TİMUÇİN PEKAR

Yeşim Yeliz Egeli

Denizcilikte büyüyen, denizciliği büyüten emektar TİMUÇİN PEKAR

Halen Arkas Holding’te danışmanlık yapmaya devam eden ve Arkas Akademi’de, yeni neslin eğitimine katkıda bulunan Timuçin Pekar’ın hayat hikâyesi, hem bir İzmirli’nin İstanbul’a bakışını gözler önüne seriyor hem de Karaköy’de bütün şirketlerin bir arada olduğu yıllardan bu yana, sektörün geçirdiği değişime tanıklık ediyor

[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]
Arkas Holding’in Türk denizcilik sektöründe ne kadar önemli bir yere sahip olduğu tartışılmaz… Bu ay, yaşam öyküsünü sunduğumuz Timuçin Pekar ise Arkas, daha holding olmadan, henüz gemi acentesi hizmeti verirken bu serüvene dahil olmuş bir isim. Kendisi, şirketin bugünlere gelmesinde yükü paylaşmış ilk dört çalışandan biri olması nedeniyle, denizciliğin hem dününü hem de bugününü gözlemleme şansını bulanlardan… Yakın zamanda Arkas Holding A.Ş. İcra Kurulu Üyeliğinden emekli olmasına rağmen, bir süre daha haftanın 4 günü Arkas’ta danışmanlık yapmaya devam edecek olan Pekar, gelecek yıl artık hayatında yeni bir dönem açmayı planlıyor. Denizle uğraşmaktan, toprakla arkadaşlık etmeye geçişte, onu heyecanlandıran üzüm bağı, gözlerini parlatmaya yetse de, kitaplara tutkusu, saat koleksiyonerliği ve tarih merakı da biliniyor. İşte İzmir Selçuk’taki doğumundan, emekliliğine, denizcilikte bir meslek büyüğünün hikâyesi…
1947 yılında İzmir’in Selçuk ilçesinde doğan Timuçin Pekar, baba tarafından Giritli. Daha ilçede elektriğin bağlanmadığı yıllarda Efes’te geçirmiş çocukluğunu… Annesi çok iyi eğitim görmüş, Amerikan Koleji’nden mezun, birkaç lisan bilen, keman çalan bir hanımefendi. Babası, Efes’in turizmde yol alacağını öngörerek, Selçuk’un hemen yakınındaki Efes’te bir incir bahçesi satın alıp otel ve restoran açmış ama bu küçük ve tarihi yer, beklendiği kadar hızlı gelişmeyince, mangallarla ısınan evden, çocukların eğitimi için annesinin doğum yeri olan İzmir’e taşınmışlar. Aile, iyi bir eğitim almaları için çocukların üzerine titrese de Timuçin Bey’in okul yılları, biraz inişli çıkışlı geçmiş. “Ortaokulu bitirdikten sonra biraz haylazlaşmaya başladım, okuldan kaçardım. İzmir’in iklimi, sıcaklığı, doğası okuldan kaçma arzumuzu uyandırıyordu. Tabii, çocukluk aşkları da var. Ve lise 2’de belge alarak okuldan atıldım.” Bu olayın ardından annesinin sarsıldığını gören genç öğrenci, tekrar sınava giriyor. Erzurum’da liseyi bitirip, Ankara’da bir üniversite okuma girişiminde bulunduysa da, ortama pek alışamadığından olsa gerek sonunda tekrar İzmir’e dönüyor. “İzmir’e döndüm ve akşam bölümü olan bir okulda okuyup gündüzleri çalışmaya karar verdim. Eczacıbaşı’nda işe başladım ve İzmir İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Hatta puanım o kadar yüksekti ki, idari işler sorumlusu beni kaydetmek istemedi. Israr edince okula birincilikle girdim. Ama öyle parlak bir öğrenci değildim. Hatta o okuldan benden daha düşük notla mezun olan görülmemiştir. Sonunculukla mezun oldum.”

