Tamer Kıran: İMEAK Deniz Ticaret Odası’nı layığıyla yöneteceğiz

Yeşim Yeliz Egeli

Röportaj: Yeşim Yeliz Egeli
Fotoğraflar: Ekrem Şerif Egeli

Deniz Ticaret Odası (İMEAK DTO) Yönetim Kurulu Üyesi, Kıran Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Tamer Kıran, 8 Nisan 2018 tarihinde gerçekleşeceği açıklanan DTO seçimlerindeki başkan adaylığı üzerine ilk röportajını MarineDeal News okuyucularına verdi– Bize çocukluk ve gençlik döneminizden bahsedebilir misiniz?
1969 yılında Fatih’te doğdum. 1973 yılında Beşiktaş, Balmumcu’ya taşınmışız. Çocukluk ve gençlik dönemimi geçirdiğim Beşiktaş’ın yeri benim yaşamımda çok özeldir. Kendimi şanslı görüyorum. Mahalle kültürünün canlı olduğu zamanlar, sokakta doyuncaya kadar oynadığımız yıllar, oyun alanımızsa dutluklar içinde. Bildiğiniz dere vardı. Mahallede akranım en az 25-30 çocuktuk. Güzel yıllardı. Kaçıp kaçıp Beşiktaş Şeref Stadyumu yüzme havuzuna giderdik. Büyük eğlenceydi tabii… Yazları ailece Silivri’ye gidene kadar babamla yazıhanesine giderdim. Babam sırf işimizi görelim, bilelim, alışalım isterdi. O zaman yazıhane denirdi, işyerimiz Karaköy, Kalafat Caddesi’de bulunuyordu. Orası bugünkü anlamda sanayiye, endüstriye hizmet sağlayan bölgeydi.
Behçet Kemal Çağlar Lisesi’nde eğitimimi tamamlayana kadar Balmumcu’da yaşadık. Hem anne hem baba tarafından aslen Rizeliyiz. Ancak annemler işgalden sonra memleketimiz Rize’den, Sakarya Karasu’ya yerleşmişler. Kalabalık bir çekirdek aileye sahip olmanın tüm güzelliklerini yaşadım diyebilirim. 5 kardeşiz, 1 abim, 3 erkek kardeşim var. Aile bağlarımız güçlüdür. Babam iş yaşamında tek başına gayret gösterip mücadele ederken bunun sıkıntısını yaşamamış dersek eksik olur, babamın omuzlarındaki yükü de annem Günay Kıran almayı çok iyi bilmiş. Annem çok güçlüdür. Hani derler ya, ‘devlet gibi kadın,’ eksiği var, fazlası yok. Annem ve babam ile gurur duyuyorum. Kardeşlerimle her ikisine de çok şey borçluyuz.
Baba mesleği armatörlüğü layıkıyla öğrenmek için lise eğitimimden sonra İngiltere’ye giderek Deniz İşletmeciliği alanında ‘London City College’da bir eğitim programı ile “Diploma In ShipManagement” öğrenimimi tamamladım. O yıllarda 17-18 yaşlarında, İngiltere’de tek başıma ayaklarımın üzerinde durmayı başarabildim. Burada aldığım eğitim-öğretimin iş yaşamımda çok faydasını gördüm. Lisans diplomamı  A.Ü İktisat Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümünü bitirip aldım. Bize sunulan imkanların değerini bilerek bizden bekleneni verebilmek için de her zaman çok çalışmayı düstur edindim.

– Yazıhanede neler yapardınız, işten kaytarır mıydınız?
Her işi yapardım. Kendi ekmek teknen, temizlik de yaptım, “Oğlum bir çay kap gel” dendiğinde, çay da taşıdım. Fotokopi cihazı lüks o dönemler, en azından bizde yoktu. Galata’da ‘Eski Köprü’ye yakın kırtasiyeye gider fotokopi çeker, bildiğiniz yaş becerime göre getir götür işlerine koşardım. İşe yaradığımı bilmek beni mutlu ederdi. Büyüdükçe sorumluluklarım arttı.
Hem çalışkandım hem de tutumlu, israfı sevmemem o yıllarda göstermiş kendini. Yaş 12-13. Tatil oldu mu, babamla sabah gider, tüm gün verdiği işleri yapardım, akşam mesai bitiminde birlikte eve dönerdik. Şimdi antika sayılan Facit marka hesap makinesi ile kendi kendime hesap yapardım. Depozitolu gazoz şişelerini toplar, parasıyla tost alırdım. Başlarda ‘Tatil olmuş, sabahın erken saatinde kalkıp niye işe gidiyoruz ki!’ diye söylendiğim oldu ama şimdi anlıyorum ne kadar doğru bir terbiye, alışkanlık, disiplin kazandırmış Ailem. Şimdi ben de kendi evlatlarıma bu alışkanlığı kazandırmaya çalışıyorum.

– Şirketinizin gemisiyle seyahat ettiniz mi?
Çok net hatırlıyorum 1983 yılıydı. Babam, ‘Tamer Kıran’ gemimizin inşasını Haliç’teki Atılım Tersanesi’de 1983 yılının Haziran’ında bitirmişti. 6500 dwt’lik bir gemiydi. İlk seferine Haliç’ten kalkıp Trabzon’a çimento yüklemeye gitmişti. Ben, babam ve kardeşim Gökhan ile uçağa ilk binişim de aynı seyahatimizde gerçekleşti. Pervaneli uçakla Trabzon’a gittik, limana varıp Trabzon’daki gemimize binip 2 günde İstanbul’a geri gelmiştik. Benim için çok heyecan duyduğum anlamlı bir meceraydı. Gemi personeli ile çok güzel dostluklar kurmuştuk.

– Babadan oğula anlamlı bir emanet olmuş.
Babam, dedemi 6 yaşında kaybetmiş, ilkokulu bitirip 12 yaşında işe başlamış, tek erkek çocuk tabii, yalnızlığı yaşamış, işinde muvaffak olmak için çok savaşmış, mücadele vermiş. Bu nedenle bu azimli duruşun da çok değerli kazanımları olmuş. Babam, değerli bulduğum birçok karakteristik özellik taşır. Öngörü sahibidir, kolay kolay yanılmaz, haliyle kararlıdır dediğinden şaşmaz. Bu nedenle kendisini dikkatle dinlemeye, anlamaya, takip etmeye gayret ederim.

