18 Mart Çanakkale Deniz Savaşı nasıl kazanıldı?

MDN İstanbul

”Bu öyle alelâde bir taarruz değil, herkesin başarılı olmak veya ölmek azmiyle harekete hazır olduğu taarruzdur. Size ben taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

18 Mart, bir milletin yeniden uyanışının ilk günüdür. Baharın habercisidir, hürriyet baharının.


Savaşlarla yorgun düşürülmeye çalışılan, elindeki az mühimmatla mağlup olacağına kesin gözüyle bakılan bir milletin; akıl, birlik, strateji ve inançla neler başaracağının kanıtıdır.


Dünya tarihine Türklerin askeri zekâsının altın harflerle yazıldığı şanlı gündür.

Çanakkale, daha önce yaşanmamış bir savaşa tanıklık etmiş toprakların adıdır. Okyanus ötesinde yaşayan çocuklara kucak açmış, kendi Mehmedinden ayırmamış, bağrına basmış toprakların adıdır. Eşi benzeri görülmemiş bir kardeşliğin, insanlığın, merhametin adıdır Çanakkale.


Mustafa Kemal Paşa, “Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.

 

Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır,” sözüyle emperyalizme tokadını atmış, onu tüm dünyanın gözü önünde yere sermiştir.


Zaferimizin 106’ncı yılında sayfalarımızı bu şanlı Zaferimize ayırdık. Deniz Kuvvetleri Komutanımız Oramiral Adnan Özbal’ın MarineDeal News okuyucularına özel değerlendirmesiyle başlayan bu özel dosya çalışmamızda, alanında uzman ve saygın isimler 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’ni kazanmanıza giden yolu ve bu büyük başarıdaki askeri stratejileri farklı açılardan değerlendirdiler.


Türkiye Cumhuriyeti’nin ön sözü Çanakkale Zaferimizle gururluyuz. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman milletimize minnet borçluyuz. Andımızdır ki, kahraman askerimizin ve tüm şehit büyüklerimizin bu kutlu emanetini de sonsuza kadar sahip çıkarak koruyacağız.


18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimiz kutludur. Coşkuyla kutlanmalıdır.

Kutlayalım…


Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal:

 

Çanakkale, deniz gücünün önemi hakkında aldığımız derslerin en büyüğüdür

 

 

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal, vatan toprağını denizden savunmasıyla tüm dünyayı etkileyen ve tarihin akışını değiştiren Büyük Atatürk ve kahraman Türk askerinin Çanakkale Deniz Savaşları’ndaki kararlı azmini, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimiz için verdiği onurlu mücadele ile düşmana “Çanakkale geçilmez” dedirten ‘Türk deniz gücü’nün deniz harp tarihimizdeki ve günümüzdeki önemini sadece MarineDeal News okuyucularına özel değerlendirdi

 

Bulunduğumuz coğrafyada var olma mücadelemizin en önemli olaylarından birisi, bundan tam 106 yıl önce Çanakkale’de yaşanmıştır. 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi, Türk Deniz Harp Tarihinin en büyük zaferlerinden olmakla birlikte, İtilaf Devletleri’nin “Doğu Sorunu” adını verdikleri “Türk Milleti’ni Anadolu’dan tamamen atma” planlarını boşa çıkaran Türk tarihinin dönüm noktası zaferlerinden biridir.


Bu zafer, Türk milletinin yeri ve zamanı geldiğinde, mücadele azminin doruk noktasına ulaşacağının ispat’ ve aynı zamanda devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün askeri kariyeri için bir mihenk taşıdır.


Çanakkale Deniz Savaşları, üstün teknoloji ve ateş gücü ile denizden taarruz eden düşmana karşı, kısıtlı imkânlara sahip olan Türk askerinin kahramanlığı sayesinde zaferle sonuçlanan ve dünya harp tarihinde önemli yere sahip bir savunma harekâtıdır.

Boğaz’ı geçmek suretiyle, İttifak grubunda Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti’nin başkentini işgal ederek savaş dışında bırakmak ve Rusya ile doğrudan temasa geçerek savaşı kısa sürede bitirmek isteyen İngiltere ve Fransa, çağının en büyük ve en güçlü donanmasıyla 3 Kasım 1914’ten itibaren yüksek ateş gücüyle Boğaz’ı zorlamaya başlamıştır.


İtilaf Devletleri’nin deniz harekât planına göre bir hafta önce mayınlardan temizlenmiş olan Çanakkale Boğazı’nın bütün savaş gemileri kullanılarak geçilmesi hedeflenmiştir. Fakat NUSRET mayın gemisinin Karanlık Liman Bölgesi’ne döktüğü 26 mayın, deniz harekâtının gidişatını değiştirmiştir. 18 Mart günü Boğaz’a girmeye başlayan İngiliz ve Fransız müşterek savaş filosu, NUSRET’in döktüğü mayınlar ve Boğaz’ın iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateşle ağır kayıplar vererek geri çekilmek ve deniz harekatına son vermek zorunda kalmıştır. Yaklaşık 4,5 ay süren deniz harekâtı sonrasında yaşanan bu bozgun İtilaf Devletleri’ne karadan destek almaksızın deniz unsurlarıyla Boğaz’ın geçilemeyeceğini göstermiştir.


Boğaz’ı deniz yoluyla geçemeyeceğini anlayan İtilaf Devletleri, Gelibolu Yarımadası’nı karadan geçebilmek maksadıyla, 25 Nisan 1915 tarihinden itibaren Seddülbahir, Kumkale ve Kabatepe’ye asker çıkartarak harbin Kara Muharebeleri safhasını başlatmıştır. 9 Ocak 2016 tarihine kadar devam eden Çanakkale Kara Muharebeleri, 19’uncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in özellikle Anafartalar ve Arıburnu Muharebelerinde sergilediği liderlik ve Türk askerinin üstün cesareti neticesinde, Gelibolu Yarımadası’nın düşmandan temizlenmesi ve savaşın kazanılmasıyla sonuçlanmıştır.