Sektöre Koçtuğ Denizcilik’te başladı
“Eczacıbaşı’nda 4 ay çalıştıktan sonra, muhasebe müdürümüz Koçtuğ Denizcilik’e geçip beni de oraya almak istedi. Aslında Eczacıbaşı’nı seviyordum ama iki misli ücret teklif edilince kabul ettim. İşe başlayınca sadece yüzde 50 fazlasını verdiklerini gördüm. İş dünyasının gerçek yüzüyle böylece tanışmış oldum. Tarih 1968… Koçtuğ’da 5 buçuk sene çalıştım. Neredeyse 40 yıldır da Arkas’tayım. Dönüp baktığımda, her iki iş yerinde de çalışmaktan gururluyum. Koçtuğ’da çalıştığım 5 buçuk sene içinde çok şey öğrendim. Üniversiteyi de orada çalışırken bitirdim. O zaman Koçtuğ’un İzmir müdürü olan, ağabeyim kadar sevdiğim bir büyüğüm, İstanbul’a geldi ve Arkas Denizcilik’in ilk şubesini burada kurdu. Eleman ihtiyaçları vardı. Ben de böylece 21 Eylül 1973 tarihinde Koçtuğ’dan Arkas’a geçtim.”
Yirmi altı yaşında, Koçtuğ’da çalışan Timuçin Bey, aynı şirketten İzmirli bir genç hanımla evlenir. İstanbul’a geçmesi gerektiğinde, evliliğinden yana hiç sıkıntı yaşamaz. Yeni evli çift, hemen İstanbul’a taşınır. Eşi, İstanbul’a çok hızlı adapte olur ve şehri sever. İş nedeniyle hayatını yeniden kuracağı Şehr-i İstanbul’da, iki de çocuğu olacaktır. Bugünlerde Pekar’ın oğlu Mert 37, kızı Nil ise 31 yaşında… Kızından Ali isminde dünya tatlısı da bir torunu var.

İstanbul ve eski Türk filmi tadında anılar…

“O zamana kadar İstanbul’u çok kalabalık buluyordum ve yaşamak istemiyordum. Ama iş hayatı açısından önemli bir merkezdi. Geldiğim zaman otele yerleştim. O zaman Arkas’ta 4 kişi çalışıyorduk. Yani ben 4. kişi olarak işe başladım. Birinci kişi Lucien Bey’in o zaman ortağı olan, beni buraya kabul eden Çetin Bey (Şaşmaz), ikincisi Tomris Toparlaklı, üçüncüsü Koçtuğ’dan emekli olmuş, gümrük manifesto konularında danışmanlık yapan bir ağabeyimiz olan Hamit Bey, kendisi rahmetli oldu; bir de ben. Tabii, bir de odacı Bayram. İlk iş günü saat 8:30 işe gittim. Biraz sonra Tomris Hanım geldi. Saat 10 gibi de Hamit Bey geldi. Hamit Bey, 4. Levent’te oturuyor, 8’de evden çıkmış, dört vasıta değiştirerek ancak saat 10’da işe gelmiş. Sene 1973… Ama adam mutlu, işe ne kadar rahat geldiğinden bahsediyor. İzmir’de de o sene, benim gittiğim en uzak yer, 17 dakika! ‘Ben en iyisi döneyim İzmir’e, kaderim neyse razı geleyim’ dedim kendi kendime…” Zamanla şehre alışacağı düşünülse de Timuçin Pekar, hiçbir zaman fazla alışamamış İstanbul’a… İzmir, hâlâ ilk göz ağrısı… Ama yetmişlerin siyah-beyaz İstanbul’u da, bir yandan ticarette iddiasını attırırken bir yandan da sınırlı ulaşım imkanları ile ülke olarak “fakirdik ama mutluyduk” dediğimiz, hâlâ izledikçe güldüğümüz eski Türk filmlerini aratmıyor. “O zamanlar ortada araba yok. Tomris Hanım, alımlı bir arkadaşımızdı. O öne geçer, boş geçen bir arabaya el eder, araba durduğu zaman Hamit Bey’le biz de hemen atlardık. Eve, böyle otostopla giderdik. Alışırsın deseler de nafile… Her hafta sonu İzmir’e gider, hafta başında gelirdim. Hiçbir zaman tam olarak alışamadım.
O zamanlar Arkas’ın binası, Veli Alemdar Han’ın yedinci katındaydı. Koridor gibi dar bir ofisti. Sonra şirket büyümeye başladı. Arkas da, Koçtuğ da, çok saygın ve benim değer verdiğim, çalışmaktan gurur duyduğum şirketler. Koçtuğ geleneksel, Arkas ise çok ilerici bir şirketti. Daha o dönemlerde bütün denizcilik camiası Karaköy’de iken, ‘denizcilik büyüyor, dolayısıyla Karaköy bu işe yetmeyecek’ dedik ve Karaköy’den ilk ayrılan denizcilik şirketi olduk. Mecidiyeköy’e geldik. Orada bir binada bir kat tuttuk, sonra yetmedi aynı binada birkaç kat daha tuttuk. Aynı binanın içinde dağılınca, ‘derli toplu bir binaya gidelim’ diyerek 4. Levent’te bir villa kiraladık. Bütün bunlar olurken, şirket nereye gidiyorsa, ben de evimi oraya taşıdım. Mesafeler gözümü o kadar korkutmuş ki… Ben küçüklükten beri, her yere yürüyerek gidip gelmeye alışmışım. En son Arkas yeni binasına geçtiğinde, ben de borç harç bulup, Levent’te oturduğum evi satın aldım. Kurulduğumuz yıllarda tabii şirket para kazanmıyordu. Yeni kurulmuşuz, çok fazla iş yok. Bay Arkas’ın burada hakkını teslim etmek gerek: Bir tek sene, ne iş azlığından dolayı, ne krizden dolayı, bize zam yapmamazlık, ikramiye vermemezlik etmemişti. Ben Arkas’ta 40 yıla yakın bir süredir çalışıyorum. Meslekte bir yere gelmiş herkes gibi ben de çok teklifler aldım ama hiçbir zaman ayrılmayı düşünmedim. Çünkü hiçbir zaman hakkımı alamadığım, karşılığını göremediğim bir an hissetmedim. Arkas’ta muhasebeci olarak başlamıştım. Ama benim kişiliğime uygun bir iş değildi. Muhasebeyi emin ellere devredinceye kadar o işi yaptım. Lisanım iyi değildi; İngiltere’ye gönderdiler, geliştirdim. Sonra idari işler bölümüne geçtim. Zaman içinde, her işi yaptım. Bu bana, işin bütününü görme şansını verdi.

