Yüce Yöney – Yıldızlara mı gitsek, bitki mi yesek?

MDN İstanbul

Stephen Hawking’e göre insan türü hayatta kalmak için yıldızlara açılmalı. Peki ama dünyada neler yapabiliriz? Yönetmen James Cameron et yememeyi öneriyor

Evrenbilimci ve fizik profesörü Stephen Hawking geçtiğimiz ay içinde başka bir yıldız sistemine çok küçük bir uzay aracı gönderecek projeye destek verirken yaptığı açıklamada “Eğer insan türü olarak hayatta kalmak istiyorsak yıldızlara açılmamız gerekiyor” diyordu.

Hawking umutlu: “Son 20 yıldaki ve gelecekteki teknolojik gelişmeler bunu bir kuşak içinde öğrenmeyi mümkün kılabilir.” En yakın yıldız sisteminin 40 trilyon kilometre uzaklıkta olduğu ve bugünün teknolojisi kullanılırsa o sisteme ulaşmanın 30 bin yıl süreceği düşünülürse Hawking’i fazla iyimser olarak niteleyebiliriz. Ancak bu konuda onun bizden fazla bilgisi olduğuna güvenmeyi tercih etmek daha iyi olabilir. Nitekim yukarıda söz ettiğimiz proje de bu süreyi kısaltmanın mümkün olacağı fikrinden yola çıkılarak hazırlanmış; plan yolculuk süresini 30 yıla indirebilecek bir uzay aracı yaratmak…

Tabii geleceğe dair umutları taze tutmak ne kadar güzelse de bugünün acil sorunlarıyla ilgilenmek de o kadar zorunlu. İnsanlara yıldızlararası yolculuklar, yeni dünyalar hayalleri/planları yaptıran sadece merak, macera ruhu, gelişme güdüsü değil. Çeşitli biçimlerde dünyamızı yoketttiğimizi kavradığımız için biraz da bu arayışımız.

O yoketme biçimlerimizden biri de küresel ısınma ve iklim değişikliğine yol açan bir “medeniyet” kurmuş olmamız. Ve ne yazık ki küresel ısınma ve iklim değişikliği dünyadaki yaşamı şimdiden tehdit ediyor. Dahası gelecekte ne sonuçları olacağını bırakalım, bugün bile can alıyor.

İngiliz uzmanların bir araştırması iklim değişikliğinin tarım ürünleri ve gıda zinciri üzerindeki etkisiyle ilgili ve etkileyici bir nedensellik ilişkisi sunuyor. Ünlü Oxford Üniversitesi’nin uzmanlarının imzasını taşıyan araştırmanın sonuçları “The Lancet” isimli tıp dergisinde yayımlandı. Araştırmaya göre iklim değişikliği sel ve fırtına gibi aşırı hava olaylarını tetikliyor. Ayrıca iklim değişikliğine bağlı olarak birçok üründe rekolte kaybı ve kalite düşüşü kaydediliyor. Uzmanların bakışına göre tarım ürünlerindeki kayıp, insanların günlük ortalama kalori tüketiminin azalmasına yol açacak. Meyve tüketiminde azalma oranı yüzde 4’e ulaşacak. Meyve ve sebze tüketiminin azalması da kalp krizi, kanser ve felce bağlı ölüm vakalarının sayısını arttıracak. Etkileyici bir mantık zinciri değil mi?

Peki bu yüzden kaç kişi ölebilir? Uzmanların hesaplamalarına bakılırsa hiç de az değil: 529 bin kişi iklim değişikliğine bağlı zincirleme gelişmelerin etkisiyle hayatını kaybedebilir. Araştırma ekibinin başkanı meseleyi tüm gerçekliğiyle anlatırken gıda zincirinde meydana gelebilecek en küçük değişikliğin dahi insan sağlığı üzerinde geniş boyutlu etkileri olabileceğini vurguluyordu.

Haksız demek mümkün mü? Hatırlayalım, geçen yıl Dünya Bankası tarafından yayınlanan bir raporda, iklim değişikliğine bağlı olarak 15 yıl içinde 100 milyon civarında kişinin yoksulluğa sürüklenebileceği söyleniyordu. Dünya Bankası uyarmıştı, küresel ısınma durdurulamazsa yoksul insanların sayısının 2030’a kadar yüz milyon daha artma tehlikesi var diye. Özellikle Afrika ve Güney Asya bölgelerinin etkileneceğini belirtmişti: Kuraklık ya da sellerin yol açtığı toprak kaybı açlık, gelişim geriliği, sıtma, yüksek gıda fiyatları gibi diğer yıkıcı sonuçları doğurabilir.

Dünyadaki farklı ülkelerdeki durum şöyle: Etiyopya’da son 30 yılın en kötü kuraklığı yaşanıyor. Aylardır yağmur yağmadı. Birleşmiş Milletler verileri 10 milyondan fazla insanın acil gıda yardımı beklediğini gösteriyor. Daha kötüsü, bu sayının çok kısa sürede iki katına çıkabileceği öngörüsü. Üstelik yakın tarih de ürkütücü öngörüyü doğruluyor: 1984’te Etiyopya’da bir milyona yakın insan yetersiz beslenmeden ölmüştü. Etiyopya hükümeti bugün de 400 bin çocuğun yetersiz beslenme nedeniyle tedavi gördüğünü bildiriyor.