_EKS0198– Nasıl bir aile yapısına sahipsiniz?
Birbirine bağlı, sevgi ve saygıyı ön planda tutan. Mütevazı, klasik bir Türk Ailesi olarak geçmişimize, değerlerimize bağlıyız. Büyüklerimiz zor zamanlar geçirmişler ancak insanı insan yapan güzellikleri, sıfatları kendi kimliklerinde çoğaltmayı bilmişler. Bize ne kadar ihtiyaç varsa olması gerektiği kadarla yetinmeyi bilmemiz öğretildi. Hiç şımartılmadık. Şımarmak, ailemize çok ters bir anlayış. Ne bir eksik ne bir fazla. Özgüven sahibi, ne istediğini bilmesi gereken ve bilen, çevremizin ve dünyanın gerçeklerini kavramış bir birey olarak sevgi ile yetiştirildim. İstediğimiz bir şey varsa onu haketmek ve ulaşmak için mücadele vermemiz gerektiği işlendi bize. Adalet, hakkaniyet, disiplin, çalışmak, erdemli olmak değerleri aşılandı.
Babamın bizlere emanet ettiği başarıyı aynı ticari ahlâk ve ailevi değerlerimizi yaşatacak şekilde sahip çıkarak geliştirdik. Şimdi kendi evlatlarımızı ailemizin ve toplumumuzun kültürel değerlerine bağlı bireyler olarak yetiştiriyoruz.
Bizim nesil bilir, ‘ağaç yaşken eğilir’ anlayışıyla Babam Turgut Kıran çocuk yaşlarımda işi yerinde görmemi sağladı. Bu bence en değerli öğrenim. İşi mutfağında üstelik ustasından gördüm.
Gerçek iş yaşamı farklı tabii… Babam kardeşler arasında bir iş bölümü yaptı, bana “Sen teknik işlerden ve finanstan sorumlu olacaksın,” dedi.

– Facit işe yaramış olmalı?
Burada babamın karakter, mizaç analizi devreye girmiş olmalı, Elim sıkıdır biraz (gülüyor) ve oldukça ihtiyatlıyımdır. Karar almadan enine boyuna tartarım, yani iki kere düşünür bir kere söylerim. İşi de öğrenmek gerekiyor. Okulda aldığımız eğitim teorik, gerçek yaşamda karşılaştığımız problemler, gelişmeler ise bunlardan çok farklı bir pratik gerektiriyor. İşe başladığımda tam anlamıyla denize düştüm diyebilirim. Şirketin her biriminde çalıştım.

– Türkiye’nin sayıca en büyük filosuna sahip armatörüydünüz diye anımsıyorum?
Sizin hatırladığınız 2000’li yılların sonu. Doğru, filomuzda 32 gemi vardı. Asya-Rusya krizinden sonra bir yatırım planı çerçevesinde Uzakdoğu’dan çok sayıda gemi almıştık. Bahsini ettiğiniz Türkiye’nin sayıca en büyük filosuna sahiplik ünvanı bu yatırım planımız ile olmuştu. Bu gemiler filonun büyüyüp güçlenmesinde önemli bir kaldıraç oldu.

– Peki, ya aşk? Kapıyı ne zaman çaldı?
Eşim Senem ile 2001 yılında evlendik. Kendisi Resim Öğretmeni, ancak ilk evladımız Hakan’ın doğumuyla mesleğine devam etmedi. Hakan’dan sonra Kaan ve Ömer dünyaya geldi. Çok şükür 3 evladımız var. Mutluyum. Eşten ve evlattan yana kendimi çok şanslı görüyorum. Sağolsunlar.

– Beşiktaş aşkınızı da bilmeyen yok, nasıl başladı?
Çok iyi hatırlarım, 9 yaşlarındaydım, bir gün anneme, ‘Babam hangi takımı tutuyor’ diye sordum. Annem “Beşiktaş” deyince, ‘Tamam o zaman ben de Beşiktaşlıyım,’ dedim. Beşiktaş Jimnastik Spor Kulübü’nde 2012 yılında 1 yıl süreyle yöneticilik yaptım. Bu tutkumu tüm ailem ve camia bilir. Bende yeri çok özeldir.

– Metin Kalkavan, 10 Ağustos’ta siz Deniz Ticaret Odası (DTO) Yönetim Kurulu Başkanlığına aday olduğunuzu açıklamanızın ardından “5 kardeşin beşi de başarılı, güçlü karakterler, gurur duyuyoruz, hangi işe el atarlarsa hiç endişeniz olmasın!” Minvalinde bir açıklama ile adaylığınızı centilmence destekledi. Beş erkek kardeş, birbirinden farklı 5 güçlü karakter, bi’ o kadar da zorsunuz. Bu başarılarınız çevrenin takdirini almış. Bu başarının arkasında başka bir güç olmalı, kimdir?
Annem. Açıkça söyleyebilirim: Sevgili Annem Günay Kıran.
Anne ailede çok önemli bir unsur. Türk aile geleneğinde bizim anne ve babalarımızın döneminde genellikle baba; dışarıda görev üstlenen, aileyi maddi olarak geçindiren, manevi olarak da güç sağlayan figür. Anne; evin içindeki temel direk, olmazsa olmaz. Nesillerin büyük çoğunlukla insani gelişimini sağlayan figür annedir. Bizim Aileye baktığımızda, bulunduğumuz çevrede herkes tarafından kabul gören bir gerçektir Annem.
Bu övgü annemin hakkı, bu başarı annemin eseridir.

– İşiniz zor, büyüyen de bir yapınız var, sosyal görevlere nasıl fırsat yaratıyorsunuz?
İlk 10 yıl hiçbir sivil toplum kuruluşunda görev almadan kendi işimizde çalıştım. Burada amacım, teorik bilgimin yanı sıra işi mutfağında öğrenip kendimi yetiştirmek, geliştirmek idi. Öğrenmek, bizatihi işinize sahip olmak için çok mühim. Denizci şirketler dünya genelinde çoğunlukla aile şirketleridir. İşimiz sürekli mücadeleyi ve yenilenmeyi gerektirir. Mesleğin uluslararası kuralları içinde her gün bir yenilikle karşı karşıya kalıyorsunuz, başarılıyız demek istiyorsak işin hakkını önce işin sahipleri olarak bizlerin vermesi gerekir. Şöyle düşünün, dünyanın dört bir tarafında bir değil birden fazla fabrikanız var.
10 yıl işin tüm birimlerinde fiili olarak çalıştım, yakıt alımından su alımına, kumanya tedariğinden, gemi adamı seçme veya sigortasından, gemi kiralamaya kadar. Biliyorsunuz birbirine bağlı birçok başlık bazen eş zamanlı çözüm bekliyor. Sürprizler bizim işte de var tabii, işin doğası bu. Ancak bizler de çözüm üretmek için varız öyle değil mi…
Milenyum ile birlikte yönetim olarak “İşi profesyonellerle yönetelim” kararını aldık. 2000 yılından itibaren kurumsal organizasyon yapısını buna göre şekillendirdik. Kademe kademe günlük iş trafiğinden çekildik. Kurumsal şirket yönetimi şeklini benimseyip, birimlere profesyonelleri atayıp uygulamaya koyduk, yönetim kurulu üyeleri olarak bizlerin görev tanımları ile sorumlulukları devam etmekle birlikte, hem işimizi geliştirmeye hem sektörümüzle ilgili diğer kurum/kuruluşlarda Ailemizi temsil etmeye hem de bilgimizi ülkemizin ve çoğunluğun ihtiyaçlarına yöneltmeye, sektör üyelerimizin sorunlarına çözüm bulmaya zaman yaratmış olduk.

