edecektir, gemileriniz açık denizde vuruşarak değil, demirliyken yanarak düşmana yenilecektir. Donanması, yiğitliği ile övünen Türklerin utancı olacaktır. Barbaros son kahramanıdır’ dedi. Hırsını alamadı ve devam etti ‘o gittikten sonra hep rezil olacaksınız. Türk İmparatorluğu diğer devletler gibi son bulacaktır. Ama donanması Türklerin yüzkarası olmaya devam edecektir’ diye sözünü tamamladı’’. Bu ilginçtir ki bu lanet ve kehanet tarih içinde yerini bulacaktır.
Haritacı Ali, Preveza ve Cezayir (Cerbe) zaferlerinden sonra, “…Hayır ola Eleni lanetin tutmadı. Baksana Türk Donanması utancımız değil gururumuz oldu” dedi.
Eleni hemen cevap verdi, “Donanmanızı Barbaros koruyor. O iyi bir insan, …Adil bir insan olduğunu görünce Hz. İsa’dan ona yardım etmesi için dua etmesini istedim, …Barbaros ölünce gör bak gemilerinize neler olacak. Alev alev yanacaklar” dedi.
Bu satırlar gerçek mi? Eğer Ali’nin tuttuğu notlar gerçekse Papalık ve Regglo di Calabria kenti arşivlerinden araştırılmalıdır. Aksi takdirde güzel bir tarihi roman olarak kalacaktır. Bunlar, bütüne baktığımızda gerçek yönleri olan notlardır.
Haritacı Ali 1546 yılında Barbaros öldükten sonra yazmayı bırakmış. 25 yıl sonra 1571’de notlarına birkaç satır eklemiş. 1571, İnebahtı Savaşı’nın tarihidir. İmparatorluğun askerî duraklaması olan ilk savaştır.
Ali şöyle yazmış, “Haçlılar bu yıl İnebahtı Savaşı’nda Türk Donanması’nı imha ettiler. Ne var ki o kadar masraf yaptılar ki, zaferlerinin meyvasını toplayacak takatleri kalmamıştı.
O kadar ki 1575 yılında koca İspanya İmparatorluğu iflas etti. Evet, bir tüccar gibi iflas etti. Tek kazançları tarihe şanlı bir not düşebilmek oldu.
Türklere gelince, bütün varını yoğunu seferber ederek yepyeni bir donanma inşa ettiler. Böylece Akdeniz’de yok olmaktan kendini kurtardı. Ama ne var ki onları limandan çıkaracak paraları kalmadı.”
Bu yenilgi Eleni’nin laneti sonucu değildi. O, lanette donanmanın savaşmadan hatta limandan bile çıkmadan yakılmasını istemişti.
Eleni,”Barbaros oğlumun haksız yere öldürülmesine üzülmüş ve gönlümün alınmasını istemişti. Bu asil ruhlu insanın ismi yaşadıkça donanma utançtan korunacaktır” demişti.
“Nitekim İnebahtı’da gemiler limanda yakılmadı, açık denizde savaştılar. Donanma’da Barbaros’un soyundan iki paşa vardı. Barbaroszade Hasan ve Mehmet. Onlar sayesinde İnebahtı’da şerefli bir yenilgi oldu. İşte.”
Notlara son yazdığı kelime İŞTE olmuştu. Bir yerde ‘‘işte lanetin tutmadı’’ der gibi.
Burada ilginç nokta neden Ali bu kadar zaman sonra bu eklemeyi yaptı. Ali de yaşadığı süre içinde bu lanetin olup olmayacağını merak ediyordu. İnebahtı bu laneti doğrulamadı. Ancak Ali öldükten yıllar sonra bu lanetin gerçekleştiğini görebiliyoruz.
Çeşme faciası/baskını, Navarin baskını, Sinop baskını. Bu üç baskında Donanma savaşmadan, limanda baskına uğrayarak yok olmuştur.
Kıssadan hisse
Ali’nin notları özetle bu şekilde. Notları içinde Barbaros’un âşık olduğu İtalyan kızı, onun için yaptıkları, donanma hayatı, İmparatorluğun sosyal yaşamı gibi birçok konulara değinmiştir. Birçoğunu bizler diğer yazılı kaynaklardan biliyoruz ve Ali’nin notları da bunu doğrulamaktadır.