Yaratıcı fikrin, azim ve iradenin deniz harp tarihindeki en güzel örneklerini veren NUSRET mayın gemisi, MUAVENET-İ MİLLİYE muhribi, SULTANHİSAR torpidobotu, eski gemilerden sökülerek sahile konuşlandırılan top bataryalarında harbe katılan ve denizdeki mayın mâniaların’ tesis eden kahramanlar, Çanakkale Deniz Zaferi’ne isimlerini altın harfler ile yazdırmıştır.


Çanakkale muharebeleri, yakın tarihimizde deniz gücünün önemi hakkında aldığımız derslerin en büyüğüdür. Bu savaş, düşmanı ve tehditleri güçlü bir deniz kuvveti ile ilerde konuşlanarak karşılayamayan bir ülkenin, savaşı kendi topraklarında kabulleneceğini, bunun sonucu olarak insan ve materyal kayıplarının büyüyeceğini göstermiştir. Sonuçları bakımından, etkileri dünyayı saran bu büyük mücadelede elde edilen zafer, yeni bir dönemin de kapısını aralamıştır. Şanlı tarihi boyunca insanlığa örnek olmuş Türk milleti, Büyük Önder ATATÜRK’ün rehberliğinde, aralanan bu kapıdan ilerleyerek, bağımsız ve çağdaş bir devlet kurma hedefine ulaşmıştır.


Bu duygu ve düşüncelerle, başta bugünlere ulaşmamızı sağlayan Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları olmak üzere, bu vatan ve bayrak uğrunda gözlerini kırpmadan canlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve ebediyete intikal etmiş olan gazilerimizi rahmet, min-net ve şükranla; gazilerimizi saygıyla anar, tarihi boyunca ordusuna her zaman destek olan yüce Türk milletine şükranlarımızı sunarız.


Çanakkale Savaşı Deniz Harekâtı, 18 Mart Deniz Zaferi ve Denizaltı Harekâ

 

 

 

 

Tuğamiral (E) Ali Çekiç, Çanakkale Deniz Savaşları’nda Türk ve İtilâf Devletleri’nin denizaltı faaliyetlerini ve denizaltıların savaşa olan etkilerini MarineDeal News için kaleme aldı

 




Bu savaşın başında, birçok bilinmeyen vardı…


Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan, İngiltere’den, Fransa’dan, Hindistan’dan, Senegal’den ve diğer milletlerden savaşa katılanlar ile onların askerleri de Çanakkale Savaşı’na, onların deyimiyle “Gelibolu seferlerine” katılmadan önce, binlerce kilometre uzaklıktaki ne Çanakkale’nin ne Boğazı’nın ne de Gelibolu’nun nerede olduğunu biliyorlardı. Türkiye’nin, Anadolu’nun neresi olduğunu, neden gittiklerini de bilmiyorlardı. Ve kiminle savaşacaklarını da…


Bouvet zırhlısındaki Fransız, Ocean ve Irresistible’daki İngiliz denizciler, 18 Mart 1915’te mezarlarının Çanakkale Boğazı’nın tuzlu suları olacağını bilmiyorlardı.


Amiral de Robeck, harekâttan bir gün önce göreve getirildiği İtilâf Devletleri Filo Komutanlığı’nda, bir gün sonra büyük bir bozguna uğrayacağını bilmiyordu.


Fransız Amiral Guepratte, hatalı rapor veren Yüzbaşı oğlunun idam kararına imza atacağını bilmiyordu.


Büyük cesaretle planlanan ve taktik bir harekâtla Nusrat mayın gemisi tarafından dökülen 26 mayının stratejik kayıplar yaratacağını bilmiyorlardı.


Mustafa Kemal gibi müstesna bir askerin, bütün kara harekâtı planlarını bozacağını ve alt üst edeceğini bilmiyorlardı.


Gelibolu’da az sayıdaki Türk askerinin, her türlü olumsuz şarta rağmen eşi görülmemiş bir şekilde denizden yapılan Marmara ve Boğazlar lojistik nakliyatıyla ve yüzlerce seferle, onlarca tümenlik bir güce çıkarılacağını bilmiyorlardı.


Bilemeyecekleri daha o kadar çok şey vardı ki o bilinmeyenler, bir bilineni tekrar tarihe ve bilmeyenlere öğretti.


Çanakkale Deniz Savaşları Tahkimatı

 

“Çanakkale geçilmez”


Çanakkale ve Boğazı tarih boyunca birçok ulusun geçişine ve savaşlara tanıklık etmiştir. 1915 savaşları da bu tarihsel zincire aynı coğrafyada takılmış güçlü bir halkadır.


“Şark Meselesi” fikri ile hareket eden Batılı güçler; jeopolitik konumu, hammadde kaynaklarına yakınlığı, geniş toprakları nedeniyle Osmanlı Devleti’ni her zaman paylaşmak istemiş, Rusya da sıcak denizlere ulaşmasına engel gördüğü için daima aynı hedefi gözetmiştir. O dönemde Rus buğdayının batıya nakli, Rusya’ya da batıdan silah ve cephane sevk edilmesi gerektiğinden, Rusya’ya ulaşmak için alternatif yollar değerlendirilmiş ve en uygun yolun Çanakkale deniz yolunun kuvvet kullanılarak geçilmesi olduğuna karar verilmiştir. Bu harekâtı İngilizlerin aklına esasen Yunanlılar sokmuştur. Öyle ki, Yunanlılar tüm askeri gücünü Rusya, Fransa ve İngiltere’den oluşan müttefik kuvvetlerin emrine vermeyi önerir. Rusların ve Yunanlıların Boğazlar ve çevresi üzerinde menfaat çatışmalarının olduğu, iki ülkenin de Türk Boğazları’na sahip olmayı uzun zamandır istediği bilinen bir gerçektir.