– STK’larda görev almak için hevesli miydiniz?
Bundan 20 yıl önce sorsanız aklıma gelmezdi ancak yaşamda yol aldıkça, bilginiz, tecrübeniz arttıkça çevreye bakışınız, ülkenizle ilgili konulara çözüm sağlamada farkındalığınız artıyor, aklınız otomatik olarak modeller geliştiriyor. İşimiz gereği birçok ülkeyi geziyoruz, bakış açımız, değer yargılarımız değişiyor. İç sorunlarınıza karşı çözüm üretmeye başlıyorsunuz, elinizden gelen bir imkân varsa paylaşmak istiyor olaylara kayıtsız kalamıyorsunuz.

– Sert eleştiriler de olacak. Hazır mısınız gerçekten?
Son 19 yıldır, ulusal ve uluslararası görevleri gönüllü üstlendim. Yeni bir durum değil benim için. İşinizi iyi yaparsanız, eleştiriler olumlu yönde gelir, bu da motivasyonunuzu artırır, mutluluk verir.
Sorunuza gelince; Herkes kaçarsa, ‘benim ne işim var oralarda derse’ ne olur? O boşluklar bir şekilde dolar. Sistem körelir veya aksak işler, devamlılığı ve sürdürülebilirliği olmaz.  Bu nedenle ne yapmak gerekir? Sahip çıkmak ve elini taşın altına koyma iradesini göstermek gerekir. Ülkemi, insanımı, çevremi, sektörümü temsil etmeye gönüllü oluyorum. Yani her şey doğal akışında. Ben artık bu sorumluluğu almaya hazırım, bildiklerimi, tecrübe ve birikimlerimi çevremin faydasına sunmak istemem çok doğal bir istek, öyle değil mi?

– Kıran Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekilisiniz, şirket içi alınacak kararlarda baskın mısınızdır?
Kıran Holding Kurucusu ve Onursal Başkanı Turgut Kıran, en başında sistemi çok işler ve sürdürülebilir şekilde sağlam bir temel üzerine kurmuş, kardeşler arasında yaptığı iş bölümü ile sistem yıllardır tıkır tıkır işliyor. Bu sebeple herkes kendi iş bölümü veya sorumlu olduğu alanlarda son karar mercidir. Günlük olan kararları, kim sorumluysa o alır.  Bütünü ilgilendiren ana konularda yönetim kurulu toplanır, konuyu değerlendirir ve karar alır. Karar aşamasında temel prensibimiz nedir? Oybirliği. Oy çokluğuyla bugüne kadar hiç karar almadık.

– Ya size uymuyorsa, iknaya çalışır mısınız?
Ben fikirlerimi, düşüncelerimi ortaya koyarım. Benden daha akılcı bir çözüm, öneri, düşünce varsa, enine boyuna sorarım, anlarım, anladığımı tartarım ve benimkinden daha verimli öneri ise kabul ederim. Hiç öyle ‘Benim dediğim olacak!’ gibi takıntılarım yoktur. Öyle olursanız sürdürülebilir olmaz. Ben çoğulculuğa önem veriyorum. Çözüm odaklıyımdır. Çok süslü kelimelerle konuyu uzatmam, net olmayı severim. Bazen açıksözlü olmamın sıkıntılarını yaşamıyor değilim ancak yaş ilerledikçe bu yönümü de törpülüyorum.
Bu övgü değil bir gözlemim. Büyük çoğunluk tarafından kabul gören bir gerçek. Sektörde Kıran Holding denilince çok güçlü, sosyal ve ticari bir itibarınız var, ticari ahlâk denilince rol model olarak parmakla gösteriliyorsunuz, hangi görevi alırsanız toplumun faydasına onu olduruyorsunuz, eğer doğru bir iş değilse elinizi dahi sürmüyorsunuz. Bu, sizlerin kimliğinden ayrı, toplumun değerli bulduğu gerçek bir olgu.

– Bu başarının sırrı nedir ve nasıl koruyorsunuz?
Şirket anayasamızın en önemli, hatta değişmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri vardır. Bunlar bizler için de yetişmemizdeki en temel öğretilerdir. Nedir bunlar? Ahlaklı olmak, adil olmak, yapamayacağın şeylerin sözünü vermemek, söz verdiysen arkasında durmak. Bu erdemler içimize işlemiştir. Biz kendimize yapılmasını istemeyeceğimiz hiçbir şeyi başkasına yapmayız.

– Peki bu nasıl oluyor?
Çok şükür bir çevremiz, bir işimiz var. Ticareti ele alalım: Biz ticaretin gereklerini yerine getiriyoruz, bu işi yaparsak sonucunda şu kadar kazanırız diye herkes gibi bir planlama yapıyoruz ve sonucunda iyi kötü bir kazanç elde ediyoruz. Sanırım farkımız şu; biz bununla yetiniyoruz. Burada salt maddi konularda değil, manevi kazanımlardan da bahsediyorum. Özetle bizim olmaması gereken hiçbir şeye el uzatmıyoruz. Bu tabi ki toplumun takdirini kazanıyor, her alanda fark olarak ortaya konuyor. Tabii takdir ve ilgi gördükçe mutlu oluyoruz. Haddimizi bilerek, kendi değerler bütünümüzü yaşamımızda, ticari alanda, toplumda uygulamaya geçirmek ve değer yaratmak manevi tatminimizi yükseltiyor. Daha ne ister ki insan…