Afrika’nın diğer ülkelerinde de durum iç açıcı değil. Zimbabve mesela; 2015’te ülkeye bir önceki yıla oranla yüzde 50 daha az yağmur yağdı. Sonuç; tarlalar, tarım alanları tamamen kurumuş durumda. Dünyanın başka yerlerinde sel felaketlerine yol açabilen El Nino, yani okyanus yüzeyinde oluşan olağandışı ısınmaların neden olduğu hava, Zimbabve’de kuraklık yaratıyor. Afrika’da kuraklık 14 milyon insanı tehdit altında bırakmış durumda.

Yeryüzünün başka bir yerinde, Bolivya’da üç bin kilometrekareye yayılan, ülkenin bir zamanlar en büyük ikinci gölü olarak anılan Poopo buharlaşıp yok oldu, geriye zamanında gölün en derin bölümünde bulunan üç bataklık kaldı. Çevreci örgütler bunun bir iklim felaketi olduğunu belirtiyor. İddialarına göre, bölgede sıcaklık son otuz yılda neredeyse iki derece arttı ve yağış miktarı her geçen yıl daha da azalıyor. Kuşkusuz bu gölün kurumasındaki tek faktör değil ama en önemlilerinden biri.

Kaliforniya’da ise orman yangınları ciddi oranda arttı. Uzmanların yorumu yangınların iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık ve yüksek sıcaklığa bağlı olarak çıktığı yönünde.

Örnekler çoğaltılabilir, biz sadece bir veriyi daha aktarmakla yetinelim: Münchner Rück adlı, doğal felaketlerin dökümünü çıkaran bir şirketin verilerine göre, 1995 – 2014 yılları arasında Sandy ve Mitch kasırgalarıyla Nargis siklonu ve Hayan tayfunu Honduras, Myanmar, Haiti ve Filipinler gibi nispeten yoksul ülkelerde yüksek can ve mal kaybına yol açtı. Bu yıllar arasında doğal felaketler 525 bin kişinin ölümüne neden oldu. Bu felaketler iklim değişikliğiyle doğrudan bağlantılı.

İklim değişikliğinin yol açacağı sonuçlardan biri de devasa göçler olacak. Kısa vadede değil ama dünyanın geniş kesimlerinin kuraklık ve sıcaklıktan yaşanmaz hale gelmesinin sonucunda tarihi değiştirebilecek nitelikte göçler yaşanması mümkün. İnsanlar tehdit altında kaldıkları bölgelerde kaçınılmaz sonlarını beklemek yerine yeryüzünün kaynaklarını paylaşmak için yerlerini bırakacaklar, yaşama olanakları olan bölgelere gidecekler, toplumsal huzursuzluklar ciddi biçimde artacak. Mezopotamya’da M.Ö. 200 yıllarında gerçekleşen, ırmakların kurumasına neden olan ve üç yüz yıl süren kuraklık Akadlar İmparatorluğu’nun sonunu getirmişti.

Biliyorum, karamsar senaryolar ruhumuzu daraltıyor ama sözünü ettiğimiz senaryodan öte kaderimiz olabilir. Uluslararası düzeyde örgütlenmeler, iklim konferansları, tek tek bazı ülkelerin önlem almaya başlaması bir umut vaad ediyorsa da maalesef çabalar henüz yeterli değil. Devletler ve insanlar daha örgütlü, daha bilinçli, daha katılımcı hareket etmek zorunda. Kentleri daha çevre dostu olacak şekilde dönüştürmek, fosil yakıtların tüketimine son vererek olabildiğince hızlı biçimde yeşil enerjiye geçmek, ekonomide bu alanlara yapılabilecek yatırımlara öncelik vermek ve teşvik etmek gerekli.

Ya da ünlü film yönetmeni James Cameron’un formülünü benimsemek gerekli. Okyanus aşığı olarak tanınan Cameron bir belgeselde iklim değişikliğinin okyanuslardaki gıda ağını bitirdiğinden söz ederken geleceğimizi değiştirmek için hızlı ve etkin bir yol öneriyordu.

“Dünyadaki herkes yakıt kullanmayı bırakıp hemen yarın güneş ve rüzgar enerjisine geçse bile altyapımızı değiştirmemiz ve bunu dünyaya yaymamız 15-20 yıl sürecektir. Buna karar verirsek tabii…

“Ama aynı farazi aydın dünyadaki herkes yarın bitkiyle beslenmeye karar verse bunu bir günde yapabiliriz.”

Hayvanlara yem yetiştirmek, onları barındırmak ve hayvansal ürünleri piyasaya sürmek için gereken enerji düşünüldüğünde tüm sera gazı miktarının ciddi bir kısmından besi hayvanları ve hayvansal ürünlerin sorumlu olduğunun ayırdına varmış Cameron. Bitki yetiştirmekse aksine, çok daha az enerji gerektiriyor.

“Kolektif beslenmemizde yapılacak dünya çapında köklü bir değişiklik medeniyetin hayatta kalıp kalmaması arasındaki farkı belirleyebilir” diyor Cameron.

Ne dersiniz, düşünmeye değmez mi?

Bunu Paylaşın