Okunmaya ve de incelenmeye değecek kadar gizemli notlar. En azından tarihsel doğrulukları çok olan bir notlar yumağı. Haritacı Ali gerçekse iyi ki not tutup yazmış. Bu notlar gerçek olsun veya olmasın bir gerçek var ki 450 yıl önce İmparatorluğun duraklamasının denizlerden başladığını söyleyebiliriz.
Bizim Sıngın dediğimiz Hristiyanların Lepanto dedikleri İnebahtı Deniz Savaşı, gelmiş geçmiş en büyük deniz savaşıdır. Aynı zamanda Türk İmparatorluğu’nun bürokrasi ve askerî makamlarının yozlaşmaya başladığı devir olarak özetlenebilir. İlk rüşveti Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı Sadrazam Rüstem Paşa’nın başlattığı ve de aldığı bir dönemdir. Makamların, liyâkat ve ehline göre değil rüşvet ve iltimaslara göre verildiği bir dönemdir. Türk Donanması’na Kaptan-ı Derya tayin edilen Müezzinoğlu Ali Paşa Enderun’da yetişti. Yeniçeri oldu. 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar Seferi’ne yeniçeri ağası olarak katıldı ve başarı gösterdi, 2’nci Selim’in kızı ile evlendi. 2’nci Selim tarafından sevilen Müezzinoğlu Ali Paşa 1568’de Kaptan-ı Derya olarak Donanma’nın başına getirildi. Bu makama gelecek denizden yetişme ve büyük savaşlar görmüş reislere rağmen Kaptan-ı Derya oldu. Tüm Akdeniz’e hâkim olan ve düşmana aman vermeyen güçlü Donanma’ya; Preveze ve Cerbe gibi büyük deniz savaşları görmüş büyük Amiral Barboros’un yanında savaşmış başta oğlu ve manevi oğlu olmak üzere Hasan ve Mehmet Reisler, Cafer Reis, Salih Reis, Uluç Ali Reis, Şolok Mehmet Reis gibi tecrübeli ve liyâkatli denizden yetişmiş reislere rağmen kaptan paşalık hiç deniz görmemiş bir kara savaşçısına teslim edilmiştir. Oysa 1553’ten beri Kaptan-ı Derya olan Piyale Paşa 14 yıl bu görevi yapmış ve Cerbe Deniz Savaşı’nı kazanmış bir amiralimizdi. Kıbrıs’ın fethi esnasında takviye getiren Venedik filosunu durduramadı bahanesi ile görevden alındığı gibi rütbesi de üçüncü vezirliğe inmiştir ve 3’üncü Selim damadını kaptan paşa olarak atamıştır.
Akdeniz’de İspanya’nın başını çektiği Kutsal İttifak’la Türkler arasında eninde sonunda hâkimiyet mücadelesi olarak bir savaş yapılacaktı. İnebahtı bu şekilde oluştu. Ben burada savaşın gelişmesi ve yapılışı ile detaylara girmeyeceğim sadece kayıplarımızı yazarak ne büyük bir felaket olduğunu belirteceğim.
Savaş divanı toplandığında Uluç Ali Reis; kışlamak için limana girildiğini, gemilerden askerin yollandığını, savaşın baharda yapılmasını eğer gerekiyorsa kıyıdan uzaklaşıp açık denizde savaşmanın uygun olacağını belirtmiştir.
Ancak Kaptan Paşa, ‘‘Her gemiden beşer onar adam eksik olmakla ne olur? Sizde İslam çabası ve Padişahın namusunu koruma hizmeti yok mudur?” demiştir. Kara birliklerinde 5/10 askerin eksikliği bir şey değildir ama gemilerde özellikle okçular ve leventlerin bir kaçının bile eksik olması savaşta büyük aksamalar yaratır. Nitekim kürekçi için alelacele yöreden insanlar toplanmış ve kürekçi yapılmıştı. Gemilerde de 8/9 bin Hristiyan kürekçi olduğu düşünülürse manevralardaki uyumun ne kadar zorlaşacağını Kaptan Paşa anlayamamıştır.