_EKS0267– Tamer Kıran’ı herkesten ve her şeyden bağımsız bu kararı almaya iten süreci çok merak ediyorum. Bu kararınız hangi evrelerden geçti, zira yönetim kurulu üyesisiniz, sizin adaylığınızla önümüze çok enteresan bir tablo çıktı. Neden şimdi aday oldunuz?
Kronolojik anlatırsam, ilk DTO 1999 seçimlerinde yönetim kurulu yedek üyesi olarak görev yaptım. Mart 2005’te yapılan seçimlerde yönetim kurulu üyesi oldum. Oda’daki faaliyetlerime çok kısa bir süre ara vermem, Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nde 26 Mart 2012’de yapılan olağanüstü seçimle, Beşiktaş Yönetim Kurulu Üyesi olarak seçilmemdendir. Bu görevi de sektörüm adına gururla taşıdım. Bu görevi kendi irademle istifa ederek 30 Nisan 2013’te bıraktım. Normal iş yaşamımdan kopmuş değildim ancak Beşiktaş’ın yeni yönetiminde bana tayin edilen yeni görevim gereği Beşiktaş yaşamımda biraz daha fazla yer almıştı. Onun akabinde; 9 Mayıs 2013’te yapılan DTO seçimlerinde -ki biliyorsunuz iki liste çıkmıştı- ben kendi sandığımda teveccüh görerek yeniden seçildim. Kendi Meslek Odamız olan DTO’da çalışmalarımızı yönetim kurulu üyesi olarak şimdiye kadar layığıyla sürdürdüm. 10 Ağustos’ta DTO’da yaptığım konuşmamda da ifade ettiğim gibi yönetim kurulu başkanlığına adayım dedim.
Sahip olduğum deneyimlerimi, sektördeki bilgimi, gücümü, tecrübelerimi dürüstçe çoğunluğun faydasına sunmak istiyorum. Hazırım, eksiklerimi de bu yolu yürürken tamamlayacak irfana sahibim. Dünden bugüne değil, bir birikim bu. Geleceği de içine alan, bütünü kucaklayan iyi kurgulanmış bir modelimiz var ve hayata geçirmek istiyorum. Türkiye’nin denizcilikle ilgili kaynakları artırmaya ihtiyacı var. Mevcut sistem 21. yüzyılın taleplerini karşılar kapsamda değil. Oda’nın atıl bir kapasitesi var, bunu aktif hale getirmek ve bir an evvel zaaflarımızla yüzleşerek vakit kaybetmeden çalışmaya koyulmamız şart.
Bu yalın isteğimin içtenliğine inanan, iyi niyetimi gören ve destekleyen sektör üyelerimiz de kendi iradeleri ile teveccüh gösterip desteklerini sunuyorlar. Sağolsunlar.

– DTO Yönetim Kurulu Üyesi olarak, görev dağılımı içinde siz nelerden sorumluydunuz?
Yönetim kurulu içinde uzman veya iyi olduğumuz alanlara göre bir görev dağılımı yoktu. İki başkan vekili bir sayman üye belirlenir, diğerleri yönetim kurulu üyesi olarak görev yaparlar. Bir defasında 2008 seçiminden sonra ‘şubelerden sorumlu YK Üyesi belirleyelim’ kararı çıkmıştı, o zaman bana Fethiye Şubesi tevdi edilmişti. Bunun dışında ‘siz şundan sorumlusunuz’ diye bir görev dağılımı yoktu, hâlâ da yok.
Odamız’ı temsilen International Chamber of Shipping’te görev aldım. İş hayatında hangi alanlarda başarılıysam görevden kaçmadım, sorumluluk aldım. Ancak işleyiş şöyledir; konu yönetime gelir, bir üyeye tevdi edilirdi, ne kadar öne çıkarsan o kadar çok iş senin sorumluluğunda olur. Ne kadar kenarda durursan o kadar az görev alırsın.

– Siz kenarda duranlardan mısınız?
Hayır, ben hep öne çıkanlardandım.

– Sizin sıkıntılarınız ne zaman başladı?
2013 seçimlerinden sonraki 4 yıllık dönemi kapsar. Bu son 4 yıl rehavet dönemi oldu. Oda olarak elle tutulur bir hizmet yapmıyoruz diyerek bazı başlıklar altında yönetim kurulunda şuan benimle olan-olmayan üye arkadaşlarımızla sıkıntılarımızı açıkca dile getirdik. Mali açıdan doğru olmayan uygulamalar yapıldı. Nedir bu? Örneğin; Oda, eğitim başlığı altında, sadece Oda kaynaklarını değil, üstüne faizle borç para da alarak tüm kaynaklarını Piri Reis Üniversitesi’ne aktardı. Eğitim diyorsanız eğer tüm ülkeyi kapsaması gerekir. Piri Reis’i de daha iyi bir modelle kendi ayakları üzerinde duracak hale getirmemiz gerekirdi. Diğer üniversitelerimiz için de artı fayda sağlayabilirdik. Piri Reis Üniversitesi bugün çok daha iyi konumda olabilirdi. Bugün mali açıdan Oda da sıkıntıda, PRU de. Demek ki doğru gitmeyen bir şeyler var. İşte bunu sorgulamamız, denetlememiz bizim görevimiz.

– Bir Üniversiteyi ayağa kaldırmak kolay mı? Aktarılan bağışların nereye kullanıldığı belli değil mi ki?
3 Şubat 2011’de yapılan bir yönetim kurulu toplatısında yönetim kurulu üyesi olan bizlere sözlü bilgi verildi. O bilgiler çerçevesinde hareket edilseydi biz bu konularda itiraz ediyor olmazdık.
Aslında bu bağışı alanların Oda’ya gelip nezaketen üyelerimize bir sunum yapması gerekir.
Hem Odamız’ın hem de PRU’nin faydası için sorguluyor olmamız çok önemli. PRU Türkiye’de ve dünyada önemli bir değerimizdir daha iyisini hakediyor.

– Aklınızda bağışların doğru kullanılıp kullanılmadığı ile ilgili bir şüphe mi var?
Şüphe olması gerekmez şeffaflık bunu gerektirir. Hesap verebilir olmak bunu gerektirir. İki taraf için de kimse sormadan hesabını vermek en doğru, en sağlıklısıdır.

– Siz Başkan olursanız, PRU kaynaklarını kesecek misiniz?
Hayır okulun kaynakları kesilmeyecek. DTO kaynaklarının daha adil kullanılmasını sağlayacağız, üyelerimize şu şuraya harcandı diye de hesap vereceğiz. Ayrıca PRU’ni de kendi ayaklarının üzerinde duracak sisteme kavuşturacağız.

