“Pendik Tersanesi’ni asker kurtardı”

MDN İstanbul

Son yıllarda mili gemi projesinin gösterdiği başarı ve milli denizaltı için çalışmaların başlatılmasıyla tekrar gündeme gelen yerli sanayinin geliştirilmesi ve yerli makine üretilmesi konusu Türk gemi inşa sanayi açısından kritik öneme sahip. Türkiye’de Pendik Tersanesi’nde üretilen ilk iki zamanlı makinenin üretilmesinde büyük katkıları bulunan Mühendis Recep Okur, o günlerde yaşananları ve Pendik Tersanesi’nde yapılan çalışmaları ve tersanenenin Deniz Kuvvetlerine devredilmesi sürecini  MarineDeal News okurlarıyla paylaştı

1985 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi Makina Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra İstinye Tersanesi’nde çalışmaya başlayan Recep Okur, 1989 yılı sonunda Pendik-Sulzer Motor Fabrikası’na tayin oluyor. 2 zamanlı gemi ana makinesi üretimi ve sürecini bizzat üstlenen Fabrika Başmühendisi Recep Okur’dan aktarıyoruz.

“Pendik Tersanesi’nin 2000 yılında Deniz Kuvvetleri’ne devredilme aşamasına kadar sırasıyla; İmalat Atölyesi Şefliği, Başmühendislik, Üretim Müdürlüğü görevlerini yürüttüm. İlk olarak bizim dönemimizde iki zamanlı büyük ana makinelerin imalatına başlandı. İmalattan başlayarak o projeyi en baştan sonuna kadar yönettim. Biz bundan önce şehir hatları vapurları ve bazı gemilerde yardımcı makine olarak kullanılmak üzere 4 zamanlı küçük makineler yapıyorduk. Biz iki zamanlı büyük ana makine projesine 1992 yılında başladık ve bununla ilgili hem Sulzer’den hem Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden hem de Berlin Üniversitesi’nden çeşitli eğitimler aldık. Projesine başladığımız ilk ana makine 5 RTA 76 tipli 10,400 kw’lık bir makineydi ve bunun imalat aşaması devam ederken 93 yılında 2. makinenin üretimine başladık. Bir yandan imalat aşaması devam ederken diğer taraftan montaja ve testlere başladık. Ardı ardına yeni ana makine projeleri başlarken biz dört zamanlı makinelerin üretimine de devam ettik. İlk makinemizin projesini bir buçuk yıl içinde tamamladık. Normalden uzun sürmesinin sebepleri arasında yan sanayinin yerli bir makineye hazır olmaması ve üretim esnasında ortaya çıkan ihtiyaçların sebep olduğunu söyleyebilirim.

Bu iki zamanlı ana makine üretim fikri Deniz Nakliyat’ın inşa ettirmek istediği 4 adet Panamax tipi gemi projesinden doğdu. 2 adet 75 bin dwt, 2 adet de 18 bin dwt gemilerin inşa projesi Türkiye Gemi Sanayi’ne verildi. Aslında bunların yurt dışında yapılması planlanırken dönemin hükümeti, Pendik Tersanesi’nde yapılma talimatını verdi. Bunların ana makinelerinin imalatını da Pendik Tersanesi’nde Bor tezgahında yapılması gündeme geldi. Bunun içinde Sulzer ile iki zamanlı ana makine lisans anlaşması imzalandı.

Zaten, daha önceden Sulzer ile yapılan dört zamanlı makine anlaşması devam ediyordu. O lisansla dört zamanlı makinelerin inşası sürerken 1989 yılında iki zamanlı makine için Sulzer ile lisans süreci başlatıldı. Fakat, lisans anlaşmasından sonra imalatların yapılması, malzemelerin temin edilmesi, birtakım finansal konular gündeme geldi. Onların hazırlanması derken 1992 yılına kadar süreç uzadı. Ayrıca Pendik Tersanesi o dönemde hâlâ yatırım yapılan bir tersane durumundaydı. Tersanenin inşa çalışmaları devam ederken devletin sağladığı finansmanla yeni havuzlar, kreynler ve vinçler yapılıyordu. Ekonomik kriz döneminde Devlet ödeme yapamayınca Deniz Nakliyat’ın yaptığı ödemelerle tersane içindeki havuzlar ve vinçler kuruluyor, buradan gelen mali kaynak tersaneyi geliştirmek için kullanılıyordu. Biz geldiğimizde iki zamanlı makinenin üretimi için altyapı vardı, ancak lisans ve know-how yoktu. Bu eksiklerin tamamlanmasının ardından Pendik Tersanesi’nde makine üretimi adına çok başarılı işler yapıldı.”   