Buna rağmen Uluç Ali Reis, kıyıya yakın savaşılması durumunda önceki savaşlarda sipahilerin şiddetli ateş karşısında reislerin boğazına bıçak dayadığını hatırlatmış; kapudâne, patrona ve riyale gemilerindeki fener ve bayrakların indirilmesine izin verilmesini çünkü düşmanın doğruca bu gemilere saldıracağını belirtmiştir. Denizlerde yıllarca savaşmış tecrübeli reis Uluç Ali Paşa savaşmaktan kaçmamış ama olabilecek tehlikeleri arz etmiştir.
Tüm bu karşı koymalara diğer bazı reisler de katılmış ancak Serdar Pertev Paşa ve Kaptan-ı Derya Müezzinoğlu Ali Paşa karşı çıkarak, “Ben padişaha kaçtı dedirtmem hem sahili tutarak cenk etmek açık denizde çatışmaktan daha uygundur,” diyerek felaketi hazırlamıştır.
Savaş öğlene doğru başlamış ve saat 16-17 sularında bitmiştir.
Savaş nizamında kaptan paşa bir kara savaşçısı gibi askere moral vermek için cengâverce tüm sancakları açık olarak ileri atılmış ve hattaki diğer Türk gemileri yetişmek üzere nizamı bozdukları için taktiksel bir sıkıntıya düşülmüştür. Düşman, sancakları açık olan Kaptan Paşa’nın gemisini tanıyarak üzerine çok sayıda gemi ile rampa edip, kaptan paşanın kafasını keserek direğe asınca bozgun başlamıştır. Şolok Mehmet Reis, sağ kanatta başarılı olsa da kıyıya yakın ve sığ yerde olması ile manevrada zorluk çekmiş ve bozgun alametleri görüldüğünde gemiler kıyıya baştankara yapmışlardır. Uluç Ali Reis, sol kanattan düşmanın arkasına yönelmiş, Malta filosunu perişan etmiş ancak merkez hat bozulunca 40 kadar gemiyi kurtararak açık denize yönelmiş ve savaş alanını terk etmiştir.
Sonuç olarak tecrübeli, liyâkat sahibi ve işin ehli reislerin söyledikleri çıkmış ve Türk Donanması büyük bir felaketle mağlup olmuştur. Gemi sayısından ziyade çok sayıda reis şehit olmuş ve Türk Donanması yetişmiş personel açığını uzun yıllar kapatamamıştır.
Komutan, yöneten ve hatta Padişah’ın bile işin ehli olanların uyarılarını dinlemesi bir erdemdir. Bu onu küçültmez, bilakis yüceltir. Ben bilirim zihniyeti devam ettikçe İnebahtı gibi felaketler her zaman karşımıza çıkar tıpkı Kıbrıs Barış Harekâtı’nda TCG KOCATEPE’nin batması gibi.
Bu savaş günümüzde hâlâ canlılığını korumaktadır. Batılılar tarafından her vesile ile anılmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse Amiral James Stavridis (Yunan asıllı ABD amirali) yazdığı kitapta şu cümlelere yer verir, “Sevilla’da yaptığımız askeri zirve sırasında İspanyol meslektaşım bana el yapımı güzelce süslenmiş bir kutunun içine koyduğu bir şişe İspanyol kanyağı takdim etti. Kutunun üzerindeki motif İnebahtı Deniz Muharebesi’ni simgeliyordu; kan kırmızısı denizin üzerinde, zafer kazanmış Hristiyan filolarına asılmış İtalyan ve İspanyol bayrakları dalgalanıyordu.” Bu savaş tüm Akdeniz’in kaderini değiştirmiş ve Türklerin Orta ve Batı Akdeniz’e ilerlemelerini önlemiştir.
Şimdi bizim Mavi Vatana ve Doğu Akdeniz’deki haklarımıza tüm Batılı ülkelerin koro halinde karşı çıkmalarının kökeni bu tarihlere kadar iner. Tarihi iyi takip etmek gerekli, yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı üzere Batı dünyası çok iyi takip ediyor.