Denizcilikte vizyon ne demek?

“Arkas, sadece İstanbul’da büyümedi. Bir yandan da İzmir’de büyüyordu. Bay Arkas için denizcilik aile kültürüdür. Babası ve dedesi bu işi yapmış, şimdi çocuklarını da bu işe hazırlıyor. Çok ilerici, uzağı iyi gören ve inanılmaz girişimci biri… Dünya perspektifinde gemi tonajları büyüyor, hatlar gelişiyor, Çin ve Hindistan gelişiyor. Sürekli takip edilmesi gereken konular var: Amerika ile ilişkilerimiz nasıl gelişecek, Avrupa sanayisi nereye gidiyor? Bay Arkas, devamlı işin içinde olan, gelecekte yüklerin akışının nereye gideceğini, sermayenin nerede toplanacağını, düzenli servislerin nerede daha fazla itibar göreceğini, gelişen ülkeleri ve onların ihtiyaçlarının neler olduğunu hesap eden, dünyadaki pek çok meslektaşı ile bu konularda temaslarda bulunan, okuyan, sentezler yapan biri. Bunu keşke herkes yapabilse… Bay Arkas’ın bir “Anadolu Projesi” var mesela… Türkiye’de sanayi gelişiyor. Benim yaşımdaki herkes, bunu yaşayarak gördü. Tekstilden otomotive, demir çelikten enerji sektörüne, bir çok sektörde söz sahibi olduk. Osmanlı zamanında bütün sanayi Haliç çevresinde yapılanmış. Sonra İzmit’e gitmiş. Ardından tekstil ve otomotive paralel, biraz Bursa’ya uzanmış. Sonrası çığ gibi büyümüş. Manisa, Gaziantep, Ankara, Çorum, Bilecik, Eskişehir, uzayıp gidiyor. Şöyle bir bakacak olursak, geçmişte bu işi planlayan o günün koşullarında iyi planlamış: Bütün limanlar TCDD’ye bağlı çünkü bütün limanlar demiryolu ile içeriye bağlanmış. Ama biz bugün bunlardan yararlanmıyoruz. Oysa şimdi yararlanma zamanı. Çünkü bütün bu demiryollarının olduğu şehirlerde sanayi gelişmiş. Bu şehirlerde insanlar bir şeyler üretiyor ve kamyona koyup İstanbul’a getiriyorlar. Buradan da yurt dışına satıyorlar. Bu makul bir yol değil. Bu durumda biz de şöyle bir proje geliştirdik: Madem ki sanayi oralarda, biz denizciler olarak bu malları taşıyabilmek için oraya gitmeliyiz. Demiryolları üzerinde, kendi istasyonlarımızı kuralım, kendi vagonlarımızı alalım, kendi trenimizi yapalım, kendi acentemizi kuralım. Ve oradaki müşteriye de, ‘malını ihraç etmek için İstanbul’a gelme, orada senin malını biz teslim alalım, konşimentonu verelim, sen bulunduğun şehirdeki bankadan paranı al, gerisini bize bırak’ diyelim. Biz malı kendi trenimize koyalım, kendi limanımıza getirip, kendi gemimiz ile yurt dışına teslim edelim. Bu yaklaşık 10 yıldır devam eden uzun soluklu bir proje… İşte, bu ihtiyacı görüp bu konuda bir emek sarfetmek çok önemlidir. Bu bakımdan Arkas, hakikaten girişimci bir şirket.

