2012’ye girerken…Dünden bugüne, bugünden yarına…

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com

Önce Yunanistan, sonra İtalya, sonra da Avrupa Birliği… Tüm dünyanın konuştuğu güncel problemler politik veya askeri değil, birbirini tetikleyen ekonomik sorunlar. AB ülkelerindeki ekonomik sorunlar domino etkisi yaratacak mı? Dünya liderliği el değiştirecek mi? ABD mi, AB mi yoksa yükselen güç Çin mi batacak? Hadi gelin çıkın işin içinden…

Bizi sürekli izleyen okurlarımız; yalnızca 2008 krizinin değil, 1929 krizinin de analizini yaptığımızı; yakın gelecekte çok daha büyük bir kriz beklediğimizi anımsayacaklardır. Şimdilik gündemde Yunanistan ve İtalya krizi, bir anlamda da AB’nin krizi var. ABD’nin de kriz yaşadığını, Başkan Obama’nın Kongre’de büyük mücadele vererek alabildiği palyatif önlemlerle şimdilik durumu kurtardığı hatırlardadır. Peki, yükselen güç Çin hakkında ne kadar konuşuluyor diye hiç düşündünüz mü? Dış dünyada çeşitli analizler, değerlendirmeler yapılıyor, ama Türkiye henüz bu konulardan uzak ne yazık ki… Bu yazımızda önce “Uyanan Dev” denilen Çin’i enine boyuna mercek altına alacağız. Gelecek ay ise, bu yazının devamı olarak, ABD ve AB’nin analizini yapacağız ki küresel ekonominin taşlarını yerli yerine oturtabilelim…

“Devlet kapitalizmi”
olursa ne olur…

Birçok yorumcu, Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasından sonra ekonomik patlama yaşadığını söylüyor. Elbette etkisi var, ama bence yanılıyorlar. Bana kalırsa Çin’i güçlü kılan ‘devlet kapitalizmi’dir. Çin’in uyguladığı gibi, KİT’ler oluşturmaya dayalı olarak yapılan ekonomik planlama ve büyümenin doğru olduğunu söylemek hata olur. Çin’de kapitalizmin kuralları işliyor işlemesine de nereye kadar? Arap ülkeleri bol petrole, Arjantin gibi ülkeler maden yataklarına güvenerek ekonomilerinin çarkını çeviriyorlar. Çin ekonomisi işçiliğin ucuz olmasına dayanıyor. Ama nereye kadar? Bugün kişi başı milli geliri 4.400 dolar olan (ABD’de 47.000 dolar) Çin’de, işçiler “Artık boğaz tokluğuna çalışmayız” dedikleri gün, ne olacak dersiniz?
Çin’de ekonomik reform yapılması gerektiği açıktır. Ülkenin ekonomik modeli hem dengesiz, hem de işletmeler arasında olması gereken yeterli koordinasyon yok. 2008 krizinden bu yana geçen sürede bu durum daha iyi anlaşıldı. Çin ekonomisini şaha kaldıran; AB, Amerika ve Japonya’ya yapılan ihracattı. Çin ihracatının yarısı AB’yedir. Bunun aşılması ve daha dengeli bir ekonomik büyüme için Çin halkının tüketim ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik üretim de yapması gerekiyor. Ancak, bunun olabilmesi için halkın alım gücünün desteklenmesi şart. Olumsuz bir örnek var Çin’in önünde. Sovyetler Birliği… ABD ile yarışan Sovyetler gerek Ar-Ge alanında, gerekse silahlanma yarışında çok başarılıydı. Ne var ki bu yarış sırasında geliştirdiği teknolojilerin hiç birisini piyasaya sunmadı, vatandaşlarının kullanımı için üretim yapmayı düşünmedi ve yıkıldı. Çin’in bu örnekten ders almadığı anlaşılıyor. Şöyle ki; Çin, geçtiğimiz günlerde Avrupa’daki çalkantılı ekonomilere çözüm önerisi olarak “Tüketimi artırın” demedi, “Devlet ve özel sektör sabit yatırımlara harcama yapmalı” dedi, yani kendi yöntemini önerdi. Biliyoruz ki, Çin’deki büyümenin neredeyse yarısı sabit yatırımlara bağlıdır. Bunu nasıl yapıyor? Büyümenin yüzde 25’i konut inşaatlarına bağlı, gerisi ise ticari alanlar ile KİT’lerin altyapı yatırımları. Daha mühimi, bu altyapı yatırımları için devlet bankaları KİT’lere ucuz kredi dağıtıyor. Özetle, AB’nin tam tersine, halkın harcaması için destek yerine, yatırıma giderek kamu maliyeti oluşturuyor ve istihdamı yükseltiyor. Ancak, Dragonomics’in analizine göre; Çin’deki inşaat ve çimento tüketimi bu yılın başından beridir düşüşte. Yani tehlike çanları sadece euro krizi için değil, altyapı yatırımları için de çalıyor.