Donanma özel bir kuvvettir ve müstakil olarak kuvvet komutanı tarafından yöneltilmelidir. Denizdeki komutana harekât esnasında müdahale edilmemelidir, liyâkat sahibi askerlerin yükselmesine dikkat edilmelidir, işin ehli kişiler kullanılmalıdır. Bahriye subayı zor yetişir, çekirdekten yetişmesi gerekir. Çeşme deniz faciasından sonra 18 Kasım 1773’te Deniz Harp Okulu subay yetiştirmek için kurulmuştur. 20 Ekim 1827 Navarin Deniz Savaşı’ndan sonra eğitimlerin yapılması için 20 Ekim 1847’de Sultan Abdülmecid 2 okul gemisi yapılmasını ve öğrencilerin Akdeniz’de eğitim yapmasını emretmiştir. Bu geleneksel eğitim sayesinde hâlâ Deniz Harp Okulu 3’üncü sınıf öğrencileri açık deniz eğitimleri almakta ve Akdeniz’de dolaşmaktadır. 8 Ekim 1897’de öğrencilerin, 2 yıl bahriye öğrencisi olarak 2 yıl da okul gemilerinde eğitim almak kaydıyla 4 yıl lise eğitimi sonunda Donanma’ya katılmaları kanunlaşmıştır. Bugün kısa süreli kapatıldığına inandığımız Deniz Lisemiz 18 Ekim 1897’de kurulmuştur. İnebahtı Savaşı ve diğer baskın ve facialara sebep olan deniz savaşlarının sonunda eğitimin esas olduğu görülmüş ve dersler çıkarılmıştır. UNUTMAYALIM sadece zaman ve mekân değişir, hatalardan ders çıkarılmazsa tarih yine tekerrür eder.
Denizlere yeniden hâkim olmak istiyorsak, ulusal deniz stratejimizin doğru ve geleceğe yönelik olarak çizilmesi gerekmektedir. O zaman Donanmayı bu stratejiye göre yapılandırmak gereklidir, deniz uzun vadeli bir planlanmadır.
Deniz alaka ve menfaatlerini devlet politikası haline getirmek esas alınmalıdır. O zaman bahriyeliler Mavi Vatanı korumak için ne yapacağını bilir ve gerekirse canlarını bu vatan için feda ederler. 1571’de denizlerden başlayan bu gerileme süreci, 1915’te Nusret mayın gemisinin Çanakkale’ye döktüğü mayınlarla durdurulmuş, 376 yıl sonra 1936 tarihinde Malta Ada’sı ziyaret edilerek Akdeniz’de yeniden var olduğumuz gösterilmiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ise Doğu Akdeniz’de varlığımızın kalıcı olduğunun bir dönüm noktası olan tarihtir. Bugün artık Türkiye Cumhuriyeti bahriyesinin Atatürk’ün çizdiği yol ve Mavi Vatan doktrini ile duraklamadan yeniden yükselişe geçtiğini görmekteyiz.
Atatürk gerek Türk milletine gerekse bahriyeye gelecek için yol göstermiştir. Bu yolu iyi kullanmaya devam edersek Türkiye Cumhuriyeti bölgesini aşan bir güç olacaktır. Aksi takdirde Rüstem Paşa dönemine dönerek yozlaşacak ve bölgesinde güçsüz bir ülke olarak kalacaktır.
Cumhuriyet’in değerlerini koruyarak ulusumuzu, Atatürk’ün dediği gibi “Muasır medeniyetler seviyesine çıkaracağız” özdeyişine kavuşturacağız.
Hedefimiz daima büyük olmalıdır. Bize sadece Doğu Akdeniz değil tüm Akdeniz’de güçlü olmamız hedef olmalıdır. İşte o zaman Türkiye, Mavi Vatanını ve bekasını koruyacaktır.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra çok zor şartlarda denizlerimizde sancak gösteren deniz alaka ve menfaatlerimizi koruyarak dolaşan Donanmamızın pruvaları neta olsun.
Seyredin selametle.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.