– Sizi rahatsız eden başka unsurlar nelerdir?
MarineDeal News temmuz sayısındaki ‘Okuyacaksın’ başlıklı köşe yazınızda şunu kaleme almışsınız: “Herkes birbirine şunu soruyor; “Deniz Ticaret Odası Meclis Toplantısı’na artık neden katılmıyorsun, seni toplantılarda göremiyoruz, katılmayışının altında yatan sebep nedir, bu bir tepki mi?” diye yazıp cevaplarınızla devam ediyorsunuz, “…Sektörün bütününün faydası için hizmet etmeleri gerektiğine inandığım, bizler tarafından seçilmiş kişilerin, gelişmişlik seviyesine ulaşan toplumlarda birbirlerine olan davranış biçimleri toplantı kültürünün maalesef gerisine düşüyor, örnek olamıyor, bunlara şahit oluyorum ve üzülüyorum. Kürsü serbest ise; üyeyseniz ya da misafirseniz, sorunuzu veya görüşünüzü kısaca dile getirip bir baskı hissetmeden bilgi edinme hakkına özgürce sahip olmalısınız.” Yazınızda yitirilen çok önemli hususlara değinmişsiniz, ancak çok önemli bir yer var ki söylemem lazım. Üyelerimizin demokratik ve anayasal hakkına vurgu yapıyorsunuz: “…bir baskı hissetmeden, bilgi edinme hakkına özgürce sahip olmak.” İşte değerlerimizle örtüşmeyen bu durum çok uzun zamandır hepimizi içten içe rahatsız ediyor. Birlik sağlayan bir Deniz Ticaret Odası olmamız gerekirken, neden bu haldeyiz?
Üyelerimiz DTO’yu artık kendi Odaları gibi görmüyorlar. “A o Oda mı? Bir zümrenin Odası. Bizim hangi derdimizle ilgilenmiş ki Odamız diyelim,” sesleri yükselmeye başladı. Bu ve benzeri yorumlar o kadar çoğaldı ki, tüm bunlar çok önemlidir, gittikçe çoğunluktan kopuyoruz, sektörün sıkıntıları DTO’nun öncelikleri olmalıdır, öyle değil mi? Üyemizi madur veya mutsuz ederken, ondan nasıl aidat istiyoruz? Benim Başkan adayı olma kararımda ve Hepimizin Odası Hareketi’ni başlatmamdaki ana sebeplerdendir. Bana hak verenler yanımda yer aldılar, vermeyenler almadılar. Ben diyorum ki, DTO üyelerimizin hukukunu koruyan bir çatı kuruluş olmalıdır.
Özetle ya başkan olmak için adaylığımı koyup mücadele edecektim ya da artık hiçbir şekilde bu yanlışın içinde olmayacaktım. Ben mücadele etmeyi tercih ettim.
Oda yönetiminin İdare’ye sunduğu çözülmesi öncelikli sorunlar listesindeki maddelerin yine bütünün haklarını, sorunlarını kapsaması gerekiyor. Burası bir çatı kuruluşsa herkesle aynı derecede, aynı mesafede ilgilenmesi lazım. ‘Bu da sorun mu, bu da iş mi!’ demeden herkese eşit ve değer veren anlayışta olması gerekiyor.
Ben çoğunluğun ortak sorunlarını liste başına koyarım, ama diğerlerini de çözümsüz bırakmam, bir sonuca vardırırım. Sektörde bu kadar derneğin kurulması normal mi, Oda bu derneklerin sorunlarını çözemediği için mi kuruluyorlar? Oda’nın esas yapması gereken bu derneklerin sorunlarına bütüncül çözüm sunmak olmalı. Aidat topluyor, bu kadar kaynağı var, kimlerden topluyor, yine bu derneklerin üyelerinden.

– Muhalif çaresizlik yaşıyor musunuz?
Hayır yaşamıyorum. Benim adaylığım muhalif değil, bir birlik, beraberlik çağrısıdır. Tam tersine, yıllardır ihtiyaçlarının görülmediğine inanan yüzlerce üyemiz bulunuyor, yerinde bunu gördüm. 2013 seçimleri için öncesinde seçim kampanyası gezilerinde şahsen bulunma fırsatım pek olmamıştı. O dönem Beşiktaş görevim nedeniyle ancak kendi komiteme fayda sağlayabildim. Seçildim. Ancak şimdi, birçok üyemizi bizzat ziyaret ediyorum, sorunlar kartopu gibi büyümüş, üstümüze üstümüze geliyor.
Büyük ve güçlü bir yapıya sahip, sessiz bir çoğunluk var. Bu sessizlik sesi çıkmıyor anlamına gelmesin. Küçük/büyük ölçekte çok değerli şirketlerimizden söz ediyorum. Zamanla yılmış, sanki ötekileştirilmiş, hizmet alamamaya boyun eğmese de hakettiği hizmeti, ilgiyi alamaya alamaya kızmış, küsmüş.
Deniz Ticaret Odası kanunların kendine sunduğu yetki ve görevler çerçevesinde bir meslek odasından fazlasını sosyal girşimleriyle üyelerine hizmet olarak götürebilmelidir, toplumsal kutuplaşmayı değil, bütünü kucaklamayı esas almalıdır. Şirketlerin yöneticileri kim olursa olsun, en doğal hakları olan hizmeti Oda’dan her şartta alabilmelidir. Oda’nın insan kayırma lüksü yoktur.

– Neden daha önce değil de şimdi?
Bir sabah kalkıp ‘Ben Oda’ya başkan olayım’ demedim. Göre göre, sindire sindire bir karar alıyorsunuz. Bazı konuları hazmedemeyince bir noktaya ulaşıyorsunuz. Türk denizciliğini geliştirmek veya sorunların bütüncül ve kalıcı çözümü için nereden başlayacağınızı bilmeye karar vermenizle de ilgili aslında. Seçilmeden kitlelerin gönüllerinde seçilmenize de bağlı. Önyargılı yaklaşımlara karşı, politik ve sosyal bilinciniz gelişiyor.
Hatırlayınız, ismim 2013’teki seçimlerde de ‘Başkanlık’ için öne çıkmıştı. Eğer TOBB kararı şimdiye göre aksi yönde olsaydı bile ben DTO YK Başkanlığı için aday olmayı o dönem düşünmüyordum. O günkü duruşum ne kadar netse, şimdi ki de o kadar net.

– Sizin ne vaat ettiğinizi merak ediyoruz, DTO Meclis toplantılarında neden söz almıyorsunuz?
Meclis benim seçim propagandamı yapacağım yer değil de ondan. Olmamalı. Bu hem etik değil hem kural dışı. Maddi ve manevi bu harekete gönül vermiş arkadaşlarımızın yüzde yüz kendi imkanlarıyla seçim sürecini sürdürüyoruz. Bundan vicdanen de memnunum. Bir sualim olursa ya da bana bir sual yöneltilirse elbette kürsüye çıkar cevap veririm, bunun dışında kendi seçim sürecimle ilgili tanıtım ve benzeri bir hareketim kürsüden olmamalı.

