Modern çağın donanma varlığı: Denizaltılar

Sinan Topuz

sinantopuz@marinedealnews.com
Sinan Topuz

Deniz Akademisi’nde okurken, deniz tarihinin içinde çok bilinen bir terimin modern teknolojilerle modasının geçtiği, artık kullanılamaz olduğu konuşulmuştu. 2000’lerin başında 300 yıllık terimin eskiyip eskimediğini tartıştık. Aslında bir terimden çok bir konseptten bahsediliyordu. “Donanma Varlığı” veya orijinal kullanımı ile “Fleet in Being” terimi bir deniz gücünün, düşmanın tehdidinden uzak tutulması (aşağı yukarı bilirsiniz ki düşman sizi dövebilir), kafa kafaya çatışmaya girilmemesi ama rakibe sizin bir güç olduğunuzu sürekli hatırlatması, rakibin hareketlerini daha temkinli yapmasının, caydırılmasının sağlanması anlayışına dayanıyor. Ama seneler içinde “Fleet in Being” aklımızda bir uygulama olarak değil, yüzyıl öncesinin bir terimi olarak kaldı.Çünkü hem kendinizi güçlü göstermek, hem savaşmamak ve de rakibi caydırmak için rakibe kendi varlığınızı kabul ettirmeniz gerekiyordu. Eh bugünün teknolojilerine baktığınızda bunu yapmak pek de mümkün değil. Casus uydular neredeyse utanmasalar gemi personelinin ne zaman tuvalet sifonunu çektiğini tespit edecek. Diğer taraftan suyun altında hayat farklı. Denizaltıları tespit için optik veya radar dalgası kullanmak şimdilik mümkün değil. Her ne kadar çok ciddi yeni çalışmalar olsa da akustiğin suyun altındaki fiziğe tabi kuralları hala en büyük sınırlama. Dolayısı ile, denizaltılar nerede oldukları belirsiz, varlıkları bilinen ve çekinilen platformlar haline geldi.

Denizaltılar; Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük deniz savaşında, 1916 yılındaki Jutland’da Almanlar, ana kuvvet ilerisinde kullanılmalarını planlandı ama bir takım talihsizlikler sonunda hiç kullanılamadılar. İkinci Dünya Savaşı’na geldiğimizde, denizaltıların iletişimi hala dertti, koordineli harekat yapması dertti ve suüstü kuvvetinden ayrı bir unsur olarak değerlendirildi. ABD Pasifik’te, Almanya Atlantik’te denizaltıları etkin olarak kullandı. Japonya hala Mahan’ın doktrinlerini takip ederek, denizaltıları etkili deniz savaşının yardımcı aracı olarak görüyordu. ABD’nin denizaltıları ile Japon ana karasına akan hammaddeyi kestiğini gördüğünde çok geç olmuştu bile. Gene de uçak gemileri Pasifik Savaşı’nın yıldızı oldular. Savaş sonrası, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin rakiplerine karşı en büyük kozu denizaltıları idi. Öyle ki, ülkelerin gemi ve silah planlamaları bile denizaltı tehdidine karşı yapıldı. Sovyetlerin GIUK (Grönland-İrlanda-İngiltere) hattını geçmemeleri için her şey yapıldı. Sualtı dinleyicileri yerleştirildi (SOSUS – Sound Survaillance System). Bölgenin önemli kısmı İngiltere’nin sorumluluğundaydı. Gemilerin dizaynı önemli olarak, Denizaltı savunma harbi gemileri olarak belirlendi. ABD Sovyet denizaltılarını izlemek ve gerektiğinde vurmak için denizaltılara karşı daha marifetli gemiler üretti. Bunlardan bir kısmını biz de kullandık (ABD’de Knox sınıfı, bizde Muavenet olayından sonra gelen Tepe sınıfı fırkateynler olarak anılan gemiler). Denizaltılar önemini kaybetmedi ama Arap-İsrail, Körfez ve Falkland Savaşları’nda kullanılmaları nedeni ile güdümlü mermilerin ve suüstü harbinin popülaritesi arttı. İngiliz Donanması’nın Falkland’a intikal ederken cephanelerinin yüzde 80’ini, Arjantin’in elinde kalan tek bir denizaltının korkusuna balinalara harcadığı kitapların ve makalelerin arasında kaybolup gitti.

