Milli strateji ve güvenlikte Türk Deniz Kuvvetleri

MDN İstanbul

Murat Koray

Piri Reis Üniversitesi Öğretim Görevlisi Murat Koray, Milli Strateji ve Milli Güvenlik kavramı çerçevesinde Türk Deniz Kuvvetleri’nin rolü ve önemini MarineDeal News’e değerlendirdi

Türkler, dünya tarihinde özellikle askeri yetenekleriyle ön plana çıkmış, binlerce yılda harmanlanan genetik aktarımla büyük bir medeniyetin inşasında hayati roller üstlenmiştir. Mete’den Atatürk’e kadar Türk Askeri Stratejileri harp sanatının en önemli unsuru olan zamanlama (timing) yeteneği ile düşmanın en beklemediği hal tarzının belirlenmesi yönünde olmuştur. Milli Strateji, milli güç unsurlarının sevk ve idaresi (sevk-ül ceyş)’dir. Türkiye, uygulamış olduğu milli strateji sonucunda, medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmayı başarmış olan devletlerle rekabet eder duruma gelmiştir. Türkiye’nin müteakip yüzyılda elde etmiş olduğu konumu daha da ileri götürebilmesi ve G-10 ülkeleri içerisinde yerini alabilmesi hedeflerini sekteye uğratabilecek risklerin bertaraf edilmesi doğru olarak tayin edilmiş Milli Güvenlik Siyasetine bağlıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne tevdi edilen görevlerin kaynağı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde bulunur ve bu kapsamda askeri stratejiler oluşturulur ve Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın rolü bahse konu askeri stratejilerle tayin edilir.

Dünya çapında üretilen malların yaklaşık yüzde 90’ı deniz yolu ile ihtiyaç sahibi ülkelere ulaştırılmaktadır. Yıllık 80 trilyon dolar olan dünya ticaretinin yaklaşık 72 trilyon doları deniz ticaretine konu olmaktadır. Ancak bu günlerde üretim daralması nedeniyle deniz ticareti 45 trilyon dolara kadar gerilemiştir. Tarih boyunca meydana gelen küresel krizler beraberinde bölgesel harpleri ve hatta dünya savaşlarını tetiklemiştir. Kimi zaman petrol krizi, kimi zaman finans krizi, teknolojik sıçramalar sonrası paradigma değişimleri siyasi gücü elinde bulunduran aktörleri askeri güç kullanmaya zorlamıştır. Sebep ve sonuç ne olursa olsun Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bağlısı unsurlar olası her durumda savaşa hazır olmak ve deniz yetki alanlarında egemenliğin kesintisiz ve sürekli olmasını temin etmek üzere 24 saat x 365 gün denizlerde sancak ve varlık göstermektedir. Geçmiş otuz yılı on yıllık dilimlere ayırdığımızda çevre denizlerimizde ilk on yıl 20-30, ikinci on yıl 30-40, üçüncü on yıl 50-60 adet yabancı harp gemisinin sancak ve varlık gösterdiği görülmektedir. Son birkaç yılda ise bu sayı 100’ün üzerine çıkmıştır. Bu kadar yoğun bir harp gemisinin varlığı, Türk Deniz Kuvvetleri’nin geçmişe kıyasla çok daha fazla aktif tutum izlemesine neden olmaktadır. Türkiye, bölgesel güç olma yolunda ilerledikçe etki alanı 1000 deniz milinin üzerine çıkmış, ilgi alanı ise neredeyse tüm dünya ve hatta uzay olmuştur. Dolayısıyla tehdidi çok daha uzaktan karşılamak, ülkemizin bekası için vazgeçilmez bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmıştır. Deniz kuvvetinin, kara ve hava kuvvetinden en önemli farkı her bir gemisinin vatan toprağı sayılması, dünyanın herhangi bir noktasına istenilen zamanda ve çok az bir hazırlık süresiyle kaydırılabilmesidir. Bir askeri uçağın düşürülmesi veya bir tankın vurulması savaş sebebi (casus belli) sayılmazken, bir askeri geminin batırılması herhangi bir ilimizin işgale uğramasından farksızdır. Askerî gemilerin bir sığınağı veya sütre gerisi yoktur. Düz bir ovada keklik gibi dolaşır ve her an taarruza maruz kalabilir ya da bir aslan gibi avını arar bulur, imha eder. Her iki halde de batan bir geminin maliyeti çok yüksektir ve milli güç seviyesinde bir ülkeyi belirli sayıda harp gemisinin zayiatı hem ekonomik olarak sarsar hem de işgale açık hale getirir. Durum böyle olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasının korunmasında deniz kuvvetinin kadife eldiven giymiş bir demir yumruk olduğu çoğu zaman göz ardı edilmekte ve özellikle halkın nezdinde bir komandonun veya bir pilotun gözle görülür etkisi denizciler için tahayyül edilememektedir. Aslında zaman zaman üst düzey bürokratlar seviyesinde bile Donanma Varlığı (Fleet in Being) kavramı tam olarak izah edilememektedir. Donanma Varlığı stratejik baskın riskini kontrol altında tutmaktadır.