– Ben Başkan olursam komiteleri şöyle kurarım, herkes çalışacak mı diyorsunuz?
Şunu bir açıklığa kavuşturalım, meslek komiteleri listesini ben yapmıyorum, bağlı oldukları meslek komitelerindeki üyelerimiz kendileri yapıyorlar. Herkes kendi sorunlarını kendi biliyor, kendi ekibini kendi oluşturuyor. Bana sorarlarsa görüşümü söylüyorum.
Şu anlayış bana doğru gelmiyor; “Dursun bizden, şu komiteye onu yazalım, Fadime bizden onu da bu komiteye yazalım, aman Temel’i sakın yazma.” İyi ama Temel çok uğraşıyor, çalışıyor, istekli, sektörü biliyor, üretiyor. Dursun’u yazıyorsun ama toplantılara gelmiyor. Temel üye değil her toplantıya geliyor. Anlatabiliyor muyum? Bu adil değil.

– Özetle neden aday oldunuz?
Mevcudun, gidişin değişmeyeceğini bizatihi görüp kendimi ikna ettiğim için aday oldum. Değişmeyecek olanlara tahammülüm kalmadığı için aday oldum. Zamanı geldi, elimizi taşın altına koyma vakti.

– Herkes çok gergin, politika siyaset çok yıpratıcı, kimse eleştiriye açık değil. Nasıl değerlendirirsiniz?
Evet gerginlik var. Biz liderlere düşen, bu ortamın oluştuğunu gördüğümüz anda tansiyonu düşürücü söylemlerde bulunmak, uzaktan seyretmemek, birleştirici müdahalelerde bulunmak. Seçimin ertesi günü olan 9 Nisan’da da birbirimizin yüzüne bakacak durumda olmamız gerekiyor. Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz, temsil ettiğimiz meslek kolları denizcilik endüstrisi için çok önemli ve birbirine ihtiyaçları var.
Bu bir; ‘bayrağı kim daha yukarıya taşıyacak’ yarışı. Yani ‘Sektöre ben daha iyi hizmet ederim. Hayır sen değil, ben daha iyi hizmet ederim’ yarışı olmalı. Bu bilinçte çok daha verimli olunacağını düşünüyorum. Bunu 8 Nisan’a kadar bu olgunlukta sürdürmek zorundayız. Aksi takdirde tamiri mümkün olmayacak yaralar açılabilir, aklı salim her yetişkinin isteyeceği en son şey de bu olur.

– Yönetim Kurulu üyeliğinizden istifa edecek misiniz?
Gidişata bakacağım. Normal sürecinde çalışmalarımızı devam ettiriyorum, şuan istifa için bir gerekçe görmüyorum.

– Adaylığınız sonrası dışlandınız mı peki, her şeye eskisi gibi erişebiliyor musunuz?
Yönetim Kurulu Üyesi olarak her şeye eriştiğimi söyleyemem.

– Ne talep ettiniz ve vermediler?
En son mizan istedim, vermediler.

– Deniz Ticaret Odası çağının önünde politikalar üretmeli. Katılıyor musunuz?
DTO’da 4 kişi genel sekreter yardımcılığı yapıyor. İşin mutfağında olan iki değerli Abimiz can siperhane çalışıyorlar. Bu kadar konuyu iki kişiye yüklemek onlara da haksızlık değil mi? İyi niyetlerinden şüphemiz yok ama ne kadar verimli olabilirler. Yönetime geldiğimizde ilk olarak Oda’nın idari yapısını, organizasyon yapısını yeniden düzenleyeceğiz. Aslında doğrusu bizlerin profesyonellere hedef çizmesi onların da sektörün bütünü kapsayacak işleri üretmesi lazım. Yönetim kurulu üyeleri kendi işlerinden ayırdıkları zamanla belirli bir yere kadar verimli olabiliyorlar bunu çok net görebiliyorum. Hepimiz görüyoruz hepimiz de aynı şekilde ikrar ediyoruz. Bu nedenle sekreteryayı güçlendireceğiz. DTO Genel Sekreterinin otoritesi, yetki ve sorumlulukları gerçekte olması gerektiği gibi olacaktır. Genel sekreter en az bir yk üyesi kadar konuya vakıf olacak hatta daha da fazla, tüm çerçevesiyle konuyu yönetime sunup değerlendirmesini alacaktır.
DTO’nun 10’a yakın danışmanı var. Açıp sözleşmelerindeki sıfatlarına baktığımızda ‘Yönetim Kurulu Başkan Danışmanı’ yazıyor. Biz yönetim kurulu üyeleri olarak açıp onlara bir şey soramıyoruz. Neden soramıyoruz? Sorabilmeliyiz, bunu o zaman daha düzgün bir zemine oturtalım. Bu birbirinden değerli kişiler sektöre olması gerektiği gibi danışmanlık yapsınlar, bilgi versinler. Daha etik ve adil olmaz mı?

– Personel çıkartacak mısınız?
Hayır. Tam tersine sayıyı artıracağız.

– Mevcut bina yetecek mi?
DTO Binası ile ilgili de düşüncelerimiz var. Personel sayısını artırmazsanız koskoca denizcilik sektörünü yürütemezsiniz, verim alamazsınız, belirli bir yere kadar gider.

– “Hepimizn Odası” bir zorunluluktur diyorsunuz, hepimizin odası değil miydi?
Değildi. Olmadığını yaşamıyor muyuz? Tabandan gelen şu seslere neden kulak tıkanıyor: “Deniz Ticaret Odası ne yapıyor ki bana, bana ne faydası var ki?” diyorlar. Bunu bir kişi söyler tamam, ama bunu sektörün büyük bir çoğunluğu söylerse, bu toplum içinde genel bir kanı haline geldiyse o zaman “hepimizin Odası değildir,” demek doğrudur.

– “Teşvik talepleri; kişi ve iş kollarını değil, bir bütün olarak denizciliğin gelişimini merkeze almalıdır” demişsiniz, özlenen bir yaklaşım, açıklar mısınız?
Devletin denizciliğe yaklaşımı çok önemlidir. Mevcut düzende denizcilik sektörü olarak bütünüyle desteklenen bir sektör değiliz. Devletin politikaları içinde denizciliğin bütünüyle ele alınması için sağlam, elle tutulur, içi dolu bir politikayı önce bizim somut verilerle devletin dinamiklerine anlatmamız gerekiyor. Devletin bütünüyle denizciliği ele alması için temasımızı artırmalıyız. Biz gerekeni yapacağız.