En büyük engel ‘devlet
kapitalizmi’…

Çin ekonomisinde reform yapmanın karşısındaki en büyük engel ‘devlet kapitalizmi’dir. Bunu nasıl mı söylüyorum? “2010 Fortune 500” klasmanına giren 42 Çin firmasının 39’u devlet kurumudur. Çin’deki en büyük 100 firmadan yaklaşık yüzde 75’i devlet tarafından kontrol edilmektedir ve doğal olarak devlet firmalarını başarıyla yöneten parti üyeleri bu zenginliğin özel şirketlere aktarılmasına direnç göstermektedir. Şimdilik Çin’in olası bir krizi öteleyecek kadar döviz rezervi var. Ancak, eldeki veriler büyümenin yavaşladığını, ekonomide stresin arttığını ve sıkıntılı günlerin yaklaştığını gösteriyor.
Öte yandan, Çin’in şimdilik alarm vermeyen demografik yapısına da değinmek istiyorum. Uygulanan tek çocuk politikasına bağlı olarak çalışan nüfusta azalma olacağı; 2030’da 250 milyon Çinli’nin 65 yaşını aşacağı, verilecek emekli maaşları ile sağlık harcamalarının oldukça yüksek maliyet oluşturacağı hesaplanmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılması için bir araştırmadan söz edeceğim. Buna göre; 2000-2050 yılları arasında ABD’deki çalışan gücün yüzde 37 büyüyeceği, Çin’de yüzde 10, Avrupa’da da yüzde 21 oranında azalma olacağı hesaplanmaktadır. Yani Amerikalılar’ın bugünlerdeki hiddet gösterilerine rağmen, Amerika’nın ekonomik geleceğinin Avrupa ve Çin’den daha iyi olduğu söylenebilir.

G-20 değil de G-0 olsaydı!
1990’lardan bu yana kamuoyunun duymaya alıştığı, ama kapsamının ne olduğunu sanırım pek bilmediği uluslararası bir oluşum var. G-20… Yani “Patronlar Kulübü”nü lideri olan ABD işletiyor. Şimdilerde ise Çin’in dünya patronluğundan söz ediliyor. Acaba G-20, G-0 olsaydı, bugünlerde patronluğa soyunan olur muydu dersiniz…
Geçtiğimiz günlerde, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Çin’e gitti, yardım istedi. Tabii yalnızca Sarkozy değil Almanya Başbakanı Merkel de yardım istiyor. Çin’in cevabı ironik idi. “ABD’nin yaptığı gibi siz bizim sırtımızı okşayın, biz de sizin sırtınızı okşarız.” Üç trilyon dolar rezervi olan, ama yaklaşık 1.2 trilyon dolar’ını ABD fonlarında tutan Çin uyguladığı ekonomik modelle ayakta durmayı daha ne kadar başarabilecek acaba? Gün gelip ‘devlet kapitalizmi’ çöktüğünde,  ekonomisinde yapısal değişiklikler yapmamış olan bu ülkede nasıl bir yıkım olur, henüz kimse bir tahminde bulunamıyor. Tehlike çanlarının çaldığını, ama pek kulak verilmediğini bazı gelişmelerden anlıyoruz. Bazı uluslararası şirketlerin yatırımlarını Çin yerine Endonezya, Vietnam ve Tayland gibi ucuz işçilikle üretim yapan ülkelere kaydırdıklarını söylemekle yetiniyorum. Değerlendirmesi size kalıyor artık.
Özetlersek… Kapitalizm de devlet kapitalizmi de gittiği yere kadar gidecek. Akil ekonomistlerin, realist analistlerin bir süredir söyledikleri gibi dünyanın yeni bir ekonomik, sürdürülebilir sisteme ihtiyacı olduğu ortada. “Ümit var mı?” diye sorarsanız eğer, sadece susarım… Yeni yılın iyilikler getirmesini diliyorum…

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com