Çanakkale harekâtı fikrinin yaratıcısı ve savunucusu durumunda olan Bahriye Bakanı Churchill’in çabaları sonucunda İngiliz Hükümeti de Çanakkale Boğazı’na karşı girişilecek harekâtın planlarını kabul etmiştir. Çanakkale’yi deniz gücü ile aşma görevi verilen Amiral Carden’in emrinde toplamda 102 parça dünyanın en büyük armadası tarihte ilk defa bir araya getirilerek toplanır. Müttefik Deniz Kuvvetleri Şubat 1915’ten itibaren üs olarak seçilen Yunanistan’ın Limni Adası’na ve Selanik Limanı’na gelmeye başlarlar.


Bu esnada Osmanlı İmparatorluğu ise harpten önce çok ihmâl ettiği Çanakkale Boğazı savunma sistemini geliştirmeye başlar. Bu nedenle önce sahil bataryaları elden geçirilir. Bu bataryalar iç ve dış savunma hattı olmak üzere iki grupta toplanır.


Meteorolojik tahmin, harekâtın 18 Mart günü yapılabileceğini göstermektedir. Boğaz’ı zorlayan filonun komutanı Amiral Carden durumdan çok ümitlidir, hatta emindir. Nitekim 2 Mart 1915’te Amirallik Birinci Lordu Churchill’e gönderdiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’dayız” diye yazar, meteorolojik tahminin dışında tahmin edemedikleri sürprizlerden habersiz olarak…


Nusrat Mayın Gemisi


Tüm masrafı Osmanlı Donanma Cemiyeti tarafından karşılanan ve Türk mühendislerince Taşkızak Tersanesi’nde yapılan son 26 mayın, İstanbul’dan Selanik gemisi ile getirilmiş ve Yzb. Hakkı Bey komutasındaki Nusrat mayın gemisine yüklenmiştir. O dönemde Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olan Cevat Paşa’nın verdiği “mayın hattı döşenmesi” emrini yerine getirmek üzere 360 tonluk Nusrat, 7-8 Mart 1915 gecesinin şafağında Müstahkem Mevki Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey’i de hamilen kalktığı seyirle bu mayınları müttefik donanmasının manevra sahasına, Erenköy önlerindeki Karanlık Liman’a sahile paralel olarak, büyük bir gizlilik içinde döker. Hattın bu şekilde tesis edilmesinde; düşman gemilerinin bombardıman sonunda mevki değiştirme manevralarını Erenköy Koyu’ndaki Karanlık Liman’da yapmalarının, çok iyi değerlendirilmesi etkili olmuş ve müttefik gemilerinin manevra sahasının kirletilmesi ile baskın tesiri yaratılması hedef alınmıştır. İtilâf Devletleri mayınlar döküldükten sonraki 10 günlük süre içerisinde bu yeni mayın hattının varlığından haberdar olamamışlardır. İngiliz tarihçi Oglander “Büyük Harbin Tarihi Gelibolu Askeri Harekâtı” adlı eserinde, “Pek müsait başlamış olan gün, bu meçhul mayın hattının o fevkalâde ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu 26 mayının deniz savaşının talihi üzerindeki tesiri ölçülemez” demiştir.


Churchill’e çektiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’da” olacağını belirten Amiral Carden, 14 gün sonra ancak Londra’da olabildi. Uykusuzluktan ve sinirden hastalanan Amiral Carden doktorların tavsiyesi ile 12 Mart 1915 günü görevinden istifa etti. Yerine 17 Mart 1915 günü yani harekâttan bir gün önce Amiral de Robeck atandı.


18 Mart 1915 Perşembe sabahı, ağır toplara sahip zırhlı gemiler armadası, 3 hat halinde Türk topçu tabyalarını bombardımana tutarak Boğaz’a girmeye başladılar. Bombardıman sonrası I’inci ve II’nci gruptaki gemiler görev değiştirmek üzere geri çekilip, her zaman yaptıkları gibi Anadolu sahillerine, yani Kepez-Erenköy tarafına doğru dönüşlerini tamamlarken, ilk önce Fransız Bouvet, müteakiben İngiliz Irresistible ve Ocean kruvazörleri mayına çarptı ve kısa bir süre içerisinde battı. Ortaya çıkan bu mayın tehlikesi, Amiral de Robeck’i yeni bir karar vermeye zorluyordu. En doğru karar; muharebeyi kesip Boğaz’ın dışına çekilmekti.


İşte müttefik donanmasına bu ağır sürprizi hazırlayan, Yüzbaşı Hakkı komutasındaki mütevazı Nusrat mayın gemisi ile onun kahraman ve cesur personeliydi. Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a girmeyi hayâl edenler hayâllerini, umutlarını ve gururlarını kocaman çelik tabutlar içinde Çanakkale Boğazı’na gömerek gidiyorlardı.


Türk ordusunun zaferiyle biten günün bilançosu ağırdı. Müttefiklerin o güne kadar “Gambot Diplomasisi” (Uluslararası anlaşmazlık olması halinde savaş olması yerine deniz gücünün, bölgesel ya da yetkisel alanda diğer devleti uyarmak adına kullanılması) yoluyla topraklar fethedip zaferler kazandıkları armadasındaki 3 zırhlısı batırılmış, 4 zırhlısı ise ağır yara almıştı.


Bunun üzerine Çanakkale’yi doğrudan denizden geçemeyeceğini anlayan müttefikler bir kara harekâtı ile deniz geçişinin karadan emniyetini sağlama düşüncesine yöneldiler. Fakat Savaş Bakanı Lord Kitchener aksi fikirdeydi. Ona göre, “Gelibolu Yarımadası’ndaki Türkler öylesine güçsüzdür ki bir İngiliz denizaltısı Boğaz’dan geçmeyi başarıp Gelibolu önünde İngiliz bayrağını dalgalandırsa bütün Türkler perişan olacak” idi. Ama sonuç hiç de düşündüğü gibi olmadı. Bu yüzden Çanakkale Savaşları gerek savaşın devamı gerekse sonuçlanmasından sonra, sadece Türk siyasi ve askeri tarihinde değil, dünya tarihinde de neticeleri itibarıyla müstesna bir yer tutar. Ayrıca, Çanakkale Deniz Savaşları’ndaki müttefik ve Alman denizaltılarının harekâtı da dünya denizaltıcılığının gelişmesine olan büyük etkileri yönünden önemi haizdir.