– “Birlikte iş yapmayı beceremeyenler, rekabet edemezler” dediniz ne demek istediniz, açar mısınız?
Birlik beraberliği, çoğulculuğun faydalı olduğunu belirtiyorum. Birlikten güç doğar. Bir proje ürettiğinizde bütün sektörü temsil ederseniz, bütünün faydasını gözetirseniz, hele bir de tüm topluma orta ve uzun vadede güç katacak bir üretimse bu, neden başarısız olasınız ki? Devlet yetkilileri de sizi dikkate alır, milletiniz de. Ancak tam tersi anlayışla gidip belli kişiyi ilgilendiren özel konularınızı öne çıkartan bir projeniz olursa ondan sonra gelecek projeleriniz için; İdare nazarında da toplum nazarında da bir güven kaybı yaşarsınız. Dağınıklık görüntüsü vermiş olursunuz ve yaptırım gücünüz de zayıflar.
DTO, sektör üyelerinin ürettiği projeleri hayata geçirmeleri için ortaya irade ve kaynak koyması gereken bir kurum olmalı.

– Oda, ‘Denizcilik karargâhına dönüşmelidir’ demişsiniz, sevdim bu sözü, açar mısınız?
Sırf üyelerimiz değil, toplumun bütünü; deniz ve denizcilikle ilgili bir sorunla karşılaştıklarında, bir istekleri veya şikayetleri olduğunda Deniz Ticaret Odası’na başvuracakları şekilde bir çalışma yapacağız. Bunu toplumun bütününe benimsetecek faaliyetlerimiz olacak. Bu uzun bir süreç sonunda başarılacak bir hedef ama yaşama geçirmek için zaman kaybedemeyiz. Bu çerçevede DTO’nun çözüm merkezli çalışabilmesi için; bilinir, ulaşılabilir, ulaşabilen yapıya kavuşturulmasını sağlayacağız. Müzahir kuruluşları ya da a, b, c’yi değil, ihtiyaç duyan herkes Deniz Ticaret Odası’nı aradığında yardım alacağını bilecek, bunu benimsetecek faaliyetlerimiz olacak. Bu aynı zamanda üyelerimizin ve halkımızın denize ilgi ve sevgisini de artıracak. Halkımızın denize ilgisizliklerinden şikayet ederek bir yere varamayız, bizlerin somut adımlarla harekete geçmesi gerekiyor.
Hep yanlış anlaşılmaktan kendimizi ifade edememekten dert yanıyorduk, artık üyelerimiz bilecek ki ihtiyacı olduğunda arayacağı kurum DTO olacak ve çözümü birlikte yaratacağız. İnsanlar ekmeğinin peşinde, ülkesi için bir çaba içinde, elimizden geleni kanun ve kuralların bizlere verdiği yetki çerçevesinde neden yapmayalım ki? Oda niye var ki? Oda’nın kuruluş amacını işler hale koyacağız. İşinde yetkin personel, görev tanımlarına göre üyelerinin sorunları için ondan beklenildiği gibi mutlu ve azimli çalışacak.

– Herkesin sorguladığı konuya gelelim. Ne olacak bu meslek komitelerinin hali?
Meslek komiteleri çok önemli, düzelmedi dersek hak yemiş oluruz, son bir rötuş istiyor. Onu da 6 aylık bir süre içinde ilgili kişilere delege ederek toparlayabiliriz diye düşünüyorum. Kurallara uygun olarak, şirketler kendi konusuyla ilgili komitede olacak şekilde düzenleme yapacağız.

– Hepimizin Odası Hareketi’nin üyeleri fotoğrafı 4 kişi verince, karşı grup: ‘Başkan kim?’ gibi taşlamalara başladı, ne söylemek istersiniz?
Başkanın kim olduğu çok net değil mi? Kamuoyuna 10 Ağustos’ta yaptığım resmi açıklamamla da sabit. Seçildiğim zaman da bunu icraatlarımla tüm kamuoyu yaşayarak görecektir.
Şadan Kaptanoğlu, Recep Düzgit ve Salih Zeki Çakır, başkanlık adaylığımı açıklamamla birlikte teveccüh edip beni destekleyeceklerini açıkça ortaya koydular. Ben de bu birlik ve beraberliği açık şekilde kamuoyuyla paylaştım. Bizim anlayışımızda her şey şeffaf ve açık, gizlimiz saklımız yok.

– Metin Bey’in grubu Salih Zeki Çakır’a yönelik sözlü imalarla ithamlarda bulundu, ne düşünüyorsunuz?
Salih Kaptan, denizci herkesin tanıdığı saygın bir meslektaşımız ve benim yol arkadaşımdır. Kimsenin dümen suyuna girmeyecek kadar dosdoğru bir adamdır. Bu ithamlar karşısında Metin Bey de kürsüye çıkıp “Salih Zeki Çakır’a ben kefilim,” dedi mi? Dedi. Metin Bey’in ortağı olduğu şirket ile Salih Bey’in ortağı olduğu şirket, kurulan başka bir şirkette ortak mı? Ortak. Hal böyleyken, Metin Bey’in grubu sorularını dönüp Metin Bey’e sorsalar daha yerinde olmaz mı?

– Sektörün istatistik sorunu var, kaynaklarımız neler bilmiyoruz, bu konuda var mı bir planınız?
Sektörün en büyük sıkıntısı ne? Gücünü ölçemiyor, ölçemediği için değerlendirmesini yapamıyor. Kimin görevi; ölçme, değerlendirme, raporlama? Deniz Ticaret Odası’nın. İmkanları, maddi kaynağı, bilgiye erişimi ve yorumlama gücü var mı? Var. Geriye ne kalıyor? İrade, bu iradeyi ortaya koyduğu zaman olur mu? Olur. İrademizle bunu biz yapacağız. Merak etmeyin.

– Deniz Ticaret Odası’nın kaç üyesi var, grup şirketler düştüğünde kaç üyesi var?
Askıdaki üyelerle birlikte yaklaşık 9800. Yaklaşık 1300 üyemizin de askıda olduğu bilgisi verildi. Grup şirketleri 1 şirket olarak ele alırsak, net üye sayısı yaklaşık 3500 civarında.