2010’lardan itibaren suüstünde saklanacak yer olmadığı, modern gözetleme araçları ile rakibin her hareketinin takip edilebildiği, elektronik harp ile sağır dilsiz bırakılabildiği, hipersonik güdümlü mermilerin ve sürü robot sistemlerinin savunma sistemlerini neredeyse etkisiz hale getirebileceğini herkes biliyor. Savaşın devam ettirilebileceği, güçsüz olunsa da rakibi size karşı hareket etmekten caydırabilecek en önemli yer olarak suyun altı kaldı. Avustralya’nın Çin’e karşı kullanabilmek üzere 12 denizaltıya 36 milyar dolar harcamayı planlaması boşuna değil. Üstelik aynı anda sadece 4 denizaltının görevde olabileceğini de biliyorlar. Avustralya Deniz Kuvvetleri, İkinci Dünya Savaşı’nda ana karasına yakın harekat yapan Alman U-862’yi Eylül 1944’den Şubat 1945’e kadar daha önce hiçbir denizaltıya nasip olmayacak şekilde, suüstü gemilerini peşinde dolaştırdığını tarihine yazdı. Avustralya Deniz Doktrini’nde daha fazla denizaltı olsa da, bölgede ilave gemi görevlendirilemezdi yorumu yapıldı. U-862’nin peşine gemileri takarak yaptığı görev, kuvvet ekonomisi bakımından bir örnek teşkil etti.

Bugün çevre şartları olarak, dün ile aşağı yukarı aynı yerdeyiz ama teknoloji inanılmaz süratle değişiyor. Sualtının akustik şartları denizaltı ile koordineli harekatı hala kısıtlasa da, bu defa otonom hareket eden sualtı robotları kendisine savunma çevrelerinde yer arıyor. Denizaltı aramanın zorluğunu ve sıkıntılarını bilenler Sea Hunter gibi insansız suüstü araçlarına odak noktalarını kaydırmış durumda. ABD’de ilk insansız sualtı filotillası komodorluğu kuruldu bile. Çin, Güney Çin Denizi’nde, ayrı bir akustik bariyer kuruyor. Daha önce hiç denizaltı işletmemiş ülkeler bile denizaltı temin etmenin peşinde. Gün geçmiyor ki, denizin altı ile ilgili yeni bir teknoloji haberi çıkmasın. Denizaltı için daha sessiz güç çözümleri, iletişim teknolojileri, sualtı otonom sistemleri, daha hızlı, daha uzağa giden torpidolar insanın başını döndürüyor. Bugün itibarı ile dünya denizaltı pazarının tutarı 24 milyar dolar. Bunun aşağı yukarı yüzde 36’sı nükleer, yüzde 26,4’ü balistik denizaltı pazarı. Kalan yüzde 26’lık kısım ise konvansiyonel denizaltılar. Bu, 2018 yılında yaklaşık 6,2 milyar doların konvansiyonel denizaltılara harcandığını gösteriyor. Çin’in gelişmiş Kilo sınıfına parası yetmeyen Bangladeş’ten Tip 35B için 200 milyon dolar istediği, Mısır’ın da Almanya’ya Tip 209 için yaklaşık 600 milyon ödediğini düşündüğümüzde, ortaya çıkabilecek adedî rakam oldukça yüksek. Önümüzde bir gerçek var.
Denizin altında sağlam değilseniz, üzerinde de olmanız çok zor.

Bunu Paylaşın
sinantopuz@marinedealnews.com