Manifesto yazmakla geçmiş ömürler

“Yetmişli yıllarda bizim bu işi yaparken yaşadıklarımız şu anda meslekte olanların pek sık karşılaştığı zorluklar değildir. Mesela bir gümrük başmüdürlüğü vardır Karaköy’de ve bu başmüdüre bağlı genel müdür muavinleri vardır. O yıllarda bizim gibi yönetici arkadaşların gidip bir başmüdürle konuşması mucize kabul edilen bir olaydı. Randevu dahi alamazdınız. En fazla görüşebileceğiniz kişi, başmüdür muavinidir. Ondan randevu almak bir sorun; kapıda iki saat bekleyip içeri girdiğiniz zaman da aşağılayıcı bakışlarla, potansiyel suçluymuş gibi davranılması ayrı bir sorundur. Hiç unutmam 1980 seneleriydi… Yani ihtilalden biraz önce… Memlekette bir sürü olaylar, karmaşa, mahkemeler ağzına kadar dolu… O aralarda bir gemi geldi. Dökme yük gemisi… Hem Haydarpaşa hem de Salıpazarı için yük almış büyük bir gemi. Salıpazarı’na gelen yüklerin acentesi Arkas Denizcilik, Haydarpaşa Limanı’na giden yüklerin acentesi Şark Ekspres Vapur Acenteliği… Gemi kaptanını Çanakkale’den geçerken gümrük muhafaza sorguluyor; kaptan da beyanda bulunuyor; dört dörtlük, hiç eksiksiz… Gemi geliyor ve yanaşıyor. Kanunen gemi yanaştıktan sonra, 24 saat içinde beyanınızı yapmanız lazım. Gümrüğün tescil servisine manifestonuzu ibraz etmeniz lazım. Biz daha gemi gelir gelmez bunları veriyoruz ve mallarımız boşalıyor. Şark Ekspres’in yöneticileri de, 24 saat içinde, gemi Salıpazarı’ndan ayrılmadan veriyorlar beyanlarını, ‘bakın, gemi bizim limana da gelecek, bizim de yüklerimiz var’ diyerek… Arife’den bir gün önce oluyor bu olay. Ondan sonra da 9 günlük bir Kurban Bayramı tatili var. Gümrükçünün biri ‘Geminin üzerinde tedbir var, başmüfettişlik soruşturma açtı, kaçakçılık ihbarı var, siz geminin manifestosunu geç vermişsiniz’ dedi. Biz gemi gelir gelmez verdik. Başmüdür muavinine gittim. Adama derdimizi anlatıyoruz, dinlemiyor. ‘Siz ihbar olduğunu öğrendiniz, öbür acente öyle verdi manifestoyu, ihbar olmasaydı manifesto verilmeyecekti ve mallar kaçak inecekti’ diyor. Biz bu gemiyi Maçka Parkı’na yanaştırmadık, devletin gümrüklü limanına yanaştırdık. Kanunlara uygun olarak gemi limana geldikten sonra 24 saat içinde manifestomuzu da verdik. Hatta diğer acente daha gemi kendi limanlarına gelmeden verdi manifestosunu. Gemi Çanakkale’den geçerken, kaptan mallarını beyan etti. Bu ne biçim kaçakçılık? Bu mantıkta insanlarla çalıştık. Emin olun hayatımda en çok korktuğum günlerden biridir o ve bizi ertesi gün yani arife günü savcılıktan çağırdılar. Savcılığın da işi başından aşkın. İşlere bakacak vakti yok. Bazı işlere, ‘Atın içeri, bayramdan sonra bakarız’ diyor. Biz de ‘herhalde bayramı içeride geçireceğiz’ dedik. Allah’tan aklı başında bir savcıya denk geldik, adam başmüdürü ifade edemeyeceğim birkaç cümle ile yâd etti ve beraatimize karar verdi, soruşturma açılmadı. Böylesine bilgiden uzak bir bürokratik yapının içinde iş yapmaya çalışan bir meslek grubuyduk. Sıkıntılar sadece bürokratik değildi. Mesela gemi gelmiş manifesto yazılacak; Amerika’ya gidecek diyelim; gümrük, polis manifesto ister. Cenova’ya uğrayacak, acente manifesto ister. Uğrayacağı limanlar manifesto ister. Merkez, hesap servisi, armatör hepsi manifesto ister. Bir manifesto yazacaksınız, tam 15 nüsha. Haydi yazın bakalım!”