Zira yepyeni bir silah olan, nasıl kullanılacağı, tesirlerinin ne olacağı konusunda çeşitli görüşler bulunan, tartışmalar yapılan denizaltıların, dünya bahriyelerinde vurucu bir unsur olarak yer alması; BirinciDünya Savaşı süresince mümkün olabilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar sadece kıyı savunması ve abluka gibi operasyonel yarıçapı küçük görevler, verilen denizaltıların kullanım şekli bu savaşta değişmiş, ticaret ve savaş gemilerinin korkulu rüyası haline gelmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nda denizaltı muharebeleri iki ana cephede yoğunlaşmıştır. Birincisi Alman denizaltılarının etkin olduğu Atlantik Cephesi, ikincisi ise doğuda Ege Denizi, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz’i kapsayan cephedir. 1914 yılının temmuz ayının son günlerinde patlak veren Birinci Dünya Savaşı’na İngiltere 77, Almanya 29 ve Fransa ise 45 denizaltı ile girmiştir.


Çanakkale cephesi olarak bakıldığında, 18 Mart 1915 tarihine kadar müttefik denizaltılar, denizden zorlayarak geçme planları kapsamında tahsis edilen deniz kuvveti gücünün içine dâhil edilmemiş ve Marmara Denizi’ne geçiş ile ilgili bir teşebbüste de bulunulmamıştır.


İngiliz Amiral Roger Keyes emrindeki İtilâf Devletleri Denizaltı Filosu başlangıçta, Çanakkale Boğazı’nın denizden ablukasının yanı sıra Yavuz ve Midilli’nin Çanakkale Boğazı’ndan Ege’ye çıkmaları hâlinde onlara taarruz etmekle görevlendirilmişlerdir. Ancak daha sonra Türkler tarafından Boğaz’da tesis edilmiş mayın engellerini yalnız denizaltı gemilerinin geçebileceği düşünüldüğünden, Çanakkale ve Marmara Denizi’nde denenmeleri de öngörülmüştür. Fakat bu denizaltıların Boğaz akıntısını yenip, Çanakkale ile Kilitbahir arasındaki en dar yerden nasıl geçebilecekleri konusunda birtakım tereddütler hasıl olmuştur. Bunu denemek için İngiliz B11 denizaltısı seçilmiş ve dökülmüş olan demirli mayınların tellerinden korunabilmesi maksadıyla baş tarafına özel bir donanım monte edilmiştir. Çanakkale Boğazı’nın düşman gemileri tarafından geçilmesini engellemek için oluşturulan mayın hatlarını korumak maksadıyla Kepez Koyu Sarısığlar mevkiinde sabit batarya haline getirilen Mesudiye zırhlısı, 13 Aralık 1914 günü tüm engelleri geçerek Çanakkale Boğazı’na giren bu denizaltı tarafından atılan torpido ile batırılmıştır. Mesudiye zırhlısının batırılması olayı, İtilâf Devletleri tarafında çok büyük bir etki yaratmıştır. Bu olaydan sonra İtilâf Devletleri, daha büyük ve donanımlı denizaltıların kolaylıkla Marmara’ya geçebileceği ve Marmara’daki Türk savaş ve ticaret gemilerine taarruz edebileceği kanaatine varmışlardır. Bu kanaat ve düşünce ışığında müttefikler, 18 Mart 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’nı denizden zorlayarak geçme teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Gelibolu Yarımadası’nın çıkarma harekâtı ile ele geçirilmesi planının uygulanabilmesi için bölgeye gönderilen takviye ve destek kuvvetleri arasına daha modern ve yüksek seyir menziline sahip denizaltıların da dâhil edilmesi kararını vermişlerdir. Bu kapsamda Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda üslenen Amiral Keyes komutasındaki Müttefik Denizaltı Filosu, 1915 Nisan ayı başı itibarıyla 9 İngiliz ( 7 E, birer B ve H Sınıfı), 4 Fransız (2 Emeraude, birer Brumaire ve Mariotte Sınıfı) ve 1 Avustralya (İngiliz E Sınıfı) denizaltısından oluşmuştur. Ayrıca Marmara Denizi’ndeki İtilâf Kuvvetleri’nin denizaltı harekâtı Bozcaada ve Seddülbahir’e üslenen 20 uçaklık bir hava kuvveti, Saros Körfezi’nde görev yapan uçak gemileri ve balonlardan alınan keşif raporlarıyla devamlı olarak desteklenmiş, denizaltılar bu hava keşifleri sayesinde rahatlıkla hedef bulabilmişlerdir. Uçaklar ve denizaltılar arasındaki bu işbirliği geleceğin denizaltı/hava müşterek harekâtının ilk örnekleri olması açısından oldukça önemlidir.


Çanakkale Savaşları’nda denizaltı kullanılmasının sebepleri


İtilâf Devletleri’ne bağlı denizaltıların Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’nde denizaltı harekâtı yapmalarının amacı, Gelibolu’yu savunan Osmanlı kuvvetlerinin (5’inci Ordu) lojistik durumunu sarsmak olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte İttifak Devletleri’nin bir üyesi olan Alman İmparatorluğu da Osmanlı’yı desteklemek amacıyla savaş sırasında birtakım denizaltı faaliyetleri yürütmüştür. Bu maksatla; savaş sırasında Çanakkale Bölgesi’nde Alman İmparatorluk Donanması’na bağlı olarak faaliyet gösteren iki denizaltı (U21 ve UB 14) bulunmaktaydı.


 

İngiliz denizaltı faaliyetleri


İngiltere, Çanakkale Kara Muharebeleri esnasında Çanakkale’deki Türk birliklerinin başlıca ikmal yolu olan Marmara’da deniz ulaşımının tehlikeye girmesi hâlinde Türk Ordusu’nun açlık ve cephanesizlikten teslim olacağı düşüncesini taşımaktaydı. Bu amaçla savaş süresince İngiliz denizaltıları birçok defa Çanakkale Boğazı’nı geçme teşebbüsünde bulunmuşlardır. Bu amaç doğrultusunda ilk olarak 17 Nisan 1915 günü E15 denizaltısı Boğaz’ı geçme denemesinde bulunmuş, güçlü akıntıyı yenmeye çalışırken tüm batarya kapasitesini tüketmiş, Kepez önlerinde karaya oturmuş, denizaltı zapt edilmiş ve personeli esir alınmıştır. Mayıs ayında Boğaz’ı geçen E14 ve E11 denizaltıları Marmara’da yoğun faaliyet göstermişlerdir. Bu arada E14, Marmara’ya giren ve geri dönmeyi başaran ilk denizaltı olma özelliğini de taşımaktadır. Özellikle E11 hem Çanakkale Boğazı’nda hem de Marmara’da aktif olarak birçok faaliyette bulunmuştur. Marmara’da en çok gemi batırmakla ün kazanan denizaltı olan E11, Bakırköy önlerinde Peleng-i Derya gambotunu torpido ile vurmuş, ancak bu küçük gambot batmasına yakın açtığı top ateşi ile denizaltıyı periskopundan vurarak görev yapamaz hâle getirmiştir. Marmara’da bulunan E7, E12, E14 denizaltılarının harekâtı Haziran-Temmuz 1915 aylarında oldukça etkili olmuştur. Bu denizaltılar nakliye gemilerinin seyirlerini engelledikleri gibi limanlarda bulunan çeşitli kömür, erzak, ray yüklü küçük vapurları da batırmışlardır. En ciddi tehlike ise E2, E11, E14 denizaltılarının Marmara’da bulunduğu 1915 yılının ağustos ayında meydana gelmiştir. İngiliz denizaltıları içinde E11 üç defa, E7 ve E14 iki defa, H1 ise bir defa Marmara’ya girip çıkmayı başarmıştır.


 

Fransız denizaltılarının faaliyetleri


Marmara’ya giren İngiliz denizaltılarının saldırgan hareketlerine karşılık, Fransız denizaltıları kayda değer bir başarı gösterememişlerdir. Çanakkale Savaşları süresince dört Fransız denizaltısı Marmara Denizi’ne girmeye teşebbüs etmiş, dördü de etkisiz hâle getirilmiştir. İlk olarak 15 Ocak 1915 tarihinde Saphir Boğaz’a girmiş, bir müddet sonra pusulası bozulan denizaltı Köse Burnu Kalesi’nin 200 metre açığında satha çıkmıştır. Aynı bölgede gözetleme görevinde bulunan İsa Reis gambotu ve Nusrat mayın gemisi hemen yanlarında gördükleri bu denizaltıyı ateş altına almışlar ve Tekke Burnu açıklarında sığlığa oturmasını sağlamışlardır. Bu olaydan sonra Joule denizaltısı, 1 Mayıs 1915 günü Boğaz’ı geçmeye çalışırken Kepez açıklarında mayına çarparak batmıştır. 27 Temmuz 1915’te bu sefer Mariotte denizaltısı Boğaz’ı geçme girişiminde bulunmuş, Çanakkale’de denizaltı ağlarına takıldıktan sonra Çimenlik Kalesi’nden açılan topçu ateşi ile batırılmıştır. Son olarak 30 Ekim 1915 günü Marmara’ya girmeyi başaran ilk ve tek Fransız denizaltısı Turquoise arıza nedeniyle geri dönmek zorunda kalmış, Kilitbahir’de kıyı bataryalarında görevli Müstecip Onbaşı tarafından kulesi görünen denizaltı, 3’üncü top atışında periskopundan vurularak ele geçirilmiş, gemiye el konulmuş ve personeli esir alınmıştır. Yedekte İstanbul’a getirilip Haliç’e alınan denizaltıya 10 Kasım 1915’te yapılan bir törenle “Müstecip Onbaşı” adı verilmiştir. Bu denizaltı savaş süresince, Marmara ve Karadeniz’de görev yapan Alman denizaltılarının batarya imlaları için cereyan botu olarak kullanılmış, Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile Fransızlara iade edilmiştir. Fransız Turquoise denizaltısından ele geçirilen belgelerden bir müttefik denizaltısının Marmara’da buluşma yeri tespit edilmiş, 5 Kasım 1915 günü randevu yerine giden Alman UB14 denizaltısı, İngiliz E20 denizaltısını batırmıştır.


 

AE2 Avustralya denizaltısının Sultanhisar torpidobotu tarafından batırılması


Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara’ya girmeyi başaran Müttefik Filo’ya ait ilk denizaltı, Avustralya’nın AE2 denizaltısıdır. 25 Nisan 1915 tarihinde İtilâf Kuvvetleri’nin Gelibolu Yarımadası’na çıkarma harekâtına başladığı gün Yarbay Mustafa Kemal’in ANZAC (Australian and New Zealand Army Corps (Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu)) kuvvetlerine karşı 57’nci Alayı emir beklemeden muharebeye sokarken verdiği, “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum, biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilirler” tarihi emri ilk gün muharebelerinin kaderini değiştirirken, AE2 denizaltısı da Boğaz’dan geçme teşebbüsünde bulunmuştur.


Bu denizaltıya, Marmara’da Çanakkale Boğazı girişinde bulunan Turgutreis ve Barbaros Hayrettin zırhlıları ile nakliye gemilerini torpido atışı ile vurmak ve bilahare İstanbul’dan yapılan nakliyatı önlemek görevi verilmiştir. Belirli periyotlarla Eceabat ile Çanakkale arasında keşif ve karakol faaliyetleri icra eden Sultanhisar torpidobotu İstanbul’a dönmek üzere bölgeden ayrılırken Karaburun civarında uzak mesafeden AE2 denizaltısını tespit etmiştir. Kıdemli Yüzbaşı Ali Rıza Bey komutasındaki Sultanhisar torpidobotu topu ile denizaltıya ateşe başlamış, yaklaşık 2,5 saat süren mücadeleden sonra denizaltı batırılmıştır. AE2 denizaltısı 37 mil uzunluğundaki Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara’ya giren ve Osmanlı Donanması tarafından batırılan ilk denizaltı olmuştur.


