15. yıl krizi sendromu…

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com

1982’deki Meksika krizinden 15 yıl sonra, 1997’de Doğu Asya krizi yaşandı. Bazı ekonomistler ve analistlere göre, yine bir 15 yıl geçti ve 2012’de gelişmekte olan ülkelerde yine bir kriz olacak. Bir dejavu mu yaşanacak, yoksa bu varsayım yalnızca bazılarının sendromu olarak mı kalacak bekleyip göreceğiz…

Görüşlerine değer verilen çoğu ekonomist ve analistlere göre, gelişmekte olan ülkelerin geçtiğimiz on yıldaki ekonomik performansları “muhteşem” olarak nitelendiriliyor. Onlara göre; gelişmekte olan ülkelerin borçlarının GSYM’lerine oranı incelenirse, söz konusu ülkelerin ekonomik büyüme performanslarının gelişmiş ülkelerden çok daha iyi olduğu kolayca görülür. Acaba bu saptamalar geleceğe ümitle bakılması için yeterli mi? Kritik soru bu. O zaman, 2012 ile ilgili ardı ardına soruları sormaya başlayalım. Yükselen güç Çin sert bir düşüş yaşayabilir mi? Emtia fiyatlarındaki olası düşüşler Latin Amerika ülkelerini nasıl etkileyecek? Kimi AB ülkelerinin içine düştükleri borç krizi, Türkiye dâhil, tüm AB sistemini nasıl etkileyecek? Bütün bu soruların ötesinde bir de “15. yıl krizi” sendromu var…  Yani, bir kısım ekonomist ve de analistin gelişmekte olan ülkelerin 2012’de mutlaka kriz yaşayacağı öngörülerinden söz ediyorum. Dayandıkları temel, gelişmekte olan ülkelerin geçmişte 15 yılda bir yaşadıkları krizleri esas almak gibi amprik bir değerlendirme…

15 yıl teorisi ne kadar rasyonel?
Sürekli yabancı sermaye girişi ile şahlanan Meksika ekonomisi, bu sermayenin geri çıkışı ile 1982’de borç batağına saplanmış, kriz hemen hemen tüm Latin Amerika ülkelerini etkilemişti. 15 yıl sonra, 1997’de patlayan Doğu Asya krizi, Tayland başta olmak üzere, tüm Güney Doğu Asya ülkelerinde deprem yaratmıştı. Şimdi 2012’deyiz ve bir 15 yıl daha geçti. Bu amprik görüş sahiplerine göre kriz kaçınılmaz. Doğal olarak sizler “2008’deki krizden ne haber?” diye sorabilirsiniz. İrdeleyelim…
Bu sorunuzu cevaplayabilmek için 2008 ekonomik krizinin nedenini sorgulamak gerekir. 2008 krizinin “Finansal Kriz” olduğu, hatta literatüre “2008 Yılı Finansal Krizi” olarak geçtiğini biliyoruz. O krizde, kriz yönetiminin odağında Atlantik’in iki yakasındaki bankalar öne çıktı. “Finansal kriz finansal destekle aşılır” düşüncesiyle yol haritası çizildi ve ekonomiyi hızla canlandırmak adına geçici ve palyatif programlar uygulanmaya başladı. Ancak, yol haritası çizen bankalar, kendilerine göre haklı nedenlerle, çizdikleri bu haritaya pek uyamadılar. Faiz oranlarının düşmesine rağmen “borç verme” konusunda pek istekli olmadılar. Kurtarmaya çalıştıkları ekonominin hasta olduğunu gerekçe göstererek kredi verilebilecek kişi ve kurumların çok fazla olmadığını öne sürdüler. Belki bir yerde haklıydılar. Çünkü dönem itibariyle piyasada milyar ya da trilyon dolar’lık varlığa sahip büyük firmalar da yatırımdan kaçınıyorlardı. Sorun paranın azlığından değil, bütün destek söylemlerine rağmen ekonominin güvenilmezliğinden kaynaklanıyordu.

Döviz rezervleri gerçekten kurtarıcı mı?
1997’deki Doğu Asya Krizi’ni yöneten I.M.F. ve A.B.D.’nin uyguladıkları program; gelişmekte olan ülkelerin hızla döviz rezervlerini arttırmaya yöneltti. Bu ülkeler 1982 Meksika Krizi’nden gerekli dersi almışlardı. Kısaca, doğrudan yabancı yatırımının ya da fon akışının ani şekilde durması veya çıkışa geçmesi durumunda en iyi savunma silahının yeterli döviz birikimine sahip olmak olduğu tecrübeyle öğrenilmişti. Bir başka söylemle, ülkeler, yeterli döviz rezervlerinin bulunmadığı hallerde ekonomik egemenliklerini kaybedeceklerini anlamışlardı. O dönemde özel uluslararası finans kuruluşları da bu yaklaşımı desteklemişlerdi. Bu görüşten hareketle gelişmekte olan ülkelerin hemen hemen hepsi “bir daha asla” mantığı ile döviz rezervlerini büyütmek için çaba gösterdiler. Öyle ki, 2012 itibariyle, gelişmekte olan ekonomilerin sahip oldukları döviz rezervinin 7 trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Bir başka söylemle herhangi bir yatırıma dönüştürülmeyen trilyon dolar’lar bankalarda, yastık altlarında uykuya yatmış durumda.
Sonuç olarak, yüksek döviz rezervi oluşturan ülkelerin harcamaya yönelmeleri, çeşitli sektörlere yatırım yapmaları ile 2008 Finansal Krizi’nin çok daha az hasarla atlatılması mümkündü. Olmadı. Büyük döviz rezervine sahip ülkeler gerçekten krizi en az hasarla atlattılar. Krizin ağır hasara yol açmasının bir başka nedeni de Atlantik’in iki yakasından Çin’e yapılan mali destek çağrılarının kabul görmemesi idi. Belirttiğim bu nedenlerle, amprik ekonomist ve analistlerin gelişmekte olan ülkelerle ilgili “15. Yıl Krizi” tahminlerinin gerçekleşmesi bana göre olası değil.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com