“Devlet desteklese fabrika

daha iyiye gidebilirdi”

İlk iki zamanlı büyük ana makinenin 1992 yılında inşasına başlanmasının ardından tersane 2000 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na devredilene kadar 4 büyük ana makine yaptıklarını ifade eden Recep Okur “Emekleme döneminde olmamıza rağmen o dönemde makine üretimi desteklenseydi ve devam edebilseydik Türkiye için çok büyük faydası olurdu” diyerek motor fabrikasının kapatılmasının kaçırılmış bir fırsat olduğunu vurguladı.

“Çalıştığımız dönemde Pendik Motor Fabrikası’nda 4 büyük makinenin imalatını tamamladık, hazır gelen 3 ana makineyi gemiye biz monte ettik. Jeneratör ve ana makina grubunda ise 54 adet küçük makine yaptık.

Ana makine imalatının yüzde 45’ini biz yapıyorduk geri kalan yüzde 55 ise Sulzer’in gönderdiği parçalardı. Zamanla bilgi ve beceri kazanılınca yerli imalat oranı yükselebiliyor. Makinenin resimleri Sulzer’den mikro-film olarak geliyor ve A3-A4 kağıtlara aktarıp imalat resimlerini o şekilde elde ediyorduk. Biz proje dizayn etmiyorduk, zaten ana dizaynerler dışında hiçbir motor fabrikası proje dizayn etmez. İlk makinenin imalatını tamamlayıp montaj aşamasına geçince bir sonraki makinenin imalatı başlıyordu. 8 yılda Almaata, Bakü, Taşkent ve Aşkabat gemilerinin ana makinelerini tamamladık. Tersane’nin, Askeriye’ye devretme kararının ardından bir yıl boyunca Deniz Kuvvetleri ile birlikte çalışarak son makinenin imalatını ve montajını yaptık.

Gözden kaçan noktalardan biri, biz motor fabrikasında sadece ana ve yardımcı makine değil aynı zamanda jeneratör de üretiyorduk. Ama o zamanlar Türkiye Gemi Sanayi’nde henüz makine imalatı bilinci oluşmamıştı. Zaman zaman Polonya ve İsviçre’den teknik yardımlar alıyorduk, çünkü bazı konularda eksiklerimiz vardı. Ancak altyapı oluşturmakla veya büyük bir tezgah almakla işler yürümüyor, imalat için bilgi birikimi, teknik altyapı ve kalifiye personel gerekiyor. Bizden önce Pendik-Sulzer’de bu tezgahları çalıştırıp üretim yapacak yeterli personel yoktu.

Devrederken fabrikamızın toplam 89 mevcudu vardı. Fiili olarak atölyede çalışan personel sayısı 45 kişi civarındaydı. Bu işe çok büyük emek verdik ve çaba gösterdik ama bugün sorarsanız tüm bunların bir kıymet-i harbiyesi var mıydı diye düşününce boşuna uğraşmışım diyorum. Elimizde kalan sadece şu anda kullanamayacağımız bir bilgi. Elde ettiğimiz deneyimi ve bilgiyi ilerletemedik ne yazık ki devlet büyüklerimiz bunu düşünmedi. Üretmek, meydana getirmek, know-how oluşturmak gibi düşünceler yerine hazır alma yönünde bir eğilim var. Biz yapamayız, beceremeyiz fikrini kırmak için çok uğraştık ancak olmadı. 

“Pendik Tersanesi’ni asker

kurtardı”

1995 yılından sonra farklı grupların tersane ve fabrikada etkin olmaya başladığını ifade eden Recep Okur, Tersane’nin özelleştirme dedikodularının çıkmasının ardından işlerin farklılaştığını belirterek Askeriye’ye devredilmesinin tersane açısından kurtuluş olduğunu vurguladı.