Timuçin Pekar, 60 yaşını doldurunca şirketin kurumsal yapısı gereği emekli olsa da bir ağabey içtenliğiyle şirkete fayda getirdiğinden olsa gerek, Bay Arkas’ın isteğiyle danışmanlık yapmaya başlamış. Haftanın 4 günü eskisi gibi mesaiye devam ediyor, cuma günleri ise bağına gidiyor. Ömrünü denizciliğe emek vererek geçirmiş birinin, bundan böyle toprakla uğraşmak istemesi de başlı başına bir yenilik, bir heyecan aslında… “İnsanların gençlik yaşlarında ilgi alanları daha ziyade deniz oluyor. Sonraları yaşınız biraz ilerleyince, denizden uzaklaşıp toprağı daha çok sevmeye başlıyorsunuz. Ağaçlar, çiçekler, daha çok keyif vermeye başlıyor. Bir çubuk alıyorsunuz, toprağa dikiyorsunuz, suluyorsunuz gübre veriyorsunuz, sonra bir bakmışsınız ağaç olmuş, bir bakıyorsunuz meyve veriyor. Burada bir yaratıcılık var. Ben Arkas’ta çalıştığım sürece son derece rahat bir hayat yaşadım, evimi aldım, çocuklarımı okuttum ama hayatın neler getireceğini de bilmiyorum. Yaşlanıyoruz, ileride sağlığımız ne harcamalar getirecek, ihtiyaçlarımız neler olacak bilmiyoruz. Çok şükür benim şu anda maddi açıdan bir ihtiyacım yok ama parayı bankaya koyup faiz yiyerek bekleyemem. Üretime katılmak isterim. Ayrıca her şey bir öğrenme meselesi. Üzüm bağı konusunda da öğrenilecek pek çok şey var. Sonuç olarak ben, ileri yaşta interneti öğrenebilmiş bir insanım. Bağcılığı ya da badem yetiştirmeyi de öğrenebilirim.”
İkinci baharına üzüm, ceviz ve badem yetiştirmeyi öğrenerek hazırlanan Pekar’ın, saat koleksiyonu olduğunu duydum. Keyifli sohbetimiz boyunca, tarihe ve kitaplara nasıl bir tutkusu olduğunu da gözlemleme şansım oldu. Her ne kadar azar azar okuyabilse de kitap almaktan hiç bıkmayan biri. Osmanlı’da II. Mahmut’tan sonrasına dair döneme ilgisi daha büyük. Elindeki bazı kitapların, bir benzerini bulmak mümkün değil. Hem koleksiyon açısından hem de bilgi açısından değerli kitaplar olsa da, elbette bütün kitapları sonsuza kadar saklamak da mümkün değil. Bunun çaresi düşünülmüş tabii… Kitaplar, en yakındaki bir cezaevine bağışlanacak, böylece vakti çok olan ve okumak dışında fazla kendini geliştirme şansı olmayan mahkumlarla buluşacak. Bunca kitap içinde, Atatürk’e özel bir bölüm olmaması mümkün mü? Timuçin Pekar’ın Ata’nın şahsına hayranlığı gayet açık belli iken, iki kitap tavsiyesi de var. Biri Alev Coşkun’un Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’na gitmeden öncesini anlattığı kitabı, diğeri de bir başka yazardan, yine Kurtuluş Savaşı’nı anlatan, “Zafere Giden Yol”… Hayat hikâyeleri, hayranı olduğu kitaplar, emeklilik sonrasında yine üretime katılma konusunda müthiş azimleri, Timuçin Pekar’ın şahsında, kuşağının en etkileyici özelliğini gözler önüne seriyor: Bu kuşak, mücadeleden zevk duyuyor! Ve onların her daim dimdik duruşlarından alınacak çok feyz var!

[/membership]

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın