Yüce Yöney-Ütopik görünümlü gerçekçi bir talep

MDN İstanbul

Dünya silah ticareti hızını aldı gidiyor. Uygarlığımızın öldürmekten ibaret olmadığını göstermek ve o silahların bir gün bizi yok etmesine izin vermemek için iktidarlardan silah ticaretinin denetim altına alınmasını istemek zorundayız

Yuval Noah Harari ‘Hayvanlardan Tanrılara Sapiens’ adlı kitabında, bazı evrim psikologlarının eski avcı toplayıcı grupların tek eşli çiftlerin kurduğu çekirdek ailelerden oluşmadığını öne sürdüğünü anlatıyor.

Bu evrim psikologlarının tezlerine göre, o dönemin insan toplulukları çekirdek aile formundan çok, özel mülkiyetin, tek eşli ilişkilerin ve hatta babalığın bile olmadığı komünler halinde yaşıyordu. Bu tarz yaşayan topluluklarda bir kadın aynı anda pek çok insanla cinsel ilişkiye girip yakın bağlar kurabiliyordu. Hiçbir erkek hangi çocuğun kimin olduğunu bilmediğinden topluluğun tüm yetişkinleri çocuklara ebeveynlik ederek işbirliği yapıyordu.

Harari kitabında bunun bir toplumsal ütopya olmadığını, çeşitli hayvanlarda, özellikle de en yakın akrabalarımız olan şempanzeler ve bonobolarda gözlemlendiğini de ekliyor, dahası, çağımızdan bir örnek de veriyor: “Günümüzde bile bazı insan kültürlerinde, örneğin Bari yerlilerinde, kolektif babalığın uygulandığı görülür.”

Sözü edilen eski toplumların inancı bir çocuğun tek bir adamın sperminden değil, pek çok spermin bir kadının rahminde birikmesiyle oluştuğu yönündeydi. İyi bir anne birçok erkekle beraber olarak çocuğunun en iyi avcının, en iyi hikaye anlatıcısının, en güçlü savaşçının ve en düşünceli aşığın da özelliklerini kazanacağını, aynı zamanda bu insanların çocuğuna babalık edeceğini de düşünürdü. Sonuçta embriyolojik çalışmaların olmadığı bir dönemden bahsettiğimiz çok açık.

Harari bu teoriyi reddeden pek çok akademisyenin de olduğunu hatırlatmakla birlikte akla yatkın bir olasılık olduğunu belirtiyor. Neden olmasın; sonuçta gayet iyi biliyoruz ki, türün devamlılığı ilkesi ve iyiye evrilme eğilimi dünya tarihinin temel dinamiğini oluşturuyor.

Bir başka bilgi geçtiğimiz nisan ayına ait; Polonyalı araştırmacıların bir zırhlı yeleğe uygulandığında bir mermi çekirdeğini durdurabilecek, hatta daha ötesi, meydana gelen titreşimlerin neden olabileceği ölümcül iç kanamayı engelleyebilecek bir sıvı geliştirmiş olması.

Amaç avcı toplayıcı toplulukların amacından farklı değil;  bambaşka bir zamanda, bambaşka koşullarda, bambaşka bir dünya düzeninde tüm zamanlardakiyle aynı: hayatta kalmak!

Peki nasıl oluyor da hayatta kalmaya, türünü korumaya, varlığını sürdürmeye kodlanmış homo sapienslerin şu pek modern varoluşunda bugün sadece birbirini yok etmeye yönelik, dünyayı cehenneme çeviren bir eğilim var?

Son dönem Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın her coğrafyasında kan kokusu hissediliyor. Az gelişmişlerin gıpta ederek baktığı gelişmiş ülkeler kategorisindeki toplumlarda sokaklarda bir gün içinde ölen insan sayısı inanılmaz düzeyde. Türkiye üzerinden düşününce, ne yazık ki hemen zihnimizde karşılığını bulan bir kör şiddet her yerde hükümranlığını ilan etmiş durumda.

Bildiğimiz, bildiğimize inandığımız bu noktaya biraz daha yakından bakalım, kendi çevremizdeki örneklerden genele varmaya çalışmak yerine küresel düzeydeki verilere göz atalım…

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) uluslararası silah ticaretine ilişkin son raporuna göre dünyadaki silahlanma yarışı son hızla sürüyor. Son dönem özellikle Asya silahlanma yarışındaki payını artırıyor. Rapora göre, Hindistan geçen beş yıl içinde bir önceki beş yıla kıyasla silah ithalatını yüzde 111 oranında artırdı. Ve Hindistan savunma bütçesini artırınca, Pakistan ve Çin’de de aynı yönde hareketlenme oldu.