– Kadın girişimcilerin Oda’yı temsilde söz sahipliğini artırıcı ne gibi çalışmalarınız olacak?
Ülkenin geneline baktığımızda bu tablo her geçen gün sizlerin sayesinde artan yönde olumlu değişiyor. Bu gerçekten beni sevindiriyor. Sizlerin gücü çok değerli. Pozitif ayrımcıyım bu konuda.
Komitelerimizde arı gibi çalışan birçok denizci hanımefendi var. Komitelerinde kazanırlarsa elbette temsil yetkisini alacaklar. Bu tüm kadın üyelerimizin bireysel başarıları olacak. Armatör, broker, turizmci, sigortacı ve daha birçok alanda çok değerli uzman tecrübelere sahibiz. İnanıyorum ki denizciliğimize kurumsal bütünlüğün ihtiyacı olan bir bakış açısı getirecekler.

– Saygıdeğer büyüklerimizin tecrübesine ihtiyacımız elbette var, yeni çağ genç beyin gücünü de şart koşuyor, Oda gençleşecek mi?
Bizim kuralımız şu; Meclis üyesi olmak isteyen hanımefendi ve beyefendi tüm kişilerin öncelikli amacı ülkesi ve sektörü için çalışmak olmalı. Bunu isteyen, bir şeyler üretmek en azından iyi niyetle bu yönde çalışmak için gelen herkese tabir yerindeyse kapımız açık.
Aynı kuralı yönetim kurulu için de uygulayacağım, yönetim kurulu üyesi olmak daha fazla çalışmayı gerektiriyor. Oda’ya zaman ayıracak kişiler bu temsili üstlenebilecekler. Örnek: Haftada bir yönetim kurulu toplantısı olacak. Kanunen de olması zorunlu zaten. Bu kurala artık uyulacak. Bu kadar dinamiği olan bir sektör ancak böyle bir çalışma programıyla yönetilebilir.  Son dört senedir ayda bir, toplamda 3-4 saat toplantı yaparsanız; gerçeği hakkıyla irdeleyemezsiniz, inceleyip-araştıracak vakit bulamazsınız, konu görüşüyorum diye önemli bir karar sohbete döner, konuyu tartışıyorum diye bir bakmışsınız sohbet koyulaşmış, kendi özel yaşam hikâyelerinizi, tecrübelerinizi anlatmaya başlamışsınız. Peki ne olur? Konular da zaman da geçer gider. Denizci devletler niye orada, biz niye buradayız demek istemiyorsanız, aldığınız görevin hakkını vereceksiniz. Bir eser bırakmak istiyorsanız, buna göre hareket edeceksiniz.

– Metin Bey’e saygınızı, sevginizi görüyorum, ‘yönetim çalışmıyor’ sözü ortaya atılınca, Metin Başkan da son meclislerde uzun sunumlara başladı, size konuşma fırsatı vermiyor. Bir diyeceğiniz var mı?
Geleneklerimize, değerlerimize bağlıyız. Saygıda bir eksilme olmaz.  Ancak yaptığını doğru bulduğumu söyleyemem.

– Salih Zeki Çakır neden yeniden aday olmadı da, sizi destekledi?
Aslında bu soruyu kendisinin cevaplaması daha uygun olur. Ben adaylığımı koyunca, sektör adına fedekârlık yaptığını düşünüyorum, ben demedi, biz dedi.

– Gençlere ne vaad ediyorsunuz?
Biz, Deniz Ticaret Odası’nı layıkıyla yönetmeye geliyoruz. Burada yapacaklarımızı yarın onlar hazır olduğunda gönül rahatlığı ile onlara emanet edeceğiz.
Yapabileceklerimiz çok. Kaynağımız var. Biz teknoloji üreten değiliz, ancak direkt içinde olmasak da yol gösterici, ihtiyaçları yöneten olabiliriz. İnsan gücümüz var. Yaptırım gücümüz var. Genç bir nüfusumuz var. Onlara denizi, denizciliği sevdireceğiz. Denizciliğe bir ucundan dokunan tüm gençlerimizin elinden tutup bırakmayacağız. Bir kere denizci oldular mı, onlar da mesleğimizin ulusal, uluslararası maddi ve manevi kazanımlarını görecekler.
Toplumun bütününü ilgilendiren konularda gücümüzü ortaya koyacak mevcudiyetimiz var.

– Manifestonuzu beğendim, düşüncelerimin özeti gibi, takipçiniz olacağım şimdiden belirtiyorum. “Denizlerimiz sermayemiz” demişsiniz, açar mısınız?
Bulunduğumuz coğrafyada birbirinden ayrı güzellikte 3 büyük denize sahibiz. Marmara ve Boğazlar deseniz ayrı bir zenginlik. İç sularımız deseniz öyle. Bu kıymeti psikolojik, sosyal, ekonomik, jeostratejik olarak halkımız tarafından sevilip korunması için tabir caizse denizin altını üstüne getirmemiz gerekirse, yapacağız. Zenginlik kaynağımız olan denizler, denizcilerin olduğu kadar tüm ülkenin vazgeçemeyeceği sermayesidir. Hangi akıllı insan sermayesini tüketir?
Denizcilik açısından bir daha böyle bir dönem gelir mi, bilemiyorum. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, UDH Bakanımız, Müsteşarlarımız ve UDH teşkilat yapısı denizcilerden, denizi derinlemesine bilen çok değerli kişilerden oluşuyor. Biz kazanırsak, tüm bakanlıklarla yakın ilişki geliştirmek için plan ve programlarımızı yaptık. Bize gelen taleplerle ilgili konuya muhatap Bakanlıklarımızla olması gereken ilişkiyi geliştireceğiz. Denizcilik gücümüzün faydalarını topluma ve İdare’ye anlatacağız, diğer sektörlerle ilişkimizi, işbirliğimizi geliştireceğiz.
Üyelerimizin fikirlerine saygı duyacağız. Ancak kişilerin fikirleri veya talepleri kanunlar çerçevesinde uygulanabilir değilse, teşekkür edip gerekçelerimizi, nedenlerimizi sunup birlikte yeni bir bakış açısı geliştirmeye çalışacağız. Bizim dediğimiz doğrudur anlayışı ile dikte ederek bir yere varamayız… İki taraf için de sakıncalı, kısır bir tutum. Bu anlayışı doğru bulmuyorum. Çoğulcu katılımı destekliyorum.

– 2018 yılı dileğiniz…
Biz zorlukları da dikkate alarak güzel günleri umut ederek yaşamalıyız. 2018 yılının tüm denizcilere, sektörümüze, ülkemize ve tüm dünyaya sağlık, huzur ve refah getirmesini diliyorum.

Bunu Paylaşın