“Devirden sonra inşası sürecinde olan son ana makine tamamlanana kadar benim tayinimin çıkmasına izin vermediler ancak diğer çalışan kalifiye personelin tayini çıktı sadece o dönemde bu atama dairelerin başına geçmekte olan ideolojik unsurlar, kendine yakın olanların tayinlerini istediği şekilde ayarladı. Onlar yerlerinde kalırken başarılı mühendis arkadaşlarımızın tayini karayolları, devlet su işleri veya hastaneler gibi ilgisiz kurumlara çıktı.1995 yılından itibaren farklı grupların tersane ve motor fabrikasına tayinlerin geldiğini fark ettik. Onlar işe pek fazla karışmazlardı ancak Pendik Tersanesi’nde bir şeylerin değiştiği belliydi.

Tersane’nin özelleştirilmesi gündeme geldikten sonra istihkaklar ve birtakım yatırımlar durdu. Ayrıca çıkartılan kanunlar neticesinde en ufak bir parça alımında Genel Müdürlükten onay almak gerekiyordu ve tersanenin bütçesi çok kısıtlı hale getirildi. Motor fabrikası olarak devlete ve özel sektöre birçok teslimat yapmamıza rağmen kasa aynı olduğu için ihtiyaçları karşılayamıyorduk. Tüm bütçe gemi inşa bölümünün borçlarına ve ödemelerine gidiyordu. Dolayısıyla 8 yılda sadece 4 makine yapabilmemizin en önemli sebeplerinden biri ekonomik zorluklardı. İkinci olarak bu tip makinelerin yapımında yeterli altyapının olmaması ve ayrıca yeterli bilgi ve tecrübeye sahip bir ekibin olmayışı bizim işleri hızlandırıp geliştirmemize engel oldu. 

O dönemki siyasal ve ekonomik şartları düşündüğümde, Pendik Tersanesi’ni asker kurtardı diyebiliriz. Çünkü, arazi ve mülkün devlet elinde kalarak parçalanmasına engel oldu. Çünkü birçok kişi talip olmuştu buraya ve hiç pahasına elden çıkmasına, Askeriye’nin devralması engel oldu. Yatırım yapılarak tekrar motor fabrikası kurulabilir ancak o devasa tesisi ve yatırımı tekrar yapmak mümkün değil. Belki istenildiği gibi işletilmedi ve atıl bırakıldı ama mevcut durum en azından muhafaza edildi.

Çünkü orası geliştirilebilseydi çok farklı noktalara gelebilirdi. Bence burada zihniyet ve yetişme tarzında sorun var. 12 Eylül sonrasında maalesef emek vermeden para kazanma fikri ve bedavacılık başladı. Bu da tüm sektörlere kronik bir kanser hücresi gibi yavaş yavaş girdi. Mesela bizim dönemimizde 180’e yakın mühendis arasında sadece 50-60 mühendis aktif çalışırdı diğerleri sadece mesailerini tamamlardı. Asker geldikten sonra da maalesef altyapı anlamında büyük bir değişim olmadı.

Zaten Türkiye’de makine üretmeye kalkınca dünya devleri karşınıza çıkıyor. Onların 100 bin adam/saatte ürettiği makineyi biz yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmadığımız için 165 bin adam/saatte yapabildik. Çünkü bunu imal etmenin bir know-how ve meslek tecrübesi var. Biz bunu elde edebilirsek onlar gibi hızlı ve ucuza mal edebiliriz.

Bizden önce yapılanlar gibi bizden sonra yapılanları da iyi değerlendirmek gerekiyor. İyi ya da kötü herkes bu işe emek vermiştir ve herkesin emeğine saygı göstermek gerekiyor. Birçok konu tartışılabilir ancak bana göre o günün siyasi, ekonomik, stratejik şartları göz önüne alındığında tersanenin Askeriye’ye devri ve fabrikanın kapatılması çok büyük kayıp değildir, telafi edilebilir. Askeriye telafi edilmeyecek kaybı, orayı alarak engelledi, yoksa orası talan olmuştu.”

Bunu Paylaşın