Alman denizaltılarının faaliyetleri


Çanakkale Kara Muharebeleri süresince Almanya’nın, müttefiki Osmanlı Devleti’ne denizden yapabileceği tek yardım, bölgedeki Birleşik Filo gemilerine denizaltılarla taarruzla mümkün olabilmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Donanması’nda mevcut 2 denizaltı (Abdülhamit ve Abdülmecid) teslim alındıktan bir süre sonra yaşanan teknik sorunlar nedeniyle Haliç’te çürümeye terk edilerek 1910 yılında envanterden çıkarılmış, İngiltere ve Fransa’dan alınması planlanan denizaltılar ise savaşın başlaması üzerine Osmanlı Devleti’ne verilmemiştir. Bu esnada Başkomutanlık Vekâleti de Alman Amiral Souchon aracılığıyla Mart 1915 ayında Almanya’dan denizaltı talebinde bulunmuş, bu denizaltılar ancak mayıs ayı ortalarında Çanakkale önlerine gelebilmişlerdir. İlk olarak U21 denizaltısı 25 Mayıs 1915 günü Gelibolu Yarımadası’na ulaşmıştır. 1915 Mayıs ayı ortalarına doğru İtilâf donanmasına bir Alman denizaltısının Cebelitarık Boğazı’nı geçtiği haberi gelmiş ve İtilâf donanmasında huzursuzluk başlamıştır. Bununla birlikte 13 Mayıs gecesi Morto Koyu’nu üs edinerek, Türk mevzilerine top ateşiyle büyük zararlar vermekte olan Goliath zırhlısının Osmanlı donanmasına ait Muavenet-i Milliye torpidobotu tarafından batırıldığı haberi de Londra’ya ulaşmıştır. Bu olaylar, İngiliz gemilerinin maruz bulundukları tehlikeyi gösterince 19 Mart 1915’ten beri toplanmayan Savaş Konseyi, 14 Mayıs 1915’te tekrar toplanmıştır. Bu toplantıda Birinci Deniz Lordu Amiral Fisher ile Savaş Bakanı Lord Kitchener arasında Alman denizaltı tehlikesinden dolayı Queen Elizabeth’in Londra’ya geri çekilmesi konusunda büyük bir gerginlik yaşanmıştır. Kitchener, gerek askerî açıdan gerekse de siyasi açıdan Queen Elizabeth’in geri çekilmesine sıcak bakmamış, böyle bir kararın özellikle Çanakkale Boğazı’nın geçilme teşebbüsünden vazgeçileceği algısını oluşturabileceğinden duyduğu kaygıyı ifade etmiştir. Bu gelişmeler yaşanırken Alman U21 denizaltısı 25 Mayıs 1915 günü Arıburnu bölgesinde Kabatepe açıklarında Türk birliklerini top ateşine tutan İngiliz Triumph zırhlısını torpido ile batırmıştır. Bu olaydan iki gün sonra, 27 Mayıs günü kara birliklerine ateş desteği sağlamak üzere Seddülbahir önlerinde bulunan ve sekiz muhrip tarafından korunmakta olan Majestic muharebe gemisi yine U21 denizaltısı tarafından atılan torpido ile batırılmıştır. U21 denizaltısının iki büyük İngiliz savaş gemisini batırması, İtilâf donanmasına maddi ve manevi büyük bir darbe daha indirmiştir. Bu iki olayın sonucu olarak, İngiltere Deniz Bakanlığı muhripten daha büyük gemilerini, yani zırhlılarını Gelibolu Yarımadası’ndaki kara harekâtını top ateşiyle destekleme görevinden çekme ve bu gemilerini Mondros Limanı’na alma kararını vermiştir. Bundan sonra kara harekâtını destekleme görevini hafif tonajlı gemilerin yapması öngörülmüş ve Çanakkale’yi, denizden donanma ile zorlama fikri ebediyen terk edilmiştir. Ayrıca İstanbul Filotillası’na katılan UB-14, 1915 yılı kasım ayında Marmara Denizi’nde İngiliz denizaltısı E20’yi batırdıktan sonra Karadeniz’de görevlendirilmiştir.



Sonuç olarak; Bir zamanlar Akdeniz’i Türk gölü haline getiren Osmanlı Devleti 19’uncu yüzyılın sonlarında güçlü ve etkin bir donanmasının olmaması nedeniyle bu denizdeki hak ve menfaatlerini tamamen terk etmiş ve Anadolu’ya sıkışmıştır. Devlet yöneticileri bu konuda tedbir almak için gayret göstermişlerse de ehil olmayan ellerde yapılan planlamalar ile istenen hedefe ulaşılamamıştır. Çanakkale Deniz Savaşları’nda mayın ve denizaltı gemileri deniz harp metotlarını değiştirmiş, harbin sonuçları üzerinde etkili olmuştur. Nusrat’ın Karanlık Liman’a döktüğü mayınlarla Çanakkale’nin denizden geçilemeyeceğine karar veren müttefik devletler kara harekâtına başlamışlardır.