Çin özelinde bakarsak bu ülkenin sadece silah almakla kalmayıp aynı zamanda silah satışlarını da artırdığını söylemek gerek. Çin silah endüstrisine yatırım yaptı ve canlandırmayı başardı. O tipik “Çin malı” klişesi belki de silahlarla değişecek, ama bu başka bir konu. Şimdi asıl dikkat edilmesi gereken dünya ölçeğinde silahlanmanın ve silah ticaretinin artıyor olması. Ya da düşünülmesi gereken diyelim, nasıl olup da insan denen varlığın öldürmeye bu kadar eğilimli hale geldiği…

SIPRI verileri bize eğilimin Asya’yla sınırlı olmadığını söylüyor. Unutmayalım ki dünyanın en büyük silah ihracatçısı ABD. Rusya ise ikinci sırada. ABD dünya silah ihracatının yüzde 31’ini, Rusya ise yüzde 27’sini gerçekleştiriyor. SIPRI raporu dünya genelindeki silah ihracatında Orta Doğu ülkelerinin pazar payının yüzde 20’yi bulduğunu gösteriyor.

Yaklaşık iki yıl öncesinin verileri, büyük finansal krizin yaşandığı dönemin sonu olması itibarıyla daha çarpıcı belki de: SIPRI’nin 2013 raporuna göre, 2012’de silah, teçhizat, askeri operasyonlar ve personel için dünyada toplam 1 trilyon 753 milyar dolar harcanmış. Bunu başka bir şekilde okursak, askeri harcamaların küresel üretim içindeki payının yüzde 2,5 olduğunu söyleyebiliriz, ki bu kriz nedeniyle harcamaların azaldığı bir dönemin rakamları.

O dönem dünyadaki toplam askeri harcamalarda hep birinci sırada yer alan ABD’nin payı ilk kez yüzde 39’a düşmüştü. 2008’de patlak veren finans krizinden 2012’ye kadar 31 Avrupa ülkesinden 18’i askeri harcamalarını yüzde 10 oranında daraltmıştı. Ne yazık ki krizin etkilerinin sürdüğü bu dönemde Türkiye, dünyadaki toplam askeri harcamaların yüzde 82’sini yapan 15 ülke arasındaydı. Silah üreten ve satan gelişmiş ülkeler askeri harcamaları kısarken çatışma bölgelerinde askeri harcamalar tahmin edileceği gibi olağanüstü artıyordu, ki bu tablo şimdi de farklı değil.

SIPRI’nin geçen ay yayınlanan araştırması, dünyada yeni çatışma bölgeleri ortaya çıkıp varolanlardaki savaşlar genişlerken silah ticaretinin de genişlediğini gösteriyor. Farklılaşan sadece ülkelerin silah ticaretindeki yerleri. Çin mesela; ABD ve Rusya’dan sonra dünyanın en büyük üçüncü silah satıcısı haline geldi. Dünya silah pazarındaki payını yüzde 5’e çıkardı ve Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeleri geride bıraktı.

Türkiye de silah ithalatını artırdı ve yüzde 3’lük payıyla bugün dünyanın en büyük silah ithalatçıları listesinde yedinci sırada bulunuyor. En fazla silah alan ülkelerin başında sırasıyla Hindistan, Suudi Arabistan ve Çin geliyor. Ardından Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan ve Avustralya…

Türkiye’nin silah alımlarında ABD yüzde 58 ile en büyük paya sahip. Onu yüzde 13 ile Güney Kore ve yüzde 8 ile İspanya izliyor.

Tahmini pek de zor olmayan bir bilgi de Orta Doğu’ya dair: Orta Doğu’ya silah ihracatı yüzde 25 arttı. Sadece Suriye’yi bunun dışında tutmak gerekiyor. Suriye’ye ihracat 2014 itibarıyla azaldı.

Elbette bu silah ticareti rakamları hem siyasal hem toplumsal olarak mevcut sisteme dair umutsuz görünen bir noktaya sürüklüyor insanı. Ama gerçekten durum bu kadar umutsuz mu? Gerçekçi bir bakışla yanıt evet. Ama neden gerçekçi olalım? Bizi zaten bu noktaya sürükleyen mantığın altında tarihsel olarak Avrupa merkezli bir rasyonalite yok mu? Evrensel değerler gibi bugün karar verici konumdakilerin çoğunun diline pelesenk olmuş ama uygulamaktan uzak durduğu kavramları bir yana bırakalım. Kendi çıkarlarımız, ki gelinen noktada küçük hesaplardan sıyrılıp kaçınılmaz ortak kaderimizi görürsek, insanların çıkarı doğanın mantığında saklı. Birbirine sıkı sıkıya bağlı ilişkiler insanları birlikte varolmaya zorluyor. Dolayısıyla çok geç olmadan, bilimkurgu kitaplarındaki disütopik bir düzene mahkum kalmadan, zaten güç bela hayal edebilir hale geldiğimiz geleceğimizi kurtarabilmek, uygarlığımızın öldürmek üzerine kurulu olmadığını gösterebilmek, en önemlisi bunu gösterebileceğimiz nesillerin varoluşuna imkan tanıyabilmek için silah ticaretini önce denetim altına almak, sonra durdurmak zorundayız. Gerçekçilik mi; işte gerçekçi ve vazgeçilemez nitelikte bir talep. Gerçekçi, çünkü aslında başka şansımız yok. Gerçekçi, çünkü hayata geçirilemezse günün birinde o silahlar hepimizi yok edecek. Tam da bu nedenle, talebin sahipleri silahlardan ve silah ticaretinden çıkar sağlayan kişi ve kurumlardan ve tabii devletlerden daha güçlü olmak zorunda.

Bunu Paylaşın