Stratejik baskın demek, göz göre göre küresel veya kıtasal güce sahip bir ülkenin ferden veya müttefikleri ile birlikte icra edeceği bir askeri güç aktarımına karşı bir ülkenin elinden gelen tüm hazırlığa rağmen karşı koyamaması ve işgale uğramasıdır. Türkiye, sahip olduğu deniz kuvveti ile olası bir stratejik baskına dahi çok uzak mesafeden direnebilecek ve hatta bertaraf edebilecek kudrettedir. Bununla birlikte, bağışıklık sistemi güçlü olan bir insanın, hastalanana kadar sağlığının önemini idrak edememesine benzer şekilde Donanma Varlığının ehemmiyetinin anlaşılamaması maalesef bir ironidir. Yakın tarihimize bakarsak değişen bir durum olmadığı kolaylıkla anlaşılabilir. 1886 yılında Abdülhamit Han’ın denizaltı alma kararı çok önemli bir stratejik hamle olmakla birlikte, kendisine bir darbe yapılacağı endişesiyle Donanma’yı Haliç’e hapsetmesi, materyal, eğitim ve personel açısından Donanma’nın zafiyete uğramasına neden olmuş ve en nihayetinde Avustralya’dan elini kolunu sallayarak Çanakkale’ye gelen İngiliz Donanması’nın neredeyse bir işgali gerçekleştirmesine sebebiyet vermiştir. Tarihten ders almak çok önemli bir meziyettir. Balkanları neden kaybettiğimiz konusu incelenirse bir askeri gücün en önemli unsuru olan personel niteliği konusunun ön plana çıktığı görülecektir. O dönemde Balkanlar’da konuşlandırılmış olan 1. Ordu Komutanlığı’na yönelik olarak başlatılan iftira kampanyaları neticesinde harp tecrübesi yüksek komutanlara ağır iftiralar atılmış, bölge halkı tarafından askerlerin taşlanmalarına varan nahoş hadiseler meydana gelmiştir. Bu komutanlar derhal merkeze çekilmiş, yerine yıllardır merkezde âtıl duran ve yetenekleri tartışmalı komutanlar atanmıştır. Siyasi istikrarsızlığın bir tezahürü olarak ordunun da disiplini bozulmuş, baş ve gövde birbirinden ayrılmıştır. Bu nedenle Balkan Harbi kaybedilmiş ve toprak kaybına uğranmıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda dünyanın çeşitli yerlerinde sistematik olarak öldürülen denizaltıcı ve pilotlar gibi temininde güçlük çekilen personele yapılan saldırılar da benzer şekildedir. Bir ülke işgale uğratılacaksa önce silahlı kuvvetler bünyesindeki stratejik unsurlara sistematik olarak etki odaklı harekât icra edilmektedir. Burada neden ilk olarak ve özellikle Deniz Kuvvetleri personeline etki odaklı taarruz icra edildiği konusunu izaha lüzum yoktur. Türkiye, yakın dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin iftiralarla bulaştırıldığı kumpas davalarına şahit olmuş, akabinde FETÖ kalkışmasına maruz bırakılmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en nitelikli askerleri tıpkı Balkan Harbi öncesinde olduğu gibi bertaraf edilmiştir. Görevde kalabilen ve FETÖ mensubu olmayan diğer askerler en az pasifize edilmiş silah arkadaşları kadar niteliklidir. Bununla birlikte, bir askeri gücün harbe hazır olabilmesi için personel, materyal ve eğitim açısından eksiğinin bulunmaması gerektiği daima göz önünde bulundurulmalıdır. Materyal bulunur, ancak nitelikli personel çok uzun yıllarda yetiştirilir. Bu nedenle Askeri Liselerin, Meslek Yüksek Okullarının, Harp Okullarının ve Harp Akademilerinin rolü hayatidir. Teknolojik olarak en sofistike harp silah araç ve gereçlerinin bulunduğu, ağır mühimmat barındıran bir deniz kuvvetinin insan kaynağının niteliğinin yüksek olarak muhafazası ancak geleneksel Askeri Okulların varlığı ile mümkündür.

Sonuç olarak, bin nasihate bedel olan musibetlerin yaşandığı, acı tecrübelerle büyük travmaların olduğu cennet vatanımızda bekamızı koruyacak, düşmanı caydıracak ve tehdidi çok uzak mesafelerden önleyebilecek olan Deniz Kuvvetleri’nin yeniden Cebelitarık’tan Doğu Karadeniz’e kadar ve hatta tüm dünya denizlerinde saygın konumunu idame etmesi, Türkiye’nin bağışıklık sistemini güçlü kılacak olan Donanma Varlığı ile mümkün olacaktır. Etkin ve caydırıcı bir Donanmayı tesis ve idame etmek maksadıyla, hasım ülkelerin derinliklerine kadar cezalandırma harekâtı yapabilecek silah ve sistemlerin donatılması, stratejik önemi haiz olan askeri personelin üstün nitelikli olarak yetiştirilmesi, sofistike silah sistemlerini etkinlikle kullanabilecek şekilde harbe hazır hale getirilmesi ve düşmanın etki odaklı taarruzuna karşı personelin devlet tarafından korunması mutlak surette sağlanmalıdır.

Bunu Paylaşın