Gizlilik ve sürpriz etkisiyle karşı tarafa herhangi bir ön ihbar vermeksizin taarruz imkânı sağlayan denizaltılar, Birinci Dünya Savaşı’nda “Çanakkale Geçilmez” sözünün tek istisnası olmuştur. Çanakkale Savaşları’nın askerî açıdan değerlendirilmesinin bir diğer yönü İtilâf ve Alman denizaltılarının yapmış olduğu harekâttır. Türk kuvvetlerinin deniz yoluyla ikmal almasını önleyerek savaşın kazanılması maksadıyla başlatılmış olan denizaltı harbi, 25 Nisan 1915’te ilk denizaltının Marmara’da görülmesinden İtilâf Kuvvetleri Gelibolu’dan çekilinceye kadar devam etmiştir. Bu silahla, Türk kuvvetlerine ait lojistik hizmetlerin vurulması amaçlandığından Çanakkale Boğazı gibi dar, akıntılı, mayınlı ve korumalı yerlere denizaltıların girip giremeyeceğinin denemesi yapılmış ve B11 İngiliz denizaltısı Çanakkale Boğazı’ndan içeri girmeyi başarmıştır. Bu denizaltının başarısı, İtilâf denizaltılarına Boğaz’ı geçip, Marmara deniz ulaştırmasına taarruz görevi verilmesinin nedeni olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda denizaltılar gibi uçaklar da yeni kullanılmakta olduklarından, bu iki yeni tip silah deniz harp tarihinde ilk defa Çanakkale Deniz Savaşları’nda işbirliği yapmış ve geleceğin denizaltı/hava müşterek harekâtının öncüsü olmuşlardır. Çanakkale Kara Muharebeleri süresince İtilâf Devletleri denizaltıları Marmara Denizi’nde son derece aktif rol oynamışlardır. Gelibolu’ya yönelik lojistik destek esnasında İtilâf Devletleri denizaltıları saldırılarını 5’inci Ordu’nun hayati önem taşıyan bağlantı hattına yöneltmişler ve çok sayıda nakliye gemisini batırmışlardır. Bu dönemde Çanakkale Boğazı’nı 27 kez geçmeye teşebbüs eden İngiliz, Fransız ve Avustralya denizaltılarının harekâtı değerlendirildiğinde; Marmara’da deniz ulaştırmasının aksamasında etkili oldukları, hatta kayıplar verdirdikleri, fakat Çanakkale Savaşları’nın lojistik desteğini kesemedikleri neticesi büyük bir açıklıkla ortaya çıkmıştır. Bu harekât sırasında Türk tarafında toplamda 8 harp gemisi (Mesudiye ve Barbaros zırhlıları, Peleng-i Derya ve Nurü’l-bahr gambotları, Yarhisar muhribi, Samsun, Nara ve Sakız yardımcı gemileri), 31 nakliye gemisi batırılmış, 200’den fazla yelkenli ve mavna tahrip/imha edilmiştir. Buna karşın Boğaz’daki Türk kuvvetlerinin ikmâl yollarını denizden kesmekle görevlendirilen müttefiklerin 14 denizaltısından 4 İngiliz (E7, E14, E15, E20), 3 Fransız (Joule, Mariotte, Saphir) ve 1 Avustralya (AE2) olmak üzere toplam 8 denizaltısı batırılmış, 1 Fransız (Turquoise) denizaltısı zapt edilmiştir. Yaşanan olaylar, Lord Kitchener’in görüşünü doğrulamamış; Türk denizcileri verdikleri kayıplara rağmen, Gelibolu’daki Türk birliklerinin lojistik desteğini sağlamaya devam etmişlerdir. Sonuçta sekiz buçuk ay süren denizaltı harbi süresince Osmanlı Devleti’nin ikmâl hatları bozulmuş olmasına, ikmâl ve lojistik desteğin denizden karaya yönlendirilmiş olmasına rağmen deniz nakliyatının ağırlıklı olarak Marmara Denizi’ne yönelik yapıldığı, savaşın gidişatını etkileyecek birlik ve lojistik sevkiyatın pek fazla zarar görmeden hedef limanlarına ulaştırıldığı tespit edilmiştir.



Bu süre zarfında Osmanlı bahriye subayları çok amansız şartlara, kısıtlı imkânlara ve büyük tehdide rağmen üzerlerine düşen görevleri lâyıkı veçhile ve fedakârca yerine getirmişlerdir. Bunun için Çanakkale Deniz Savaşı’nda Kahraman Nusrat’ın yanında bu kahraman ve fedakâr bahriyelilerin de hakkını teslim etmek bizim boynumuzun borcudur.


Çanakkale Savaşları’nın unutulmaz kahramanı, Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal’in başarısı müteakip yıllarda başlayacak Kurtuluş Savaşımızın ana gurur kaynağı olmuştur.


10 Ağustos 1914’te bir destanın yazılacağı Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’na getirilen Cevat Paşa, Nusrat mayın gemisine “26 mayını kıyıya paralel olarak döşeme” emrini vererek düşman donanmasını adeta bozguna uğratmıştır. Düşman gemilerini boğazdan geçirmeyerek tarihe “Çanakkale Geçilmez” mührünü vurmuş ve bu zaferden dolayı “18 Mart Kahramanı” unvanıyla anılmaya başlanmıştır.


Bu sene 106’ncı yıldönümü kutlanacak 18 Mart Deniz Zaferi için şu hususu da hatırlatmak yerinde olacaktır. İkinci Meşrutiyet’e kadar yıllarca Haliç’te çürümeye terk edilen Osmanlı Donanması yeterli olsaydı, Çanakkale’de Donanmamız mayın mâniaları arkasında bir kıyı bataryası gibi kullanılmayacak ve denizlerden gelen bu tehdidi en ileriden karşılama ilkesine uygun harekât icra edebilecek, düşmanın karaya çıkması

önlenebilecek ve belki de binlerce vatan evladı yitirilmeyecekti. Dün yaşananlardan alınan dersler kapsamında bugün Türk Deniz Kuvvetleri düşmanı denizlerde karşılayacak ve orada durduracak çağdaş savaşçılarıyla yurt savunmasındaki rolünü yürütecek imkân ve kabiliyetlere ulaşmış olup Mavi Vatan’da da bunun devamlılığını sağlamak için var gücüyle çalışmalarını sürdürmektedir.


Bu arada birkaç cümle de kahraman, vefakâr ve cefakâr Türk kadını için söylemek istiyorum. Çanakkale Savaşı sürecinde; cephede erkeklerle omuz omuza düşmana karşı savaşırken, cephe gerisinde de aktif bir rol üstlenerek çeşitli faaliyetleri ile savaşa destek vermişlerdir. Onlar yaşadıkları her türlü fiziki ve psikolojik zorluğa rağmen cesaretleri, çalışkanlıkları, zekâları ve sadakatleri ile ön plana çıkmışlardır. Türk kadınının, Çanakkale’de askeri, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda göstermiş olduğu faaliyetler; Milli Mücadele Dönemi’nde daha aktif rol üstlenmelerine zemin hazırlamış ve Yeni Türk Devleti’nin kurulması sürecinde de kadının toplumun tamamlayıcı, birleştirici, dinamik ve modern unsuru olmasında etkili olmuştur. Şimdi bizler de o fedakâr annelerimize diyoruz ki: Hür yaşadığımız vatan topraklarında attığımız her bir adımda, sizlerin fedakârlığını unutmadan, bizlere aşıladığınız vatan sevgisinin bilinciyle sizleri rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.


Bu vesileyle; o günleri yaşayan ve bizleri bugünlere hazırlayan, her otu aş, her taşı kurşun bilen, vatanı için ölmeyi şereflerin en büyüğü kabul eden başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere karada, denizde ve havadaki bu kahramanlarımızı, gazilerimizi ve aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Mezarları denizler, toprakları tuzlu sular, kefenleri köpükler, mezar taşları dalgalar olan deniz şehitlerimizin de aziz hatıraları önünde tazimle eğilerek, manevi huzurlarında saygı ve şükranlarını sunmanın her Türk’ün bir namus borcu olduğunu üzerine basa basa bir kez daha ifade etmek istiyorum.


Yazımı Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa’nın 18 Mart Deniz Zaferi akşamı Boğaz’dan geri çekilen düşman donanmasını seyrederken söylediği sözleriyle tamamlamak istiyorum.


“Gittiler, Geçemediler, Geçemeyecekler”

 

18 Mart Deniz Zaferi neden çok önemlidir?

 

Çanakkale Deniz Savaşı


18 Mart, tarihsel anlamı benzersiz olan zaferlerimizin en önemlilerinden birisidir’ diyen Piri Reis Üniversitesi Denizcilik Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Vekili Öğretim Görevlisi Funda Songur, düşman güçlerine geçit verilmeyen 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’ni ve zafere giden yolu MarineDeal News için kaleme aldı


 

18 Mart 1915 zaferini anlamak, o zamanın Osmanlı Devleti’ni ve içinde bulunduğu uluslararası ilişkiler sistemindeki devletleri anlamakla örtüşür. 18 Mart tek bir gün değildir; bu nedenle 19’uncu yüzyılın nasıl kapandığına bakmak ve 20’nci yüzyılın ilk çeyreği ile bağlamak oldukça gereklidir.


Türk toplumu askeri yönü baskın olan bir toplumdur ve kurduğu tüm devletlerde bu unsur açıkça görülmektedir. Osmanlı Devleti bunun bir istisnası değildi. Özellikle devletin her kademesinde çöküşün yaşandığı yıllarda modernleşme ihtiyacının farkına varılması ve ilk hareket noktası olarak orduyu ıslah etmek üzerinde çalışılması bundandır. Askeri kuvvetlerin eğitimi ve yeniden teşkili gibi tüm ıslah hareketleri 18’inci yüzyılın ikinci yarısında başlayarak ve gittikçe detaylandırılarak devam etti. 20’nci yüzyıla gelindiğinde Osmanlı siyasi olarak yakın olduğu devletin askeri teşkilat düzenini benimsemiş görünüyordu. Karada Alman etkisi sürerken, deniz kuvvetlerinde İngiltere’nin varlığı hissedilir ölçüdeydi.


Avrupa devletleri arasında bloklaşmanın hiç hız kesmeden devam ettiği uzun yıllar içerisinde yaşanan çeşitli savaş ve krizler boyunca Türk Boğazları’na saldırı dahi düzenlenmişti. Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya Donanması’nın Çanakkale Boğazı’na kadar geldiği 1912 yılı nisanı, buna karşın büyük güçlerin İtalya’yı uyarması, Balkan Savaşları karmaşası bunun son örnekleridir. Avrupa güçlerinin bloklaşması devam ederken dönem dönem Osmanlı’ya karşı ortak hareket ettikleri bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sadece bir buçuk yıl önce Osmanlı’yı büyük devletleri dinlemeye ve onların aldıkları kararları uygulamaya davet etmişler aksi halde toprak bütünlüğünün tehlikeye düşeceğini içeren bir nota dahi vermişlerdi.1

 

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaz ise onun, borç aldığı Batılı devletlere bağımlı kalmasını destekliyor ayrıca tüm modernleşme çabalarında yabancı danışman ve askerlerin varlığı Osmanlı’yı daha da karşı konulmaz bir muhtaçlığa itiyordu. Bilindiği üzere Osmanlı’da ilk dış borçlanma, yüzyıllardır zaten süregelen mali bunalımına rağmen, Kırım Harbi ile başlamış, Fransa ve İngiltere tüm borçluluk süreci içerisinde en önemli iki ülke konumunda kalmıştı. Burada her iki ülkenin de gelişen kapitalizm kurumları içerisinde ihtiyaç fazlası olarak ortaya çıkan bir para varlığına sahip olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Osmanlı’nın aldığı borçlar sonrası onu yönetemeyecek duruma düşmesi neticesinde, devlet gelirlerini doğrudan borç verenlere dağıtmak üzere devlet içine giren yabancı el Düyûn-ı Umûmiyye kurulduktan sonra Almanya piyasaları da borç alınacak piyasalardan biri haline geldi. Böylece bahsi geçen emperyalist devletler kurumları aracılığıyla o dönemde örneği olmayan yüksek faizlere karşılık Osmanlı’da iyice kök salmaya başladı.2 Her biri verdikleri borçları ülkeye müdahale etmenin meşru aracına dönüştürdü. Hatırlanmalıdır ki buradan gelen borç yükü 1954 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmeye devam edecekti.

Bunu Paylaşın